Yakın gelecek, Ortadoğu’da dökülen kanın azalması şöyle dursun, daha da artacağı bir karmaşaya doğru sürükleneceğini gösteriyor. ABD’nin Irak’ı işgali ve ülkede yaşanan kaos, Hamas’ın seçimleri kazanmasıyla tırmanan gerilim, kötüye gidişin öncü işaretleri.
Zaten yıllardır Filistin’de oluk oluk kan akıyor. Sokaklardan her gün birilerinin cesedi kaldırılıyordu.
Bir tarafta bunlar yaşanırken, diğer tarafta üzerindeki insancıl fırça darbelerine rağmen olumsuz etkileri giderek gizlenemez hâle gelen yeni dünya düzeni, harama şehvetle dalan kocaman bir mide gibi, dünyayı yutmaya çalışan düzenekler kuruyor. Bu düzeneğin adı, bugün için küreselleşme ve serbest piyasa. Çağrışımları ‘iyi amaçlarla kullanılabilir’ gibi görünse de, çok uluslu şirketlerde konuşlanmış ve siyasî iradeleri arkalarına almış dünyanın aç gözlü ve değer tanımaz insanları, hedeflerini, günümüzde bu masum etiketin ardında gerçekleştiriyorlar. Kalabalıkların savunma duvarları, bu etiket sayesinde düşüyor çünkü.
Ve çağımızda pek çok şey bu amaca hizmet ediyor. Medya, futbol, eğlence, reklâm... Bunlar sayesinde kalabalıklar akılsızca tüketmeye şartlandırılıyor. Tüm bu mekanizmaya rağmen direnenler olursa, o zaman yeni dünya düzeninde güçlülerin orduları devreye giriyor. Irak’ta olduğu gibi, asker sivil ayırt etmeden üzerlerine bombalar yağdırılıyor.
Yeter ki, güçlülerin ürettiği, ama kendi ülkelerinde satacak adam bulamadığı mallar alınsın. Yeter ki, onların kasalarına akan paranın miktarı eksilmesin, artsın. Onlar da nefislerinin arzu ettiği gibi bir hayat sürsün. Arazisi geniş evlerde otursunlar, göz altlarında torbalar oluşmasın, dünyanın parasını yatırdıkları tıbbî çalışmalarla ömürlerine bir 5-10 yıl daha katabilsinler.
Adına ‘yeni dünya düzeni’ denen bu düzenin dayanağı hak değil, kuvvet. Hedefi fazilet değil, menfaat. Hayat prensibi yardımlaşma değil, çatışma. İnsanlar arasında kurduğu bağ iman bağı değil, menfaat bağı. Meyvesi ulvî hisleri tatmin edip olgunlaştırmak değil, nefsi tatmin ve ihtiyaçları çoğaltmak.
Peki bu düzenin arkasında kimler var?
Hiç kuşku yok ki, Ortadoğu’da görülen doğrudan etkisiyle İsrail, Amerika ve dünyanın başka yerlerinde dolaylı etkileriyle Yahudiler, yani İsrailoğulları. Düzenin kurucu aktörleri onlar.
Bu sayıda, İsrailoğulları’nın geçmişlerine biraz daha ışık tutmak istedik. Allah’ın onlara yaptığı lütuf ve ihsanlara karşı, onların nasıl tepki verdiklerini, nasıl bir ruh haliyle Allah’ın hükümlerine karşı geldiklerini, âdeta O’na savaş açtıklarını inceleyelim istedik. Ayrıca, biz Müslümanların, dünya hayatını seçen ve bu sebeple dünyada Rabbin hükümlerine karşı gelerek bozgunculuk çıkaran İsrailoğulları’na karşı yerimiz, konumumuz ve tepkilerimizin ne olmasını gerektiğini ele almaya çalıştık.
Zira, araştırmalarımız esnasında Cenab-ı Hakk’ın asırlar önce bunu bizzat gerçekleştirmiş olduğunu gördük. Hem de, İsrailoğulları’na gönderdiği peygamberinin dilinden bizzat hitap ederek!
