Y kuşağı nitelemesini bir gazetede yer alan haber-yorum dosyasında okumuştum. Bu kuşağın belirgin özellikleri çeşitli başlıklar altında ele alınıyor, konuyla bağlantılı olarak bazı gençlerin görüşleri aktarılıyordu.
Cahilliğimizden olacak (!) adını yeni duyduğum bu “Kuşağın” özelliklerine geçmeden önce, bu “Y”nin ne olduğunu öğrenebildiğim kadarıyla aktarayım.
Bu nitelemenin aslı İngilizce “Gen Y.” Açılımı ise “Generation Youth.” Yani “Genç Nesil.” Türkçe’ye uydurulurken “Generation” kelimesi “Kuşak” olarak çevrilmiş. Ama “Youth” kelimesinin böyle bir şansı olmamış. İlk harfi aynen alınmış.
Aslında bahsettiğim yazının ana konusunu anlamak için sadece bu bilgileri vermemiz yeterli. Ama, biraz daha tanımak için bazı anekdotları aktarmak istiyorum.
Y Kuşağının en belirgin özelliği “Kazanmadan Harcamak.” Halk arasında yaygın olan “Babam sağ olsun” deyimiyle hemen hemen aynı mânâya geliyor. Yani, bir harf ilavesiyle bu kuşağa, tamamen Türkçe “Ye Kuşağı” da diyebiliriz.
“Kazanma, Ye Kuşağı.”
Gerçi bu kuşağa “Yeni Kuşak” veya “Milenyum Kuşağı” da diyenler var. Ama kastedilen kesim tamamen aynı.
Y Kuşağını araştırırken, yine hiç tanımadığım iki ayrı kuşaktan haberdar olma imkânı buldum. Meğer bir “X Kuşağı” ile “Z Kuşağı” da varmış. Tabii bu nitelemeler yine Batılı sosyologlara ait. Meğerse onlar, toplumsal yönelim ve davranışları sınıflarken, yaş gruplarına göre kuşakları da belirlemişler. Bu kapsamda 1979 ve 1995 yılları arasından dünyaya gelen kuşağa ‘Y’ adını vermişler. Y’leri X kuşağından ayıran en önemli ölçüt olarak da internet kullanımını belirlemişler. Şimdi günlük hayattaki yansımalara tekrar dönelim.
Y Kuşağının özellikleri
Y Kuşağının eli işte olmadığı için “Çalışmak için hiç aceleleri yok. Büyümek istemiyorlar, çocuksu zevklere sahipler. Bu zevkler için büyük paralar harcamaya hazırlar.”
Y Kuşağının “olmazsa olmaz” özelliklerinden birisi, bazı ayırt edici aksesuarlara sahip olmak. Bunlardan en önemlisi ise cep telefonu. Ancak öyle sıradan bir cihaz olmayacak. Her şeyden önce çok pahalı ve çok gösterişli olacak. Yetmedi, kameralı olacak. Yetmedi, en yeni ve en son model olacak. Aksi takdirde tüm kariyer, tüm karizma ayaklar altına alınıverir, “arkadaşlar” arasında alay konusu oluverir.
Yaşları 12 ile 22 arasındaki Y Kuşağı, özellikle kazanmadan harcadıkları için, tam bir alışveriş gurusu olma özelliğine sahip. Bir de marka tutkusu işin içine eklenince, tüm dünyanın merkezine kendilerini yerleştiriveriyorlar. Hattâ, onların böyle yetişmesine imkân sağlayan ailelerini dahi bu yönde etkileyip yönlendirebiliyorlar. Öyle ya, kendileri en son model ürünleri ve markaları kullanırken, yine arkadaşları arasında ailesiyle ilgili ileri geri konuşanlar olur, yerin dibine geçebilirler. İşte bu yüzden eve alınacak suyun cinsinden cep telefonu markasına, kullanılacak şampuana, içilecek süte, alışveriş yapılacak marketin adı ve yoğurdun ismine, hattâ yeni arabanın modeline kadar tüm seçimlerde onların tercihleri önem kazanıyor.
Diyelim ki Y Kuşağından bir delikanlı bir ürün alacak. Üstelik marka olacak. Üstelik ailesi de kendisine yine çok pahalı ve markalı bir ürün tavsiyesinde bulundu. Gencimiz için böyle bir yönlendirmenin hiçbir önemi yok. Zira, markalı ürünün tercihi öyle ulu orta olmamalı. İçinde yer aldığı arkadaş grubunun tercihi ve eğiliminin üzerine hiçbir güç ve otorite olmamalı.
Araştırmalara göre Y Kuşağı Türkiye nüfusunun %22'sini oluşturuyor. Bir yandan binbir zorlukla sınıflarını geçebilirlerken, diğer yandan okul biter bitmez iş hayatına atılıp müdür, hem de üst düzey idareci olmayı planlıyorlar. Bir yandan özgürlük peşinde koşup tüm dünyayı gezme hayalleri kurarlarken, diğer yandan ailelerinden bağımsız bir hayata atılmaktan kaçıyorlar. Her zaman arkadaş gruplarıyla birlikte olmaya gayret ediyorlar. Dış görünüş, ruhî ve manevî değerlerden daha önemli konuma sahip. Teknolojik yenilikler, kısa sürede yaşamlarının standardı haline geliyor. “Online” yaşayan bu kuşak, zamanlarının büyük bölümünü monitör karşısında geçiriyor.
