TR EN

Dil Seçin

Ara

Fil Sûresi Ve İlâhî Kudret

Fil Sûresi Ve İlâhî Kudret

Hz. Peygamber’in (asm) doğumundan yaklaşık 40-50 gün önce meydana gelen ve bu açıdan onun bir mucizesi olarak kabul edilen Fil Suresi’nin mealini bir kez daha okuyalım:

   “Resulüm! Rabbinin fil sahiplerine nasıl/neler yaptığını görmedin mi?

   Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

   Onların üzerine, Ebabil (sürü sürü kuşlar) gönderdi.

   O kuşlar, onların üzerlerine pişmiş çamurdan sert taşlar atıyorlardı.

   Nihayet onları, (kurtçuklar tarafından) yenmiş ekin yaprağına (benzer hale) çevirdi.”

Fil Suresi Mekke’de inmiş, beş ayettir. Meşhur Fil vak’asını hatırlatmakta, olayı çok veciz bir surette anlatmakta ve dramatik ifadelerle canlandırmaktadır. Bu tasvirle, Allah’ın tevhid simgesi olan Kâbe’ye saldırmak isteyenlerin akıbetlerini sergilemek suretiyle, insanlara, Allah’a isyan etmemeleri, O’nun hakikî tevhid dini olan İslâm ve İslâm Peygamberine (asm) karşı isyan etmemeleri hususunda ciddi bir uyarı yapılmıştır.

Bu cümleden olarak, Fil Suresi, muhataplarına soru sorup meraklandırarak, düşünmeye sevk ederek başlamıştır: “Görmedin mi?” Bu soru, olay karşısında duyulan hayreti ifade etmek ve onun büyük önemine dikkat çekmek içindir. Çünkü olay, Araplarca bilinen meşhur bir olaydı. Fil Suresi onların bilmediği bir şeyi kendilerine anlatmak için değildi. Amaç, bildikleri bir şeyi hatırlatarak, onlara bir mesaj vermekti.

Bu olayın müşriklerce bilindiğine, surenin ilk ayetinde geçen “görmedin mi?” ifadesi, “bilmez misin?” anlamıyla işaret eder. Çünkü Arapça’da “e raeyte=gördün mü?” ya da “e lem tere=görmedin mi?” tabirleri, gözle görmekten çok, akıl ve kalp gözüyle görmek, görmüş gibi inanmış olmak ve kesin bilgiye sahip olmak anlamında kullanılır.

Ayrıca bu ifade, Hz. Peygamber’in (asm) yaşadığı devirde ve bulunduğu çevrede, Fil olayının çok meşhur olup herkes tarafından yakından bilindiğini göstermektedir. Çünkü, Kur’an’ın bir vahiy olduğunu kabul etmeyen müşriklerden hiçbiri, bu surenin anlattıklarına karşı bir itirazda bulunmamıştır. Bu suskunlukları ise, olayın herkesçe bilindiğinin açık göstergesidir. Bütün tepkilerini itirazlar üzerine kuran bu insanların bu konuda sergiledikleri sükût elbette ikrardan gelir.

Bir de Hz. Peygamber’in (asm) çeşitli vesilelerle Fil olayına atıflarda bulunması, bu olayın o çevrede çok iyi bilindiğinin ayrı bir göstergesidir. Allah, Kâbe’sine saldırmak isteyen güçleri helak ettiği gibi, Peygamberine ve davasına savaş açan güçleri de helak edeceğine bir işaretti bu âyetler.

İlk âyetin başında bulunan soru edatı, cevap bekleme amacı gütmeden, duyguyu ve anlamı güçlendirmek için sözü soru biçiminde yöneltir. Bu bir elektrik düğmesine dokunur gibi, anlam akımını surenin beş âyetine de iletmektedir. Surenin her bir âyeti manevî birer lamba hükmüne geçer. Bu akımın geçtiği her âyette bir istifham (soru) ışığı parlamaya başlar ve her âyette iki renkli olarak ortaya çıkar.

Birincisi: İstifham-ı Tekidî; yani bir ifadeyi pekiştirmek için sorulan sorudur. Böyle soru sormak, zihinlerin olaya yönelmesini sağlamak içindir. Ve ilk âyetinin meali şöyledir: “Resulüm! Rabbinin fil sahiplerine nasıl/neler yaptığını görmedin mi?

Buradaki hitap, Hz. Peygamber’e (asm) yapılmış olmakla beraber, Kur’an’ın muarızları olan müşriklere de ciddi bir uyarı niteliğindedir. Çünkü, müşrikler bu olayda, Allah’ın birliğinin simgesi olan Kâbe’yi yıkmaya gelenlerin nasıl yol edildiklerini çok iyi biliyorlardı. Yüce Allah, bu olayı onlara hatırlatmakla, Kâbe’den çok daha kıymetli olan ve gerçek tevhit inancını ders veren Kur’an’a karşı çıkmanın, tevhidi reddetmenin kendilerine çok daha pahalıya mal olabileceği uyarısında bulunuyordu.

İkincisi: İstifham-ı Takrîrî; yani, bir şeyi öğrenmek için değil, muhatabın zihninde soru ile bir kapı açmak için tercih edilen üsluptur.

Bu bağlamda her bir âyet, iki manayı ifade etmektedir.

İlki: İstifham-ı inkârî (inkâr edebilir misiniz?) anlamıyla, tarihî bir mucize vurgulanmaktadır.

İkincisi: Her âyette, ardından gelecek olan âyetin cevap vereceği bir soru sorulmaktadır.

Çünkü soru üslubu, söylenecek hakikate karşı zihinleri dikkatli olmaya sevk eder.

