TR EN

Dil Seçin

Ara

O Çocuk…

O Çocuk…

Eskiden yemek yiyebilmiş olmak yokluktan mı edepten mi bilmem ama, saklanan sakınılan bir şeydi. Yemeğin komşuya kokma ihtimali yüzünden yapılacak yemekler bile ertelenirdi. İnsanlar yemiş olduğu bir yemekten bahsederken “ayıptır söylemesi” diye başlardı söze...

Eskiden yemek yiyebilmiş olmak yokluktan mı edepten mi bilmem ama, saklanan sakınılan bir şeydi. Yemeğin komşuya kokma ihtimali yüzünden yapılacak yemekler bile ertelenirdi.

İnsanlar yemiş olduğu bir yemekten bahsederken “ayıptır söylemesi” diye başlardı söze.

“Ne yedin de geldin otur iki lokma ye!” diye ısrarla sofraya davet eden birine, yediğimiz şey soğan ekmek bile olsa diyemezdik. “Yedim işte bir şeyler size afiyet olsun!..”

“Hayvani bir duyguyu tatmin etmiş olmak” felsefesi üzerinden gitmiş olacak ki atalarımız, geleneğin ahlak boyutunda yer alırdı bu sakınma.

İnstagram hayatımıza girdiğinden beri yemek yeme adabının da ayarını kaçırdık gibi.

Türk kahvesinden soğutacak kadar türk kahvesi, kahvaltıdan tiksinecek kadar serpme kahvaltı fotoğrafı görüyoruz. Araba süren kol saati strory’si kadar nefret ettim Waffle’dan. Aynadan kaslarını çeken efekti bol adam kadar itici, o Rönesans tablosu gibi sofralar.

Artık çocuklar sunum yapmadan ortaya konan yemeğe burun kıvırıyor. Mutfak dolapları zücaciye vitrini, ruhumuzun vitrini Perşembe pazarı gibi. 

Darmadağınığız.

Bizi görmeseler ölecek, “aferin mutlusun aynen böyle devam!..” demeseler boğulacak gibiyiz.

Ama, en çok da o yemekler ile beraber dertlerimizi kusacak gibiyiz.

Neden?

Ruhumuzun hangi eksik yanını doyurma derdi, bu telaş?

Onaylanmadan, takdir görmeden değerli hissedemeden geçirilen bir çocukluğun intikamı mı bu aldığımız?

Kebap salata değil de, “Bakın ben değerli ve özelim, bu işi çok iyi başarıyorum n’olur artık beni fark edin ve sevin!” kısmı mı o sunum tabağına koyduğunuz?

O ünlü restorana gitme sebebiniz o meşhur salatayı yeme isteği değil de, topluma “çalıştı ve zengin oldu artık parası da var, adam olamaz demişlerdi bak gördün mü çocuğu” dedirtebilmek mi?

Onaylanmamış her çocuk yanımızı sertçe çiğnediğimiz lokmalardan çıkarıyor olabilir miyiz?

Yine de doymuyor değil mi çocukluğumuz? Onu doyuracak şeyi bir türlü bulamıyoruz.

Başı okşanmayan o çocuğun oynamaktan sırtı terli, hala pencereden annesinin salçalı ekmeğini bekliyor. 

Hala bir umudu var sevileceğine dair.

Fotoğrafını çekip sosyal medyaya koyduğu şey kedili kahve sunumu değil, “beni de severler mi?” umudu...