Teknoloji harikası bilgisayar, bu kuşağın işine ancak internet bağlantısı olunca yarayabiliyor. İnternet ise büyük ölçüde çetleşme veya çeteleşme işine yarıyor. Ayrıca oyunların da bağlayıcılığı var. Daha da kötüsü, henüz gelişme çağındaki gençler için ahlâk dışı siteler her an içine yuvarlanılabilecek derin kuyular özelliğine sahip. Gazeteci Zeki Coşkun’un ifadesiyle “bütün bir dünyanın kanalizasyonu evin ve hayatın içine akıyor âdeta!”
Y Kuşağı için internetin çok önemli bir yönü daha var. İnternet üzerinden istediği ürünü kredi kartı aracılığıyla satın alabiliyor. Nasıl olsa aldıkları ürünün bedelini kendileri ödemiyor.
Y Kuşağının %87’si geçimini harçlıklarla sağladığı için çalışmama ve hazırdan geçinme en karakteristik özellik iken, aile ve çevre baskısıyla bir işe başlamaları sırasında da birbirine benzer tablolar sergileniyor.
En dikkat çekici özellikleri ise sürekli konuşmaları ve sürekli kendilerini öne sürmeleri. İşe başladıkları ilk günün ilk saatlerinden itibaren çevresinde çok fazla etki uyandırmak gayretine düşüyorlar. Kendi anne babalarını da sorgulamaya alışkın oldukları için, iş hayatında birlikte çalıştıkları insanları rahatlıkla eleştiriyorlar. Bu yüzden 50 yaşındaki bir çalışana rahatlıkla “bu işi yap” deme cesaretini gösteriyorlar. Müdürlerinin profesyonel anlamda gelişmiş olmadıklarından dem vuruyorlar. Hayatlarındaki hedef ve ideallerini hep en kısa zamanda gerçekleştirebilecekleri şeylerden seçerken, diğer yandan emeklilik için para biriktirmeyi planlıyor.
Y Kuşağının aile ilişkilerinde dikkati çeken en belirgin özelliklerden birisi, aynı çatı altında birbirlerine yabancı olmak. Zira bu kuşak bebeklik ve çocukluk yıllarında, anne babalarının çalışmaları sebebiyle ya bir yuvaya bırakılmışlar veya bir bakıcıya teslim edilmişler. Belki de farkında olmadan, daha çok para kazanma ve gelir elde etme kaygısıyla yaşadıkları bu yalnızlığın ve itilmişliğin acısını çıkarmak istercesine, ebeveynlerine hem yakın, hem uzak konumlarını sürdürüyorlar.
Y Kuşağının asıl ilham kaynağı medya. Medya araçlarında örnek olarak gösterilen popüler yüzler, şarkıcılar, film yıldızları, sporcular birer kukla misali, gençlerin önüne sürülüyor. Reklamlarda, gençlere tüketim ve gösteriş ağırlıklı bir rol biçiliyor, sapmadan izleyecekleri yol dikte ediliyor. “Gençlere özel”, “Özgür ol”, “Farklı ol” gibi telkinler sesli ve görüntülü reklamlarla zihinlere kazınıyor. Böylece kısır bir döngü içinde gençler, koyun sürüsü misali güdülmeye hazır hale getiriliyor. Köleliğin ve güdülmenin adı “özgürlük” oluyor.
Gençlere yönelik çeşitli ürünleri piyasaya süren bir firma yetkilisinin şu sözleri acı bir gerçeği açıkça gözler önüne seriyor:
“Gençleri tanımadan bir marka oluşturulmaz!”
Bu cümlenin açılımı şöyle olsa gerek: Gençlerin zaaflarını tanımadan, onlara yönelik bir ürün üretilmemeli. Üretildikten sonra da, o zaaflara yönelik reklam bombardımanı gerçekleştirilmeli.
Önemli bir telefon şirketi genel müdürü olan Alessandro Fiorentino, bir gazetede yayınlanan açıklamasında, Türkiye piyasasına girmeden önce araştırma yaptırdıklarını; mobil teknolojide yatırımlar ve pazarlama yöntemleriyle ilgili olarak gençleri hedef kitle seçtiklerini; modelleri özellikle oyun ve fotoğraf uygulamalarını destekleyen aksesuarlar ile üretmeyi tercih ettiklerini söylemişti.
Esaretle gelen özgürlük
Buraya kadar aktardığımız Y Kuşağı çok uç bir örnek gibi görünebilir. Belki özellikle medya, yazılı ve görüntülü yayın organlarının ortak marifetiyle ortaya çıkan genç nesil, az veya çok oranda bu özellikleri taşıyor. En azından iç dünyalarında bu özellikleri, istek ve arayışları taşıyorlar.