İbnü Cerir1 tefsirinde yer alan ve Elmalılı Hamdi Yazır’ın da naklettiği bu ilâhî hitap, İsrailoğulları’nın yeryüzünde çıkardıkları iki büyük fesat devrinden ilkinde kendilerine gönderilen Şa’ya aleyhisselâmın2 dilinden gerçekleştirilmiş. Ki bu fesat devri, Şa’ya aleyhisselâmın öldürülmesi ve arkasından İsrailoğulları’nın ‘Buhtunnassar’ın3 orduları tarafından bir musibete uğratılmasıyla son buluyor. ‘Buhtunnassar’, İsrailoğulları’nı savaş meydanında öldürmekle kalmıyor; evlerini de arayıp saklandıkları yerde öldürüyor.
İbret ve hayretle okuyacağınızı düşündüğümüz bu ilâhî hitabın, gözlerimizin açılmasına ve hayra vesile olmasını umut ediyoruz.
…
“Ey gök dinle! Ey yer sus! Çünkü Allah Teâlâ İsrailoğulları’nın durumunu anlatacak.
O İsrailoğulları ki, (Allah) kendi nimetiyle büyütmüş, kendisi için seçmiş, ihsanı ile seçkin kılmış, kullarına üstün kılmış ve ihsanıyla başkalarına üstün tutulmuştu. Halbuki onlar, çobanı olmayan kaybolmuş davar gibi idiler. Öyle iken ürkenlerini yatıştırdı, kaybolanlarını topladı, kırıklarını sardı, hastalarını tedavi etti, zayıflarını semizlendirdi, semizlerini korudu. Bunu yaptığı zaman azdılar, koçları tosuşmaya başladı, birbirlerini öldürüyorlar, hatta kırığı kendine sarılacak sağlam bir kemik bile kalmadı. Yazıklar olsun bu hatayı yapan ümmete, yazıklar olsun şu hatayı yapan topluma ki, ölümün kendilerine nereden geldiğini anlayamıyorlar. Deve bile vatanını hatırlar da ona döner gelir. Eşek bile üzerinde doyduğu bağı hatırlar ve ona geri döner. Öküz bile semizlendiği şenliği hatırlar ve ona döner gelir. Bu toplum ise öküz değil, eşek değil, akıl sahipleri oldukları halde, ölümün kendilerine nereden geldiğini farketmiyorlar.
Ben onlara bir misal vereceğim, dinlesinler:
Bir zaman boş, harap, bayındır olmayan ölü bir arazi vardı. Ve bunun kuvvetli ve bilgili bir de sahibi vardı. Onu imar etmeye başladı. Kendi kuvvetli iken arazisinin harap olmasını veya bilgili iken ‘boşuna harcadı’ denilmesini istemedi. Etrafını duvarla çevirdi, içine sağlam bir köşk yaptı, ortasından ırmak geçirdi. Zeytinden, nardan, hurmadan, üzümden ve türlü türlü meyvelerin hepsinden cins cins ağaçlar dikti ve onu kuvvetli, güvenilir, görüş sahibi, çalışkan bir korucunun korumasına emanet bıraktı, gelişmesini bekledi. Tomurcuklandığı ve meyveleri keçi boynuzu çıktığı (arzu edilmeyen bir meyve verdiği) zaman, “Aman bu ne kötü arazidir! Bunun duvarını, köşkünü yıkalım, ırmağını kapayalım, bekçisini yakalayalım, ağaçlarını yakalım; eskiden olduğu gibi harap olsun, imardan iz ve eser kalmasın.” dediler. Bu davranış nasıldır, buna ne dersiniz?
