Genç annenin sesi tarla ve bahçelerde yankılanıyor:
“Ali’nin karnı acıktııı!!!”
Uzaklarda bir yerlerde henüz dalından koparılmamış sebzeler bu sesle titreşiyor. Sevecen ve müşfik bakışlı insanlar mütebessim yüz ifadeleriyle dikkat kesiliyorlar annenin sesine. Organik tarım, hormonsuz sebzeler, sağlık ve hijyen vurguları… Kaşık kaşık yedirilen mama, sevginin ve ilginin tezahürü niteliğinde. Miniğin beslenme ihtiyacını en güzel şekilde karşılama noktasında her şeyin düşünüldüğü mesajı bu şekilde veriliyor izleyenlere. Son kare annenin ve bebeğin mutlu ve huzurlu görüntüleriyle tamamlanıyor.
Filmi en başa sarmaya ne dersiniz? Küçük Ali’nin henüz ağlayarak acıktım sinyali veremediği zamanlara. Şimdi yavrusu acıktığında onu en sağlıklı şekilde besleme hassasiyeti gösteren annesinin henüz ondan haberi olmadığı zamanlara. Aslına bakarsanız Ali’nin bile kendinden haberi yok. Gözlerin görmediği dar ve karanlık bir mekânda kimseler bir şey bilmezken bir hayat tohumu çatırdıyor. Bir hücre “ol!” emrine boyun eğiyor. Alemlerin Rabbi yeryüzünde misafir edeceği yeni bir insanın inşasını anne rahminde başlatıyor. Safha safha yaşanan bu sürece kimse dahil olamıyor. Halden hale geçişlerle haftalar süren sırlı yolculukta her şey bir plan ve programla yürüyor. Her biri hayati bir görevi icra edecek olan hücreler anlamlı bir bütün olma yolunda gittikçe farklılaşıyorlar, büyüyorlar. Zenginleşiyorlar böylece. Olmayan gözler, kulaklar, kalpler inşa ediliyor.
Bebek yapayalnız ve kendini ifade yeteneğine sahip değil henüz. Üstelik onu neyin beklediğini de bilmiyor. Yine de huzur ve güven dolu. Çünkü yokluktan varlığa çıkarılırken rahmet tecellileriyle yoğrulmakta. Bu muhteşem serüvende kendisinin farkında olmadığı ihtiyaçları karşılanıyor Hayat’ın Sahibi tarafından. Beslenerek yol alıyor. Acıkan karnını doyurmak için değil bu beslenme. Göreceği göz, işiteceği kulak, hissedeceği kalp ve diğer tüm azaları yerince gelişsin diye kimseler fark etmeden besleniyor minik canlı. Dünyaya geldikten sonra o en yakınlarım diye bileceği kişiler bile şu anda olayın tamamen dışındalar. Gözü şu renk olsun, boyu böyle olsun diyemezler. Her halükarda yapacakları şey, dünyaya gelen yavrularını sevgi ve şefkatle kucaklarına alıp bağırlarına basmak olacak. Dünya tatlısı bir ikram karşısında teşekkür ve minnet duygularından başka ne hissedilebilir ki.
Gün saymaların ardından muhteşem bir hayat tecrübesine geliyor sıra. Hayat filminde kadına başrol ve figüranlığın aynı anda biçildiği kare bu olmalı dedirten bir tecrübe. Tam içinde, merkezinde olduğunuzu düşündüğünüz, bir o kadar da dışında kaldığınızı hissettiğiniz, Hayat’ın Sahibi’ne sığınma ve teslimiyet duygularını zirvede yaşadığınız bir zaman dilimi. Anne olmanın anneleri anlama yolunda büyük bir ders olduğu gerçeği daha bir netleşiyor bu tecrübeyle.
Kucağa alınan bebek, derdini kelimelerle anlatamıyor. Ancak anne ile arasında özel bir dil var başkalarının çözemediği. Türlü ağlamalar türlü anlamlar içeriyor. Acıkıyor mesela. Annenin telaş etmesine gerek yok. Rahmet tecellileri devam ediyor çünkü. Doğum sonrası bahşedilen anne sütü tam da bebeğin ihtiyaçlarına cevap verecek özelliklere sahip. Kimselerin besin değerlerini ölçüp biçtikten sonra ısmarladığı veya bedelini ödeyip satın aldığı bir şey değil anne sütü. Misafir haneye gönderilen insan yavrusuna Rabbi’nin ikramıdır bu, anne aracılığıyla ulaştırdığı. Bebeğin hem karnı doyar hem sevgi ve şefkati yudumlar annesinden. Bu beslenmeden anne ruhu da payını alır şüphesiz.
