TR EN

Dil Seçin

Ara

Salavatın Gölgesinde Esaretten Özgürlüğe / Bir Hatıra

Sene 1914. I. Dünya Savaşı’nın başladığı yıllar. Bu savaşta esas hedef, Osmanlı Devleti mirasının paylaşılmasıdır. Yani, Osmanlı Devleti’nin ölüm kalım savaşı verdiği yıllardır. Bütün cephelere birden taarruz edilmiş, Anadolu insanı bir cepheden bir başkasına koşmuş, savaşlarda sel gibi kanını akıtmıştır. Bu savaşlardan bazıları şunlardır:

1911-1912 yılları Trablusgarp Savaşı, 1912-1913’te Balkan Savaşları, 1914-1917 yılları Sina (Suriye)-Filistin Cephesi savaşları, 1914-1917 Irak Cephesi, 1916-1919 Yemen-Hicaz (Arabistan) Cephesi, 1915-1918 Makedonya Cephesi, 1914-1917 Kafkasya Cephesi, Sarıkamış harekatı ve Doğu Anadolu Ermeni işgalleri, 1915-1916 Çanakkale Savaşları, 1916-1917 Galiçya (Romanya) Cephesi ve en nihayet 1919-1922 İstiklal Savaşı.

Dinini, namusunu ve vatanını müdafaa için eli silah tutan cepheye koşmuş. Pek çoğunun nereye gittiği ve nerede kaldığı belli değil. İşte bu yıllarda Bediüzzaman Said Nursi de Doğu Anadolu’da medrese talebeleri ve çevresine topladığı gönüllülerle, alay kumandanı olarak Ruslarla savaşırken 1915 yılında Ruslara esir düştü. Ruslar onu Kosturma’ya götürdüler. Kendisi eserlerinde burada 90 Türk zabitiyle (subayıyla) beraber bulunduğunu ve onlara dinî dersler verdiğini belirtmektedir. Bediüzzaman, Rus ihtilalinden sonra 1918 yılında buradan kaçarak Türkiye’ye döndü.

Rusya’daki esir subaylardan yüzbaşı Mehmet Eroğlu’nun hatıralarını, 2 Mart 2008 tarihinde Burdur’da torunu Hüseyin Arabacı’dan dinledik. O, Isparta’nın Gönen ilçesine bağlı Güneykent beldesinden olan dedesi yüzbaşı Mehmet Eroğlu ile ilgili hatıraları, babasından dinlediğini belirtiyor ve şöyle diyor:

“Ben ilkokul üçüncü ve dördüncü sınıfta iken köyün ihtiyarları dedemin yanına gelirler, ona Rusya esaretindeki ve Doğu Cephesi’ndeki hatıralarını anlattırırlardı. Ben dedemin hatıralarını babamdan duydum. Doğu Cephesi’nde, her halde Enver Paşa zamanında, dedem yüzbaşı imiş. Doğu Cephesi’nde savaşırken Ruslara esir düşmüş. Rus kumandanı, esirlerin yanına gelmiş. Dedemin boynunda dürbün varmış. Rus kumandanı; ‘Daha bu boynunda duruyor mu?’ diye bağırıp, hızlı bir şekilde dürbünün kayışına asılmış. Dedem can havliyle çıkarıp atmış ama boynunu dürbünün kayışı kesmiş.

Üstad Bediüzzaman, namaz tesbihatında okuduğumuz Salavatı Şerifeleri esir subay arkadaşlarına yazdırmış. Dedem o yazıyı saklamış. Vefatından sonra babam onu Kur’an’ın arasına koymuş. Oradan da ben aldım.

Üstad, subaylara; ‘Eğer siz bunu okursanız, burnunuz kanamadan memleketinize dönersiniz’ demiş. Bu salavata dedemgil devam etmiş. Bir süre sonra Rusya’da ihtilal olmuş, karışıklık başlamış. O karışıklıktan istifade ederek kaçmışlar. Köylerde, çiftliklerde çalışmışlar. Bir köyde; ‘Buraya esirler gelmiş, işçi tutmak isteyenler gelsin’ demişler. Bir Rus gelmiş dedemleri alıp evine götürmüş.