İşte, o duvar benim zimmetim, köşk şeriatım, nehir kitabım, koruyucu peygamberim, dikilen ağaçlar da onlar (İsrailoğulları), o ağaçların çıkardığı keçi boynuzu da onların kötü amelleridir. Ben de onlara, kendi aleyhlerine verdikleri hükümle hükmettim. (Ortaya çıkan kötülük, kargaşa ve cinayetlerin kendi nefislerinden kaynaklandığını görmeyip, kendilerine gönderilen kitabı, şeriatı, peygamberi suçlamaları dolayısıyla ben de bunları hayatlarından çıkardım ve geriye birbirlerine ve kendilerine kötülük eden nefisleri kaldı. Bu, benim istediğim hüküm değildi, onların kendi aleyhlerine verdikleri bir hükümdü.) O, onlara Allah’ın verdiği bir misaldir. Bana, sığır ve koyun kesmekle yaklaşmak istiyorlar. Halbuki et, bana ulaşmaz ve ben onu yemem. Bana takva ile, haram kıldığım nefisleri boğazlamaktan sakınmakla yaklaşmayı bırakıyorlar. Kanlarla elleri boyanmış, elbiseleri bulaşmış. Benim için evler ve ibadet edilecek yerler yükseltip sağlamlaştırıyorlar ve onların içlerini temizliyorlar da, kendi kalblerini ve vücutlarını pisliyorlar ve kirletiyorlar. Benim için evleri ve ibadet yerlerini yaldızlı nakışlarla süslüyorlar da akıllarını, fikirlerini bozuyorlar. Benim, evleri yükseltip sağlamlaştırmaya ne ihtiyacım var? Ben o evlerde oturmam, benim nakışlı ibadet yerlerine ihtiyacım mı var? Ben onlara girmem, ben onların yükseltilmesini ancak içlerinde zikir ve tesbih edilmem için ve namaz kılmak isteyenlere bir alâmet olması için emrettim.” (İsrailoğulları Allah’a yakınlaşmak için kurban kesiyor, ibadet edilecek yerler yapıyor, buraları yaldızlı nakışlarla süslüyorlar. Fakat Allah onlardan öncelikle bunları istemiyor. Onlardan kurbandan önce nefislerini boğazlamalarını; ibadet yerlerini süslemezden evvel akıl ve fikirlerini süslemelerini istiyor. Bu çağda yaşayan Müslümanların da sanki kendilerine hitap ediliyormuş gibi büyük bir dikkatle ele almaları gereken bir mesele.)
Diyorlar ki: “Eğer Allah’ın, bizim dostluğumuzu ve kaynaşmamızı pekiştirmeye gücü yetse idi elbette toplardı. Ve eğer bizim kalplerimize anlatmaya Allah’ın gücü yetse idi mutlaka anlatırdı.”
İki kuru ağaç al, en çok yakınlaştıkları bir sırada birleştikleri yere var. O iki ağaca hitap ederek, Allah da size ikinizin bir ağaç olmanızı emrediyor. Bu emri duyunca iki ağaç birbirine karışıp hemen birleştiler. Bundan dolayı Allah, buyurdu ki: “Söyle onlara gördünüz ya ben, iki kuru ağacı birleştirmeye kadirim. Dileseydim sizin dostluğunuzu birleştirmez miydim veya kalplerinize söz geçiremez miydim? Halbuki ona ben şekil verdim.” (Hakikat şu ki, dostluğunuzu birleştirebilir, kalplerinize söz geçirebilirdim. Benim buna gücüm yeter. Ama siz kendi aranızda ayrılığı ve kalbiniz yerine, nefsinize kulak vermeyi seçtiniz. Ben de Hakîm ismim icabı, sizin tercihlerinizi—muradım hilafına olsa da—gerçek kıldım. Bu konuda beni güçsüz imiş gibi göstermeniz ve nedeni burada aramanız, nefsinizin size oynadığı bir oyundur ve hakikati tahriftir.)
Diyorlar ki: “Oruç tuttuk, orucumuz kabul makamına yükselmedi, namaz kıldık namazımız nurlanmadı, sadaka verdik sadakalarımız sebebiyle malımız artırılmadı, güvercin gibi inleyerek dualar ettik, kurtlar gibi uluyarak ağladık hiçbiri işitilmedi, dualarımız kabul edilmiyor.”