İşte bütün bunlar bize, hayat yolculuğuna çıkardığı kullarını tâ en başından itibaren besleyen, doyuran, yediren, içiren, onları türlü nimetlerle rızıklandıran er-Rezzak’ı hatırlatıyor. Kimselerin derdi değilken kulunu dert edinen, onun ihtiyaçlarına en güzel şekilde cevap veren O. Anne karnında doğrudan rızıklandırdığı insanoğlu, dünyaya geldikten sonra sebeplere sarılmak zorunda kalıyor doymak için. Araya sebeplerin girmesi, zamanla, asıl nimeti bahşedenin O olduğu hakikatini perdeleme riskini getiriyor. Aşkın olanla bağların zayıfladığı ve sebeplerin ön plana çıktığı bir zihniyetin şekillendirdiği hayatın içinde doğanlar açısından bu risk daha bir dikkate alınmalı. Bizi düşünen, ihtiyaçlarımıza cevap vereni takdir etmek, minnet duygularımızı ve teşekkürlerimizi yöneltmek gerektiğini düşündüğümüz adres konusunda “kafamızın karıştırılma” tehlikesi söz konusu çünkü.
Hayatı üretim tüketim ilişkileriyle anlamlandıran, dünyayı ise gerekli gereksiz her türlü üretimin yapıldığı devasa bir fabrika ve tüketimin biteviye körüklendiği uçsuz bucaksız bir pazar yeri olarak algılayan zihniyet nedeniyle ekolojik dengenin alt üst olduğu, toprak, hava ve suyun kirlendiği bilinen bir gerçek. Organik tarım, hormonsuz üretim, hijyen hassasiyeti gibi tedbirler iyi niyetli çabalar kuşkusuz. Ancak hırs, tamah ve doğaya tahakküm etme temelli mevcut düşünce tarzı değişmeksizin her türlü iyi niyetli çabanın da gerçek anlamda derde derman olmayacağı açık. Reklam filmlerine konu olan ürünlerin, nihayetinde kâr maksimizasyonu gözetilerek piyasaya sürülmüş ticari metalar olduğu unutulmamalı. Duygusal vurguların da hedef kitleyi ürünü almaya sevk etme stratejisinin bir parçası olduğu göz önünde bulundurulmalı. Teşekkürün adresini şaşırmamalı velhasıl. Yeryüzünü insanoğluna musahhar kılıp tertemiz rızklar edinmesine vesile eyleyen, er-Rezzak olan Allah ise, teşekkürün ve minnet duygularının yöneltilmesi gereken de O olmalı. Kuluna şah damarından yakın olduğunu bildirenden, sebepler perdesine takılıp uzak düşmek ne büyük kayıp!
Peki, acıkan ve doyurulması gereken sadece karnı mıdır insanın? “Rızkı sadece boğazından geçen şey zannedenin aklına şaşarım.” diyor Hz. Aişe. Bedenimiz kadar belki ondan daha fazla ruhların, yüreklerin açlığını da hesaba katmak gerek öyleyse. Hayat’ın Sahibi bu ihtiyacımıza da cevap veriyor. Çünkü O Rahman’dır, Rahim’dir. İnsanoğluna tenezzül buyuruyor. Vahyine muhatap kabul ediyor onu. Biliyor ki, ilahi sofradan beslenmeyen ruhlar her daim açlık çekmeye mahkûm. Ruhu açlıktan bitap düşmüş insanlığın huzur bulması da mümkün değil.
Bugün dünyada açlıktan ölen insanlar var. Aslında bu ölümlere zemin hazırlayan da gün be gün ölümüne şahit olduğumuz insanlığın kendisidir. İnsanların cismen sureten halen var olduğu bir dünyada insanlık mumla aranıyorsa hayatın içinde eksik bırakılan veya ihmal edilen çok önemli bir husus var demek ki. Merhamete hayat hakkı tanımayan benmerkezci anlayış nedeniyle yerküremizi kasıp kavuran şiddet, zulüm, mutsuzluk ve huzursuzluk şu haykırışın lisan-ı hal ile ifadesi değil midir?
“İnsanlığın ruhu acıktııı!!! İnsanlık açlıktan ölüyor!!!”
Bu çağrıya cevap hazır. Yeter ki gözler görmeye, kulaklar işitmeye, kalpler hissetmeye niyetli olsun. İşte Ramazan geldi. Kur’an ayı Ramazan. Halden şikayet etmek yerine, dertlere deva olacak Kur’an’la buluşmak, halleşmek zamanı. Yeni bir imkân. Yine bir imkân. Şükürler olsun. Mübarek olsun.