Gelir seviyesi ve sosyal statüsü ne olursa olsun, lise, hattâ ortaokul seviyesinden itibaren, gençler arasında bu yönde gruplaşmalar alabildiğine yaygınlaşıyor. Yine daha üst gruptan veya medyatik simalardan birisini taklit eden ve arkadaşları arasında el üstünde tutulan bir gencin giyimi-kuşamı, jöleli saçları, hattâ kulağını deldirip küpe takması örnek alınabiliyor. Böyle bir gruba girip de kendisini kabul ettirmek ve onlardan saygınlık görebilmek için, normal şartlarda yapılmayacak şeyler normalleşebiliyor, daha da ilerisi kaçınılmaz zorunluluk olarak görülebiliyor. Aile muhiti tamamen karşı gelse de.
İspatı mı? Büyük şehirlerde sıradanlaşan sayısız örnekler artık Anadolunun bütün illerinde, ilçelerinde, hattâ köylerinde görülebiliyor. Örneğin bir belediye otobüsüne elinde tuttuğu darmadağın kitap ve defterleri, dağınık okul kıyafetiyle giren bir lise öğrencisi kısa sürede ilgi odağı olabiliyor. Kulaklığındaki müzikle tüm yolculara âdeta konser dinletiyor. Yolda, caddede, parkta, bahçede “özgürlüğünü” herkese duyurma çabasıyla, saç şekliyle, düşük pantolonuyla, ipi yerde sürünen abartılı ayakkabılarıyla ikili, üçlü veya daha fazla gruplar halinde gezen, dışarıdan sanki birbirlerinin ikizi, üçüzü veya dördüzüymüş gibi görünen gençler artık sıradanlaştı.
Aynı üniformayı, aynı takıları, aynı yürüyüşü, aynı saç veya sakal şeklini, aynı el-kol hareketlerini, aynı konuşma ve hattâ aynı kahkaha tarzını benimseyen, bütün bunları özgürleşmenin sembolü olarak benimseyen gençlerimiz...
“Triplere girmek”ten “Oha falan olma”ya, “Ayar olmak”tan “Ayar verme”ye, “Dumur”a kadar onlarca, yüzlerce kavramla özel bir dil kullanan, yayvan yayvan konuşan gençlerimiz...
Özgürlüğünü esaretle, eline geçirdiği metal kelepçelerle, ayağına taktığı marka prangalarla, başlarına taktıkları sembol keplerle, sırtına geçirdiği tek tip “marka” giysilerle sergileme çabasında olan gençlerimiz...
Y Kuşağı ve toplumdaki olumsuz yansımaları sadece bunlardan ibaret değil. Dar gelirli ve işsiz kesimlerde yetişen gençler, toplumsal kargaşalardan nemalanan kesimler için bulunmaz hint kumaşı olarak görülüyor. Menhus emellerini en kısa zamanda ve en etkili şekilde uygulamaya koyuyorlar.
Bir yandan sosyal katmanlar arasında meydana gelen uçurumlar, diğer yandan gençlik döneminin belirgin özelikleri gençleri pimi çekilmiş birer el bombası haline getiriveriyor.
Özellikle büyük şehirlerde sokak ve mahallelerde yetişen bu tip gençler kötü arkadaş örnekleriyle suça yöneliyorlar. Sigara, alkol, kumar, uyuşturucu madde alışkanlıkları, gayr-ı ahlâkî ve insanî ilişkiler içine girme, gençleri adım adım çeşitli suçlara sürüklüyor. Bu duygular içinde gayesiz, güvensiz ve başıboş bir yaşam sürdüren gençler, etrafında onu bekleyen tuzaklardan habersiz bir şekilde yaşamaya devam ediyor.
Çözüm nerede?
Buraya kadar sıraladığımız olumsuz tablolar elbette hepimizin içini karartıyor. Ancak çözümü ve çaresi sanıldığı kadar zor değil. Çünkü bu tabloyu ortaya çıkaran ana sebep belli: Aile kurumundaki sevgi ve ilgi eksikliği. Anne-babaların evlatlarına manevî sorumlulukları, ahlâkî değerleri aktaramayışları. Çocukluktan gençlik dönemine geçiş sürecinde, gençlerin manen aç bırakılmaları. Güzel ahlâk kuralları, iman esasları ve terbiyesiyle onları doğru istikâmete yöneltemeyişleri.
Çözümü, kaybedilen yerde bulmak gerek. Sevginin kaybolduğu yerde, sevgiyle, ilgiyle ve şefkatle yaklaşmak ve bunu çok samimi bir şekilde sürdürmek kesinlikle neticesiz kalmayacaktır. Çünkü insan, kaç yaşında olursa olsun bir yönüyle hep çocuk kalır. Ve bu çocuk yönü, herkesten önce anne-baba şefkatini hep bekler, hep ihtiyaç hisseder.
Alfabedeki “Y” harfinden sonra başka bir harfle yetişen farklı bir kuşak olacak mı, olmayacak mı bilemiyoruz ama; toplum olarak “Ebedî Gençlik” hazinesini elde eden nesiller yetiştirmeli; biz de o kuşağa dahil olabilmek için var gücümüzle gayret etmeliyiz.