 

ONLARA NELER OLDU?

a. Surede, tarihî bir olay âdeta beş perdeyle sahnelenmiştir. Her bir perde açıldığında muhatap, olayla ilgili yeni bir bilgi ediniyor, fakat aynı zamanda bu bilginin anahtarıyla açılan yeni bir sorunun da cevabını arıyor. Böylece surenin sonuna kadar, her âyet durağında, okuyucu hem daha önceki âyette akla gelen sorunun cevabını alıyor, hem de yepyeni bir soruyla karşılaşıyor. Gittikçe insanın merakını tahrik eden bu soru-cevaplar ile olayın harikalığına uygun, heyecanlı bir mecrada sürüp gidiyor.

b. Fil olayının kahramanları olan Ebabil Kuşlarının (doğrusu Ebabil Kuşların, yani peş peşe saldırıya geçen kuşların), sahneye koydukları heyecanlı maceraları, Fil suresinde de aynı heyecanla sahneye konmuştur.

c. Büyüleyici tasvir, her âyette olayın bir kısmı tekrar edilerek gösterilmesi şeklindedir. Ayrıntılara girilmemesi, akıl ve hayalin merakını artırıp, okuyanlara olayı zihinlerde daha canlı bir şekilde hayal etmelerini sağlamıştır.

d. Her âyette, sahnelenen olayın tasvirindeki derinliği dramatize eden kelimeler vardır. Bunlar sahnenin köşe taşlarıdır. Birinci âyette kullanılan kelime, yapmak anlamına gelen “fe-a-le” fiilidir. Ayrıca, bu fiilin başına bir de işin keyfiyetini sorgulayan “keyfe” edatı getirilerek, zihinlerdeki merak bir kat daha artırılmıştır.

İkinci âyette kullanılan kelime, yapmak, kılmak anlamına gelen “ceale” fiilidir. Bu fiil gelecek zaman kipi olarak kullanılmış fakat, başına “lem” edatı getirilerek, manası hem olumsuz ham de geçmiş zaman kipi durumuna getirilmiştir. Cümlenin başına da istifham edatı olan “hemze” de konulunca, tam loş bir manzara ortaya çıkmıştır. Konuya pürdikkat kesilen zihinler, mazinin o derin derelerinde nelerin olup bittiğini öğrenmek için bütün gücünü toplamaya çalışmaktadır.

 

GÖNDERİLEN ASKERLER

Üçüncü âyette kullanılan kelime ise, göndermek, salmak anlamına gelen “er-se-le” fiilidir. Bu fiilin anlamında da bir kapalılık, bir genelleme vardır. Özellikle gönderilen askerler “Ebabil kuşları” olunca, işin garipliği, hayalleri derinden heyecanlandırmaktadır.

Dördüncü âyette kullanılan kelime ise, bir şey atmak, fırlatmak anlamına gelen “termî” fiilidir. Bu fiil diğerlerinden farklı olarak geniş zaman kipinde kullanılmıştır. Bu ise, Ebabil kuşları tarafından yapılan atışın bir süre içerisinde devam ettiğini göstermektedir.

Bu da atış süresini belirsizleştirdiği için, surenin genel amacına hizmet etmektedir.

Özellikle âyetin sonunda, atılan mermilerin, hedefine kilitlenmiş olarak ayarlanmış ve “pişmiş çamurdan işlenmiş sert taşlar” olduğunu duyunca, insan zihni ve hayali, işin birçok yönden harikulade bir olayla karşı karşıya olduğunu derinden derine hissetmeye başlar.

Bu iki âyeti birden düşündüğümüzde, gönderilen kuş ordusunun üstlendiği görevin, Ebrehe ordusuna, deyim yerindeyse, güdümlü füzeler yağdırmak olduğunu anlamaya başlıyoruz.

Bu dördüncü sahneyi de seyrettikten sonra, insan artık işin sonuna doğru yaklaşıldığını görmeye başlar.

Bununla beraber, olayın üstündeki perdeler henüz tamamen aralanmamıştır. Âyetteki “tayran” kelimesinin işaret ettiği gibi, bir anda avcı hattında mevzilenmiş olan o bilinmez kuşların varlığı bir garipliği; “Ebabil” kelimesinin gösterdiği gibi, şu bilinmez kuşların takımlar halinde peş peşe muharebe meydanına gelişi başka bir garipliği; peş peşe atılan güdümlü gülleler ayrı bir garipliği aklın dikkatine sunmaktadır.

Beşinci âyette kullanılan kelime ise, ikinci âyette kullanılan fiilin aynısıdır. Bu iki âyette aynı fiilin kullanılması, nazar-ı dikkati onların bir ortak paydaya sahip olduğu yönüne çevirmektedir. Evet, bu garip olayın dramatize edilmesini sağlamak için bu iki âyet arasında sıkı bir işbirliği söz konusudur. İkinci âyette sorulan soru, bu son âyette cevabını bulmuştur.

Yine ikinci âyette: “Rabbin onların tuzaklarını hedefinden saptırmadı mı/boşa çıkarmadı mı?” mealindeki ifadeyle, İlahî tarafın zaferine, karşı tarafın hezimetine işaret edilmekle beraber, bunun ne şekilde meydana geldiğinden söz edilmiştir.

İşte, surenin şu son âyetinde, tuzaklarının boşa çıkarılmasının ne anlama geldiği hususu açığa kavuşturulmuştur: “Nihayet Rabbin onları, (kurtçuklar tarafından) yenilmiş ekin yaprağına benzer bir hale soktu.” Kur’an bu âyeti ile sürü sürü kuşların onlara attıkları bu taşların onların bedenlerini nasıl paramparça ettiklerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Daha az zaman önce, Mekke’nin yakınında, dimdik ayakta duran Ebrehe ordusu, bir anda yere yığılıp kurtçuklar tarafından yenmiş ekine dönmüştü.