TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Çete Üyesinin Anatomisi

Psikolog bir yandan gazetede LİSEDE ŞİDDET!” adlı haberi okurken, diğer yandan az önce konuştuğu çocuğun  nasıl çete üyesi olabildiğini anlamaya çalışıyordu.

 

Epeyce kilolu bir çocuktu. Psikoloğun tam karşısında oturuyordu. Uzunca bir süredir kendisini rahatsız eden bir şikâyetine çözüm bulmaktı niyeti.

İçinde bir sesvardı, bir iç ses... Ve ne zaman sonucunun iyi olacağını bildiği bir şeyi yapmaya niyetlense, ortaya çıkıp Hoop! Ne gereği var kendini boş yere yoruyorsun?” diyerek kendisine engel oluyordu.

En son geçen gün yine rahatsız etmişti o iç ses. Canı su istiyor, ama evde oturduğu yerden kalkıp su içemiyordu. Çünkü o iç ses, kendisine Boşver! İçmesen de olur, ne diye kendini yoracaksın.” diyordu. Artık bu durum dayanılmaz bir hâl almaya başlamıştı.

Sorun hem ciddiydi hem de güç.

Psikolog, belki ipucu bulabilirim düşüncesiyle onu ailesinden bahsetmeye yönlendirdi.

Babası ve annesi zor bir çocukluk yaşamışlardı. Sonra sanki yaşamdan intikam almak istercesine çok çalışmış ve varlıklı hâle gelmişlerdi.

Çocukları olunca, ilk düşündükleri şey onun kendileri gibi zor şartlarda yaşamaması oldu. Onun çocukluğu çok güzel geçmeliydi. Canının istediğine, canının istediği zaman ulaşabilmeliydi. Anne baba olarak onların görevleri de, bunu sağlamaktı. Oyuncaksa oyuncak, yiyecekse yiyecek, giyecekse giyecek.. her ne isterse o!

Yalnız, bunu sağlamak için kendilerinin aynı tempoda çalışmaya devam etmeleri gerekiyordu. Gerekirse akşam geç vakitlere kadar.

Böylece çocukluğunun her döneminde ihtiyacından çok fazlasına maruz kaldı. Çok oyuncak, çok yiyecek, çok harçlık. Fakat bütün bunlar, az ilgi, az vakit ayırma, hatta zaman zaman az sevginin karşılığında sağlanabiliyordu. Çünkü anne babanın çok çalışmakla eline geçen, para ve paranın alabildiği türden şeylerdi.

Anne babası kendisini ne kadar çok sevdiğini söyleseler de, kalbinde onların işlerini kendisinden daha çok sevdiğini hissediyordu. Çünkü, işe çocuklarından daha fazla vakit ayırıyorlardı.

Onlar çocuklarına bakıcı tutmakla, onu spor okullarına, İngilizce ve diğer bilimum kursa göndermekle görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiklerini düşünüyorlardı.

Aslında kendi üzerlerine düşen sorumlulukları sürekli başkalarına ihaleediyorlardı. Bakımını, eğitimini, her şeyini. Ama anne babalık ihale edilemezdi ki!

Çocuk anne babasını birlikte ne kadar da az görüyordu. İçin için buna çok üzülüyor, kederleniyordu. Ama anne babası bunun da bir çaresini bulmuştu: güzel bir lokantada pahalı bir aile yemeği. İşte birlikteidiler. Sahiden öyle miydiler?

Anne-baba ile çocuk arasındaki en büyük engel, anne-babanın duyarsızlığıydı. Kendi zihinlerinde çocuklarına ilişkin kendilerine göre kurdukları algılama, onların çocuklarını önyargısız biçimde görmelerine engel oluyordu.

Onu ruhu, bedeni, fıtratı ile kendine has bir varlık olarak kavramayı becerememişlerdi. Onu tanımaya çalışmamışlardı. Onu gerçekten dinlemeye hiç vakit ayırmamışlardı. Ondan sadece kendilerini dinlemesini istemişlerdi. Onun için bütün iyi şeyleri kendilerinin düşündüklerini düşünüyorlardı. Ama onun için neyin iyi olacağını hiç ona bırakmamışlardı; ne de bunun için bir ortam oluşmasına müsaade etmişlerdi.