“Onlara sor, benim duaları kabul etmeme engel olan nedir? Ben işitenler içinde en fazla işiten, bakanlar içinde en fazla gören, cevap verenlerin en yakını, merhamet edenlerin en merhametlisi değil miyim? Elimdeki şeyler mi azdır? Nasıl olur ki? Benim kudret ellerim iyilik yapmaya açıktır, dilediğim gibi harcarım ve bütün hazinelerin anahtarları benim yanımdadır. Onları benden başkası ne açar, ne kapatır. Gerçekten benim rahmetim her şeyi kuşatır. Birbirlerine merhamet edenler, ancak o sayede ederler. Yoksa sonradan cimri mi oldum? Ben cömertlerin en cömerdi, bütün iyilikleri yapmayı sevenim; verenlerin en cömerdi, kendisinden dilek istenenlerin en fazla kerem sahibi değil miyim? Eğer şu kavim benim kalplerinde parlattığım—ondan sonra kendilerinin onu atıp da dünyayı satın aldıkları—‘hikmet’ ile nefislerine bir göz atsalardı, nereden vurulduklarını görürler ve en büyük düşmanlarının, kendi nefisleri olduğunu tam olarak bilirlerdi.
Ben onların yalan sözle ayıp ve kusurlarını örterek iyi göründükleri, haram yemekle kuvvet almak istedikleri oruçlarını nasıl kabul ederim? Onların kalpleri benimle savaşmaya, yarışmaya kalkışan, haram kıldıklarımı işleyenlere kulak verip dururken namazlarını nasıl nurlandırırım? Veya sadakaları benim katımda nasıl zekat yerine geçer, mallarını temizler ki? Onlar başkalarının mallarını sadaka olarak veriyorlar. (Başkalarından onların arzusu dışında mecburî hediye, rüşvet ve faiz gibi yollarla mallar ediniyorlar ve sanki kendi mallarıymış gibi onun içinden sadaka veriyorlar. Bu sadakaları nasıl kabul edebilirim?) Ben onlarla [bu sadakalarla] ancak kendilerinden gasb edilmiş olan sahiplerini mükafatlandırırım. Hem dualarını nasıl kabul ederim ki? O ancak dilleri ile söyledikleri bir sözdür, yaptıkları ise ondan çok uzak ve farklıdır. Ben ancak yumuşak huylunun duasını kabul ederim, ancak zavallı zayıf yoksul kimselerin sözünü dinlerim ve yoksulların, miskinlerin rızası benim rızamın alâmetlerindendir. Fakirlere merhamet, zayıflara yanaşma, mazluma insaf, malı gasb edilene yardım, hazırda bulunmayana adalet etseler, dullara, yetime, yoksula ve her hak sahibine hakkını verseler! (keşke böyle yapsalar!)
Ve o vakit onların gözlerinin nuru, kulaklarının duyma gücü, kalplerinin anlayışı olurdum. Ve o vakit bellerini doğrultur, ellerinin ve ayaklarının kuvveti olurdum. Ve o vakit dillerini ve akıllarını sağlamlaştırırdım. ”
Sen benim peygamberlik işlerimi tebliğ edip, onlar sözümü işittikleri zaman: “Bunlar uydurma laflar, birinden birine miras kalan lakırdılar, büyücülerin ve kâhinlerin yazdıkları eserlerden bir eserdir.” diyorlar. Ve kendileri de böyle bir söz söylemek isteseler yapabileceklerini ve şeytanların onlara yapacağı vahy ile gaybdan haberdar olabileceklerini iddia ediyorlar. (İsrailoğulları öteden beri yapageldikleri büyü işleri ve şeytanlardan yalan yanlış edindikleri gayb bilgileri ile gelecekten haberdar olabileceklerini ve kendilerinin de vahiy kitabına denk bir kitap yapabileceklerini iddia ediyorlar. Açıkça, Rableri ile rekabete girip, ona savaş açıyorlar.) Ve hepsi bu söylediklerini gizliyor, sır tutuyor. Durum böyle ise onlar bilirler ki, ben göklerin ve yerin gaybını bilirim. Ve onların açıkladıkları ve gizledikleri şeyleri de bilirim. Ben gökleri ve yeri yarattığım gün, kendim için var ettiğim bir hüküm verdim. Ve ona önünde bitiş vakti belli olan bir zaman belirledim ki o mutlaka gerçekleşecektir.
