Ben hepinizin bildiği, yakından görebildiği bir organım. Yaklaşık 10 cm uzunluğunda 60-70 gram ağırlığındayım. Asli görevim tat alma ile yiyecekleri çiğneme ve yutma işlemlerine yardım etmektir. Ayrıca insanlarda konuşma işlevinde de yardımcı olurum. Her gün kaç öğün yemek yiyorsanız beni o kadar iyi tanırsınız.
Sizlerin de Abdullah gibi anne karnında 11 aylık bir fetüs iken dil adını verdiğiniz bu organınız yaratılmaya başlar. Ama henüz bu organınızla beslenmeye başlamazsınız çünkü orada göbek kordonunuz ile beslenirsiniz. Ben asli görevime doğumdan sonra başlarım.
Ben Abdullah’ın diliyim ve üst kısmımda 10 bin adet tat tomurcuğum vardır. Bunlar minicik organcıklardır. Her bir tomurcuğumda 50-100 kadar tat hücrem vardır. Dilin tat alma sisteminde algıladığı beş farklı tat vardır, bunlar tatlı, tuzlu, ekşi, acı ve umami (hoşa giden, iştah açıcı bir tattır.) Bu tat cisimciklerim ayrı ayrı tatları alır ve telgrafın telleri gibi içimde dağılmış sinirler onları beyindeki tat merkezine iletirler. Dilin uç kısmı tatlı, arka yanlar ekşi, ön yanlar tuzlu ve arka kısmı acı tadını daha yoğun bir şekilde alır.
Bütün diller birbirine benzese de dil üstünde de parmak izi gibi kişiye özel izler vardır.
…
Abdullah bir gün kütüphanede Lem’alar isimli bir kitapda şu hikayeciği okur:
“Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam Şeyh Geylânî’nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın bir tek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs’ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş:
“Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!”
Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh!” (Allah’ın izniyle kalk (diril). O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.”
İşte, Hazret-i Gavs’ın bu emrinin mânâsı şudur ki: Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.
İşte Abdullah, dilini kullanırken bu hikâyecikten çok etkilendi ve kendine rehber aldı. O, tatların şehvetine kapılıp, asla hedonist adı verilen bir esir olmadı. O, tattığı bütün yiyecek ve içecekleri bir nimet olarak kabul etti, dilini kullanırken bu nimetleri veren yaratıcıyı düşündü ve Ona şükretti. O bu hikayecikten sonra dilin gerçek görevlerini anladı. Abdullah, vücuduna girecek olan gıdaların idaresi noktasında tat duyusuna vücudun kapıcısı görevi verdi, zararlı şeylerin midesine girmesine engel oldu. Dilini lezzetleri rüşvet olarak alan, her şeyi mideye gönderen bir kapıcı durumuna düşürmedi. Çünkü o, benim asli görevimin gıdaları teftişle görevli bir müfettiş olduğumu düşünüyor.
Abdullah, beni midesinin efendisi olarak görmez. Midesini dilinin efendisi olarak kullanır. Abdullah, dilindeki tat duyusuyla, Allah’ın bütün canlılara rızık verici özelliğini yani Rezzak isminin ne kadar geniş bir sahada kendini gösterdiğini anlayıp şükreder. O, yalnız yemek için yaşamaz, yaşamak için yer ve şükreder, israf etmez.
…
Abdullah diliyle tatlara bakarken nasıl hareket edeceğini öğrenmişti ama onun konuşmasına da katkıda bulunan dilini bu konuda nasıl kullanacaktı?
Bunun cevapları da bu kütüphane içinde saklı olmalıydı, bir sürü kitap karıştırdı ve bulduğu şu cümleleri not defterine kaydetti:
1- Söz; ağızdan çıkana kadar senin esirindir. Ağızdan çıktıktan sonra sen onun esiri olursun. (Hz. Ali)
2- Allah'a ve âhiret gününe inanan, ya hayır söylesin ya da sussun! (Hadis, Buhârî, Edeb, 31, 85)
3- Özür dilemek zorunda kalacağın bir sözü söyleme! (Hadis, İbn-i Mâce, Zühd, 15)
4- Kul, iyice düşünüp taşınmadan bir söz söyleyiverir de bu yüzden cehennemin doğu ile batı arasından daha uzak bir yerine düşer gider. (Hadis, Buhârî, Rikâk, 23)
5- Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil. (Yunus Emre)
Abdullah kütüphaneden bunları okuyup çıktıktan sonra bambaşka biri olmuştu. Bu okuduklarına göre beni kullanmaya başladı. Ben ondan memnun, o benden memnun yaşayıp gidiyoruz. Bu yazıyı okuyan sizler de Abdullah gibi yapabilirsiniz, inanın çok zor değil.