Göz görme aleti, akıl ise anlama âletidir. Gözün, güneşe muhtaç olması gibi, akıl da hakikatları görmekte Kur’an’a muhtaçtır.
Bir kimse, benim gözüm var, o halde güneşe ne ihtiyacım olacak? dese ve karanlıkta görmeye çabalasa gözünü bir çiviye çarpıp kör edebilir.
Aynen bunun gibi, Kur’an nurundan gaflet ederek hakikat arayan akıl da kendini yaralayabilir ve öldürebilir.
İlkokula giden bir talebe, ilim öğrenebilmek için, hocanın A dediğine A, B dediğine ise B demeye mecburdur. Bir talebe, ben hocanın her dediğini kabul ettikten sonra bendeki aklın ne hükmü kalıyor? gibi bâtıl bir fikirle aklını anlama aleti olmaktan çıkarıp itiraz aleti haline soksa, bu talebe okuldan diploma yerine belge alacak ve cehaletten kurtulamayacaktır.
Bu aleme nereden geldiğimiz, bu dünyadaki vazifemizin ne olduğu ve bu dünyadan sonra nereye gideceğimiz gibi hususlarda, bütün akıllar mezkûr ilkokul talebesinin aklı gibidir. Bu mes’eleler, mücerred akılla tartılmayacak kadar azîm ve insan hayâlinin avlayamayacağı kadar geniştir.
İstisnasız olarak bütün insanlar bu aleme iradeleri haricinde geldiklerinden ve bu alemden gidişleri de yine kendi ihtiyârları dışında cereyan ettiğinden, hiçbir kimse yukarıda bahsedilen mes’eleleri, Kur’an hakikatlarına göz kapayarak kendi aklına göre izah edemez.