Eğer onlar gayb ilminden çalmalarında doğru iseler, haydi sana haber versinler ben o hükmü ne zaman tatbik edeceğim, o ne zaman olacak? Eğer onların, dilediklerini yapmaya güçleri yetiyorsa, benim onu yapacağım kuvvet gibi bir kuvvet göstersinler. Ben onu (İsrailoğulları gibi Allah’a şirk koşan) müşriklerin istememesine rağmen, her dinin üstüne çıkaracağım. Eğer onların, dilediklerini söylemeye güçleri yetiyorsa, o hüküm emrini vereceğim. (Yapabiliyorlarsa) Hikmetin benzerini telif etsinler (yazsınlar.) Çünkü ben gökleri ve yeri yarattığım gün şöyle hükmettim: “Peygamberliği, ücretle çalışanlar içinde kılayım, mülkü çobanlara, yüceliği alçak (toplum içindeki konumu düşük) kimselere, kuvveti zayıflara, zenginliği fakirlere, serveti malı en az olanlara, şehirleri kırlara, kaleleri çöllere, beredayı enginlere, ilmi cahillere, hükmü okuma-yazma bilmeyenlere çevirip vereyim.”4
Onlara sor şimdi, bu ne zaman? Ve bunun başına geçecek kimdir? Kimin eli ile ben bu sünneti açacağım? Bu işin yardımcıları ve destekleyenleri kimlerdir? Biliyorlarsa söylesinler. Ben bunun için okuma, yazma bilmeyen bir peygamber göndereceğim. Sert değil, kaba değil, sokaklarda bağırmaz, edebe ve terbiyeye uymayan davranışta bulunmaz, edebe aykırı söz söylemez. Ben, ona her güzellik için doğru bir davranış vereceğim, her güzel ahlâkı ona bağışlayacağım. Sükûneti elbisesi, iyiliği prensibi, takvayı gönlü, hikmeti düşüncesi, doğruluk ve vefakârlığı tabiatı, affı ve şeriatın hoş gördüğü şeyleri ahlâkı, adalet ve iyiliği yaşantısı, hakkı şeriatı, hidayeti imamı, İslâm’ı milleti, Ahmed’i ismi kılacağım. Sapıklıktan sonra onunla hidayet edeceğim. Cahillikten sonra onunla öğretim yapacağım, düşkünlükten sonra onunla yükselteceğim, tanınmazken onunla şan vereceğim, azlıktan sonra onunla çoğaltacağım, darlıktan sonra onunla zenginleştireceğim, ayrılıktan sonra onunla toplayacağım. İhtilafa düşen kalpleri, dağınık arzuları, bölünmüş ümmetleri onunla birleştireceğim. Ümmetini, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet yapacağım.5 (Allah hükmünü gerçekleştirmek için bizim peygamberimiz Hz. Muhammed’i (sav) seçeceğini, ona nasıl bir güzel ahlâk vereceğini ve bu ahlâk vasıtasıyla ne gibi gelişmelerin olacağını açıkça izah ettikten sonra, şimdi de, “en hayırlı ümmet” olarak vasıflandırdığı ümmet-i Muhammed’in vasıflarını sıralamaya ve onların yapacaklarını anlatıyor.)