Dedem arkadaşlarıyla beraber orada domuz güdermiş. Çiftlik sahibi, ‘Sen büyük bir adama benziyorsun, ama bilemiyorum’ diyormuş. Dedem, ‘Yok ağa’ diyormuş. Çiftlik sahibi; ‘Üç kızım var. Bunlardan hangisini beğenirsen al’ demiş. Dedem, arkadaşlarıyla anlaşmış ve ‘Biz buradan kaçalım’ demiş. On sene Rusya’da çalışmışlar. Kaçmak için Japonya’ya gitmeye karar vermişler. Üç arkadaş Japonya’ya varmışlar. Japon hükümetine durumu anlatmışlar. Onlar da bunları bir ticaret gemisine bindirmişler. 4-5 ay denizde yol gitmişler. O ticaret gemisi Yunanistan’a demir atmış. Yunanlılar bunları 3-4 ay salmamışlar. Ama onlar bir şekilde gemiden inip Yunanistan’a çıkmışlar. Fakat çok sıkı olduğu için orada barınamamışlar. Oradan da İtalya’ya geçmişler.

İtalyanlar bunları yakalamış ve casus muamelesi yapmış. Yakalanan casusların idamını halka ilan etmişler. Bütün halk toplanmış. Bunlardan birisini asmışlar. Orada kumandanın annesi de varmış. Asılmayı görünce dayanamamış. Oğluna; ‘Bunları asarsan sana hakkımı helal etmem’ demiş. Kumandan onları asmaktan vazgeçmiş ve tekrar bu iki kişiyi zindana atmışlar. Bunlar bir eğe temin etmişler. Tuvaletin lağımından girip kanalizasyon borusundaki demir parmaklıkları eğe ile keserek denize çıkmışlar. Orada gizlice bir yük gemisine binmişler. Gemi gele gele Antalya’ya demir atmış. Bunlar gemi boşaltılırken pırtıların altına saklanmışlar. Sandal kıyıya yükü bırakırken de saklandıkları yerden karaya çıkmışlar. Limandaki Türkler bunları yakalamış. Ne kadar anlattılarsa da kendilerinin Osmanlı subayı olduklarına inandıramamışlar. ‘Bu casusları öldürüp denize atalım’ demişler. Dedemgil; ‘Bizi öldürseniz elinize bir şey geçmez. Hükümete teslim edin, size büyük para verirler’ demiş. Bunları hükümete teslim etmişler.

Dedem başlarından geçen bütün olayları valiye anlatmış. Burdur’un Göresin köyü nüfusuna kayıtlı olduğunu bildirmiş. Antalya valiliği Burdur’a sormuş. Onlar da böyle bir nüfus kaydının olmadığını bildirmişler. Antalya valiliği bunları bir süre göz hapsinde tutmuş. 20-25 gün hükümet konağında kaldıktan sonra, bir gün konağın önünden dedemin akrabalarından birisinin geçtiğini görmüşler. Dedem onu tanıyıp çağırmış. Burdur’da nüfusun çıkmadığını söylemiş. O akrabası da Göresin köyünün Isparta’ya bağlandığını bildirmiş. Dedem durumu yetkililere anlatmış. Isparta’dan cevap gelince dedemleri, subay elbiselerini giydirip köylerine göndermişler.

Dedem, ‘Bu salavatın sayesinde Cenab-ı Hak bizi kurtardı’ diye anlatırmış. Dedem buradaki hocalarla sık sık Barla’ya Üstad’ın yanına ziyarete gidermiş...”

Görüldüğü gibi, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu insanının her biri bir yerde kalmış. Osmanlı Devleti can derdine düştüğü için esirlerle ilgilenmesi de mümkün olmamış.

Bediüzzaman, kendisinin Rusya’dan kaçışını teferruatlı anlatmamaktadır. O, sadece çok cesur ve dil bilen insanların bile muvaffak olamayacağı bir kaçışın, Cenab-ı Hakk’ın inayet ve yardımıyla olduğunu belirtmektedir. Demek ki, kavli ve fiili dualar birleşince, Allah’ın yardımı tecelli ediyor.

Bu vatanın kolay kazanılmadığı gibi, elde muhafazasının da çok büyük fedakarlıklar gerektirdiği, mutlak genç nesillere anlatılmalıdır. Bu ve benzer hatıraların filmleştirilmesi, bu anlamda büyük bir hizmet görür diye düşünüyorum.