TR EN

Dil Seçin

Ara

Sel Felaketi Ve Düşündürdükleri

Bugünlerde başta İstanbul olmak üzere ülkemizin birçok şehrinde sel felaketleri yaşandı. Yumuşacık su damlacıkları bir araya gelince eğimli bir arazide kükremiş aslan gibi oluyor ve önüne çıkan her şeyi sürükleyip denize döküyor. Koca kamyonları bile saman çöpü gibi sürükleyen sel suları onlarca insanımızın ölümüne sebep oldu. Ölenlerin manevi şehit hükmünde olduklarına ve zayi olan mallarının da sadaka hükmüne geçtiğine inancımız tek tesellimizdir. Ancak geride kalanlar için sabretmek kolay değil. Meydana gelen maddi zarar ise milyarlarla ifade ediliyor.

 

SEL NEDEN ORTAYA ÇIKAR?

Bu felaketlerden ders almamız gerekiyor. Öncelikle, “Sel neden ortaya çıkar? Buna karşı hangi tedbirler alınmalı?” Sorularına cevap aramamız gerekir. Sel, su damlacıklarının birikmesi ve eğimli bir arazide kendine bir yatak bulmasıyla ortaya çıkar.

Eğimli arazilerde suyu emip tutacak bitki örtüsü yoksa, sel felaketi kaçınılmaz olacaktır. Biz ilk bakışta selin aktığı dereleri ve yolları görüyoruz. Oysa sele zemin hazırlayan yer, daha yukarılarda bitki örtüsünden mahrum, suyun toplandığı havzadır. Onun için acil çözüm, dere yataklarının ıslahı ve buralara iskânın önlenmesi olmakla birlikte köklü ve kalıcı çözüm ise suyun toplandığı ve kendine bir yatak aradığı üst kesimlerin hızla ağaçlandırılmasıdır. Çünkü ağaçlar yağmurun hızını keser ve yağmur sularının toprağa sızmasını sağlar. Böylece sular toprak yüzeyinde birikmez ve sel oluşumu engellenir. Ağaçların gövdeleri de suyun yamaçtan aşağıya hızlı akışını önler.

Peygamberimizin; “Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, muhakkak onu diksin, bırakmasın”1 buyruğu ağaçlandırmanın önemini göstermektedir.

Bize düşen, bu tip felaketlere karşı elbette gereken tedbirleri almaktır. Ancak bütün tedbirleri alsak da, bu tedbirleri yetersiz kılacak bir felaketin gelmesi de her zaman mümkündür. Allah beterinden korusun deriz.

Olayların sadece görünen yüzüne bakarak hüküm vermek bir eksikliktir. Tedbirsiz ve hikmetsiz iş yapmanın cezası olarak veya sebebini tam bilemediğimiz birçok hikmete binaen bu felaketler başımıza geliyor olabilir. Bizim için olumsuz gibi görünen olayların başka cihetlerden faydalı yönleri olabilir. Mesela, sel suları taşıdığı toprağın bünyesindeki besin maddeleriyle deniz ve göllerdeki canlılara besin kaynağı olabilir. Bize düşen bunlardan dersler çıkarmak ve ona göre davranmaktır.

İnsanoğlu nazik bir varlık olduğundan ancak mutedil şartlarda yaşayabiliyor. Ne çok soğuk ne çok sıcak, ne yağmursuzluk ne de aşırı yağmur gibi. Onun için insan gereken tedbirleri aldıktan sonra dua ile mükelleftir. Yağmursuzluk nasıl dua gerektiriyorsa yağmurun yağması da dua gerektirir. Zira yağmurun aşırısı sel felaketini getirir.

Peygamberimiz, yağmur bulutları toplandığında “Allah’ım bunun şerrinden sana sığınırım” ve yağmur başladığında ise “Allah’ım faydalı bol yağmur ver” diye dua edermiş.2

 

VARLIKLAR BAŞIBOŞ DEĞİLLER

Su, rüzgâr, ışık gibi külli unsurlar görünüşte başıboş hareket ediyor gibi görünseler de esasında onların dizginleri sahibinin kudret elindedir. Bu unsurlar çoğunlukla insanın menfaatine iş görmekle beraber, bazen de gaflete dalan insanları uyarmak için bir ikazcı görevi yaparlar.

Bununla ilgili olarak Nur Külliyatında şu cümleler geçer:

“...Su tulumbası hükmünde olan bulutları ateşlendirmek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle baş aşağı gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor; başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir zatın harika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar.”3

Başımıza gelen sel ve benzeri olaylarda sebepler noktasında olduğu gibi, verilen ilahi mesajı da dikkate alarak, maddi ve manevi ne gibi eksiklerimiz olduğunu ve bunlara karşı neler yapmamız gerektiğini düşünsek daha iyi olmaz mı? Bu tip olaylar bizi düşündürmek için başımıza geliyor olmasın!

 

BELAYA KARŞI MÜKÂFAT

Bir zaman, eski Harb-i Umumide, düşmanların ehl-i İslama ve bilhassa çoluk ve çocuklara ettikleri katl ve zulümlerinden pek çok müteellim oluyordum. Fıtratımda şefkat ve rikkat ziyade olduğundan, tahammülüm haricinde azap çekerdim. Birden kalbime geldi ki, o maktul masumlar şehîd olup veli olurlar; fâni hayatları, bâki bir hayata tebdil ediliyor. Ve zayi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir malla mübadele olur. Hatta o mazlumlar kâfir de olsa, ahirette kendilerine göre o dünyevî afattan çektikleri belalara mukabil rahmet-i Nahiyenin hazinesinden öyle mükâfatları var ki, eğer perde-i gayb açılsa, o mazlumlar haklarında büyük bir tezahür-ü rahmet görüp, ‘Ya Rabbi, şükür elhamdülillâh” diyeceklerini bildim ve kat’î bir surette kanaat getirdim. Ve ifrat-ı şefkatten gelen şiddetli teessür ve elemden kurtuldum. (Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Risalesi)

 

DİPNOTLAR:

1. Kamil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı, Tecrid i Sarih Tercümesi ve Şerhi, 7.Cilt, Sayfa 124, Diyanet İşl. Bşk. Yay. 1984.

2. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, 6. Cilt, 15. Fasıl, Akçağ Yayınları.

3. B. S. Nursi, Şualar, 7. Şua.