Benim birliğime inanmak için bana iman ve ihlas ile şeriatın uygun bulduğunu emredecek ve şeriatın yasakladıklarını nehyedecekler. Ayakta, oturarak, rükuya vararak ve secde ederek bana namaz kılacaklar. Benim yolumda saf tutarak ve düşmana karşı yürüyerek savaşacaklar. Benim rızamı elde etmek için mallarından, yurtlarından çıkacaklar. Ben onlara camilerinde, meclislerinde, yattıkları, gezdikleri yerlerde tekbir, tevhid, tesbih, hamd, övgü ilham edeceğim, sokak başlarında tekbir, tehlil ve takdis edecekler. Benim için yüzlerini, el ve ayaklarını temizleyecekler, bellerine ihramlar bağlayacaklar, kurbanları kanları, kitapları göğüsleri, gece rahip, gündüz arslan. O benim bir lütfumdur ki, dilediğime veririm. Ve ben çok büyük lütuf sahibiyim.6
•••
Şa’ya aleyhisselâm sözünü bitirince, Allah'ın kendilerine vahy ettiği sözler yüzünden hiddetlenip öfke histerisine kapılan sapkın İsrailoğulları, öldürmek için üzerine saldırmışlar. O da kaçıp bir ağaca gizlenmiş, eteğinin dışarda kalan ucunu görmüşler, testereyi dayayıp onu ağaç ile beraber biçmişler. Sonra Ermiyâ aleyhisselâmı da hapsetmişler. Allah Teâlâ da Buhtunnassar’ı onlara musallat edip cezalarını vermişti.
AÇIKLAMALAR:
1. İmam et-Taberî (838-923), tam adıyla Ebû Cafer Muhammed ibn Cerîr et-Taberî. Taberistan’da dünyaya geldi, ilk tahsilini burada yaptı. İlim tahsili için Rey, Basra, Küfe, Medine, Suriye ve Mısır gibi şehir ve ülkeleri dolaştıktan sonra, hilâfet merkezi olan Bağdat’a yerleşti. Kaynaklar onun hocaları ve talebeleri için uzun bir liste vermektedir. Zamanında hadis, fıkıh (Hanefi, Şâfiî ve Mâlikî fıkıhları), kırâat, tarih ve edebiyat sahalarında meşhur olan birçok âlimden ders aldı, yetiştikten sonra da bütün bu ilimlerde eserler verdi.
2. İsrailoğulları’na gönderilen peygamberlerdendir. Hz. Musa’nın dinini yayıp, Tevrat’ın hükümlerini bildirdi.
Hz. Musa’dan sonra hak yoldan sapan İsrailoğulları kendilerine gönderilen peygamberlere ya kısa bir süre tâbi oldular veya isyan ettiler. Hz. Şa’ya, Hz. Musa’nın dinini tebliğ etmek üzere peygamber olarak gönderildi. Peygamberliği Hz. Zekeriyya, Hz. Yahya ve Hz. İsa’dan önce idi. Hz. Şa’ya, İsrailoğulları’na Allahü Teâlâ’nın emirlerini bildirip nasihat etti. Muhammed aleyhisselâmın geleceğini bildirdi. Onun zamanında, saltanat kavgaları yüzünden birbirine giren İsrailoğulları’na, nasihatte bulundu. Fakat onu dinleyen olmadı, İsrailoğulları iyice düşman oldular. Nihayet Hz. Şa’ya’yı şehit ettiler.
