TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Baba Oğlunu Neden Sever Ki?

Gözlerimin içine bak ve doğruyu söyle:

“Ben istediğin bir şey miyim, yoksa bir kazanın kaçınılmaz sonucu muyum? Bir baba, oğlunu neden sever ki?”

 

Böyle bir soruyu cevaplamak o kadar zor ki!.. Tahmin ediyorum, pek çok baba, bu soruya, “Bir baba oğlunu elbette sever.” diye cevap verecektir. Sonra pek bir şeyi izah edemeden, karşı bir soruyla, konuya noktayı koyacaktır: “Oğlunu sevmeyen baba mı olur? Olur mu öyle şey!”

Aslında, babaları bu konuda çok da suçlamamak lazım. Çünkü sevgi, tarifi en zor kavramlardan bir tanesi. O yüzden, ona bir sebep giydirmek, aklı ikna edecek somut delillerle donatmak, bazen matematik sorularından bile daha zor olabiliyor.

Belki bu tarz bir soruya çocukların cevap vermesi daha kolaydır. Çünkü onlar çok daha basit sebeplerle açıklayabilirler sevgiyi. Meselâ bir çocuğa, “Babanı neden seviyorsun?” diye sorsak, “Çünkü bana dondurma alıyor.”, “Şeker alıyor.”, “Simit alıyor.”, “Beni parka götürüyor.” gibi bi’ kamyon dolusu sebep sayabilir. Veyahut, hiçbir şey demese, şöyle omzunu silkip “Seviyorum işte!” deyip çıkabilir işin içinden.

Ama sıra babanın oğlunu sevmesine gelince, babanın bu tür hazır sebepleri yoktur cebinde. Çocuk gibi “işte” diyerek de soruyu başından savamaz. Muhakkak sağlam sebepler bulması lazımdır.

Bilmiyorum ama bana sağlam görünen bir sebep söyleyeyim sana: “Bir oğul babaya kendisini hatırlattığı için sevilir!” Ne o, pek sağlam görünmedi galiba. Biraz açayım istersen.

Bir oğul babaya kendisini hatırlatır. Bir zamanlar o da tıpkı oğlu gibi hayata bembeyaz bir sayfa açarak başlamıştı. Üzerindeki cennet kokusu başta anne babası olmak üzere etrafındakileri mest ediyordu. Ama, uzunca bir zaman tünelinin içinden geçti ve yer yer kara lekeler oluştu sayfasında. Daha önemlisi, çocukluk zamanla onun için ‘uzak bir ülke’ye dönüştü.

Ne vakit sen dünyaya gözlerini açtın, o da zaman tünelinden sanki geriye doğru bir yolculuk yaparak tekrar doğduğu âna döndü. Aslında hatırladığı veya senin ona hatırlattığın şey, onun ruhunun başlangıçtaki saf ve tertemiz hâliydi. İşte oğulun babası için veya genel anlamda çocuklarının ana babaları için çök değerli olmalarının ve onlar tarafından sevilmelerinin bir nedeni budur.

Çünkü bu sayede anne baba, ruhunda birikmiş olan tortulardan, kir ve paslardan arınma fırsatı bulur. Sizin ahdi henüz yeni tertemiz ruhunuzun arınıklığı, doğrudan doğruya onların ruhuna akar ve onları da arındırır, tazeler.

Bitti mi? Hayır!

Çocukların ana-babalarına benzerliği de, onların sevilmelerinde bir başka sebeptir. Düşün ki, Rableri ana-babaya muazzam bir hediye göndermiş ve bu hediye başkalarına değil, bizzat kendilerine benziyor.

Sen de bilirsin, muhakkak sana da yapılmıştır; çocukların özellikle doğuşunu takip eden yıllarda en çok bu benzeme konusu konuşulur. Bazen tam bir benzerlikten söz edilir: “Şuna bak, hık demiş (...) burnundan düşmüş!” Bazen de, anne baba arasında kısmî benzerlikler üzerinden tatlı bir sahiplenme rekabeti yaşanır: “Gözleri annesine benziyor, burnu ise babasına...” “Yok yok, gözleri de babasına benziyor!”

Bu öyle bir konudur ki, çocuk kırk yaşına da girse, saçları sakalları da ağarsa, yine de bahiste yeri vardır. Neden böyledir?

Çünkü bu benzerlik hafife alınabilecek bir şey değildir de ondan! Bir bez bebeğin başka bir bez bebeğe benzemesi gibi bir şeyden bahsetmiyoruz ki burada!