Çocukları olduğunda onun kendileri gibi olmamasını istiyorlardı. Tüm çabaları bunun için olacaktı. Ama fark etmeden, onu kendilerine benzetiyorlardı. Ona rahat ve mutlu bir hayat sunmaya çalışıyor gibiydiler. İstediği her şeyi almaya çalışıyorlardı. Ama aslında kendi istek ve beklentileri içinde kalmasına zorluyorlardı onu. Bir fanusun içinde özenle yetiştirilen bir bebek gibiydi.

Görünüşte oyuncakları, spor ayakkabısı, cep telefonu olmasını o kendi istiyordu. Anne babası da alıyordu. Fakat çocuğun fıtratının asıl istediği, her istediğinin alınmamasıydı. Bolluğun boğuculuğu değil, vasatın dengeliliğine ihtiyacı vardı onun. Anne baba, çocuklarının bolluğun altında ezildiğinin, o bolluğu yönetemediğinin farkında değillerdi.

Canının istediğine her an ulaşabilmesi, onun iradesi yerine nefsinin gelişmesini netice veriyordu. İradesi o kadar zayıftı ki, rahatını bozacak en küçük bir zorlanmaya bile gelemiyordu. Nefsi ise o kadar gelişmişti ki, artık içeriden konuşan bir ağıza sahip olmuş, o ağızdan konuşan iç ses’ çocuğun tüm şuuruna hâkim olmuştu.

Çocuk kendisini ağır yüklerle yüklü olduğu için batma tehlikesi yaşayan bir gemi gibi hissediyordu. Hayata tutunacak, azimle bir şeylerin üstesinden gelmesine yarayacak teçhizatı ise bu tehlike karşısında çok güçsüz ve cılızdı.

Genç yaşına adım attığı şu günlerde, artık çocukluğun zihnin üzerine örttüğü perde yavaş yavaş aralanmaya başlamıştı. Sahte mutluluklar devri bitmişti. Gerçeği daha iyi görebiliyordu.

Şişman bedenine bakınca, kendisinden başka kimi suçlayacağını da çok iyi biliyordu artık. Öfkeli biri olup çıkmıştı. Giderek zorluk düzeyi artan hayat, onu daha da umutsuzluğa sürüklüyordu. Treni uzun zaman önce kaçırmış olduğu hissi, onu, öfkenin kucağına itiyordu.

Öfkenin hedefi, ilk başlarda, kendi anne babası iken, zamanla öfke ve beraberinde gelen şiddet davranışı, onun için öğrenilmiş bir davranışa dönüştü. Aynı davranışı öğrenmiş olan diğerleriyle buluşması da, bu sayede gerçekleşti.

O artık bir çete üyesiydi. Ailesinde kaybettiği bir ben vardı. Şimdi o beni, diğerleriyle birlikte o çete içinde bulacaktı. Şiddete bulaşacaklardı, kuralsızlığa alışacaklardı, suç işleyeceklerdi. Kimbilir belki evden kaçacaklardı.

Aslında o kendisini çocuk yaşlarında ailesi içinde kaybetmişti. Şimdi ortaya koyduğu beni, kaybettiği beninin gerçek kopyası değil, tam karşıtıydı. Anne babasının olmasını istediği kişiyi olmayarak, onlara karşı intikamını almış oluyordu.

Belki de insan fıtratının gereğiydi bu.

Doğru şeritte kendi davranışının hâkimi olmasına izin verilmeyen çocuk, yanlış şeritte de olsa kendi davranışının hâkimi olmayı istemişti.

Psikolog hastasını yolcu ettikten sonra gazeteye göz atmaya başladı. Gözleri Lisede şiddetadlı haberin satırları arasında dolaşırken, aklı hâlâ delikanlıdaydı.