3. Babil hükümdarının orduları Kudüs’e girip ele geçirdiler. İsrailoğulları’ndan pek çok kimseyi öldürdüler.
4. Allah şimdi de İsrailoğulları’na meydan okuyor ve hükmünü onlara rağmen gerçekleştireceğini bildiriyor. İsrailoğulları’nın Allah’ın vereceği hükmün zamanını bilemeyeceklerini, o hüküm geldiği vakit ortaya çıkacak kuvvet gibi bir kuvvet gösteremeyeceklerini, o hükmün sözlerini ihtiva eden Kur’an-ı Kerim gibi bir vahiy kitabı yazamayacaklarını ifade ediyor. Ayrıca İslâm’ın gelişme döneminde görülen hâllere işaret etmektedir. İslâmiyet döneminde Mekke’nin önde gelen kuvvetli, zengin, serveti çok olan müşriklerine karşı şehrin zayıfları, fakirleri, serveti az olanları galip gelmiştir. Ayrıca, Mekke’ye göre kırlık bir alanı temsil eden Medine’nin Peygamberimiz ve ashabın hicretinden sonra Mekke üzerinde üstünlük sağlaması; yine Mekke’nin cahil diye nitelenebilecek kimselerinin sonradan ilmin en önde gelen temsilcileri olmaları; ve en önemlisi, Allah’ın hükmü Sevgili Peygamberimiz gibi, okuma-yazma bilmeyen birisine vermesi, O’nun gök ve yer yaratılırken verdiği hükmün gerçekleştiğinin misalleridir.
5. Bu paragrafta, Peygamberimizin İsrailoğulları’nın azgınlıklarından sonra Allah tarafından nasıl bir göreve getirileceği ve ona nasıl bir güzel ahlâk bağışlayacağı ayrıntılarıyla birlikte, beliğ bir surette izah ediliyor. Ayrıca, yine bu bölümde, Allah peygamberimiz vasıtasıyla, insanlığı yeniden yükselteceğini, terbiye edeceğini, şan vereceğini, çoğaltacağını, zenginleştireceğini, toplayacağını, ihtilafa düşen kalpleri, dağınık arzuları, bölünmüş ümmetleri birleştireceğini belirtiyor.
Demek oluyor ki, Allah peygamberimiz vasıtasıyla, insanları yeniden doğru yola eriştiricek, dünya üzerinde insanlığa çok büyük ve hayırlı bir dönüşüm yaşatacak, aynı zamanda Hristiyanlar gibi dağılmış olan ümmetleri Muhammed ümmetiyle yeniden birleştirecektir. Onun sayesinde kalpler, arzular ve ümmetler yeniden tevhid sancağı altında birliğe kavuşacaktır.
Yine, bu paragrafta, Cenab-ı Hak, insanlar içinde çıkarılacak olan en hayırlı ümmetin ümmet-i Muhammed olacağını da müjde veriyor ki, bunun için ne kadar şükretsek azdır.
6. Bu bölümde Allah, Ümmet-i Muhammed’in vasıflarını açık bir şekilde izah ediyor.
Birinci cümle, ümmetin iman ve ihlas ile şeriatın emirlerini emredip, yasakladıklarını nehyedeceklerini ifade ediyor. İkinci cümle, ümmetin namaz kılacağını, üçüncü cümle, birlikte cihad edeceğini, dördüncü cümle, Allah rızası için hicret edeceklerini açıklıyor. Beşinci cümle ise, Allah’ın kendilerine camilerde, meclislerde, yattıkları ve gezdikleri yerlerde ilham edeceğini belirtiyor. Ayrıca, yine bu cümle “yattıkları, gezdikleri yerlerde” de iman sahiplerinin tekbir, tevhid, tesbih, hamd gibi ilhamlara mazhar olacaklarını belirtiyor.
Yine, altıncı cümle ümmetin namazdan önce abdest alacağını, hac edeceklerini, kurban keseceklerini, Kur’an-ı Kerim’i göğüslerinde taşıyacaklarını, yani onu “hıfz edeceklerini” ve amel ederken ona göre hükmedeceklerini, geceleri ibadet ve tefekkürle geçireceklerini, gündüz ise gecenin feyzi ile cesurca hareket edeceklerini müthiş bir belagatla izah ediyor.
Tüm bu izahlardan sonra, kendini Müslüman olarak tanımlayan herkesin Allah’ın kendilerine nasıl bir nazar ile baktığını, kendilerine ne kadar ehemmiyet verdiğini ve kendilerini nelerle vazifelendirdiğini iyice idrak etmeleri gerektiğini belirtmekte fayda var. Gerçekten, bugünün nerede duracağını bilemeyen, kimlik sorunu yaşayan, olup biteni kavrayamayan pek çok Müslümanın ciddi bir silkinişe ihtiyacı var doğrusu.