Benzeyen şey, bir insan yavrusudur. Bakan, gülen, işiten, eli, kolu, bacağı olan kanlı canlı bir insan yavrusu... Ve öyle bir yavru ki, hep üzerine koya koya büyüyecek. Her yıl, yeni beceriler kazanırken, olan becerilerini de zaman içinde daha fazla olgunlaştıracak. Dinamik bir gelişim süreci içinde, ana-babasının bile şaşıracağı inanılmaz mesafeler katedecek. Ve en sonunda, koskocaman bir adam olacak.

Şimdi sana soruyorum: Başlangıcı ile sonu arasında, bebekliği ile yetişkinliği arasında her bakımdan dünyalar kadar mesafe olan şu insan yavrusunu, tüm dünya bir araya gelse, ana-babasının eline verebilir mi? Hadi maddesini—olacak şey değil ya!—yapmayı başardılar diyelim, ruhunu o bedenle nasıl buluşturacaklar? Pek tabii ki, buluşturamazlar.

O halde, çocuk ana-babası için araya hiçbir vasıtanın giremeyeceği bir ‘Rabbani hediye’dir. Ana-babalar, kendi canlarından kendi kanlarından yaratılmış, üstelik kendilerine benzeyen ve neticede kendi ellerine tutuşturulmuş bu hediyeyi can-ı gönülden severler. Ruhsal sorunu veya kişilik problemi olmayan her anne baba için geçerlidir bu.

Bitti sanıyorsan, yanılıyorsun! Devamı var.

Çocukların ana-babaları tarafından sevilmelerinin bir diğer sebebini de şöyle anlatayım sana. Senin de bildiğin gibi, bir bebek doğduğu anda hiçbir ihtiyacını göremez. Her şeyiyle, ama her şeyiyle aciz bir varlıktır. Yemesinden tut, giyinmesi, altının temizlenmesine kadar ana-babasına muhtaçtır. Mutlak derecede muhtaç olan bu varlığı, Allah ana-babaların emanetine bırakarak, ne demek istemektedir sence? Lütfen, soruyu bebeğin çok değerli olduğunu hatırında tutarak düşün!

Evet haklısın: Bizim için çok değerli bir şeyi bir başkasına emanet olarak veriyorsak, bu bizim o kişiye ne kadar çok güvendiğimizi gösterir. Allah da, bebekleri ana-babalara emanet ederek, onlara ne kadar çok güvendiğini gösteriyor!

Bu noktanın farkında olan ana-babalar, elbette çocuklarına değer verir ve onları severler. Çünkü çocuklar, Allah’ın kendilerine duyduğu güvenin ‘sembolü’dür. Onlara her baktıklarında çocuklarına karşı sorumluluklarının yanı sıra, içten içe bu duyguyu da hissederler.

Hem şunu da farketmelisin ki, çocuk ana-baba ile Allah arasındaki ilişkiyi yeni bir düzeye çıkarmaktadır. Daha düne kadar sadece kendi ihtiyaçlarını görebilen (bekâr) biriyken, çocukla birlikte kişi, ani bir sıçramayla anne olur, baba olur. Yani, gerek sosyal anlamda gerek İlâhî mânâda yeni bir ‘makam’a yükselir. O makam sayesinde Rabbini çok daha başka bir tecrübeyle bilmeye başlar. Nasıl ki Rabbi koruyan, esirgeyen bir gözle kullarını gözetmekte ve aynı zamanda onları terbiye etmektedir. Aynı şekilde, ana-babalar da, çocuklarını ta bebekliğinden itibaren koruyan, esirgeyen bir gözle gözetir ve onların güzelce terbiye olmaları için her türlü çabayı sarfederler.

Ve Allah, nasıl ki kullarını seyretmekten zevk alıyor, onlar güzel işler yaptıklarında bundan memnun oluyorsa, ana-babalar da çocuklarını seyretmekten zevk almakta ve onların gelişim göstererek güzel işler yapmaları karşısında bundan mutluluk duymaktadırlar. Çünkü çocuklarının sergilediği her bir güzel işte, onların da payı vardır.

İşte tüm bu sebepler ana-babaların çocuklarını sevmelerinin ve onlara değer vermelerinin gerekçeleridir. Allah her anne babaya bu anlayışa sahip olmayı ve bu anlayışla çocuklarını yetiştirmeyi nasip etsin.