TR EN

Dil Seçin

Ara

Başka Bir Hayatın Prototipleri Gibiyiz

Başka Bir Hayatın Prototipleri Gibiyiz

Tartışmalı bir konu ama eğer iddialar doğruysa, hayvanlar beyinlerinin maksimum %5’ini, insanlar ise sadece %10’unu kullanabiliyormuş.

Kullanabildiğimiz %10’luk kısmıyla neler yapabildiğimize bakınca geri kalanını da kullanabilsek neler olurdu tahmin etmek zor gerçekten. Motorlu motorsuz araçlar, akıllı teknolojiler, uzay mekikleri, uçaklar ve aklınıza gelen günlük hayatta kullandığımız her şey o %10’luk kullanımın neticesi.

Çikolatalı gofret yiyebilmek için devasa fabrikalar kurduğumuzu düşünürsek, oldukça karmaşık bir şey bu. Yani beynimizin %10’unu kullanabiliyor oluşumuz.

Bu teori, bambaşka bir tefekkür kapısından girmemizi de sağlıyor aslında. 

İnsan bu alemde hep eksik ve hiç tam olamayan bir yanı var. Bedenimiz bile dar geliyor yaşamak istediklerimize. Sığamıyoruz bu ten kafese. Yürümek için aylarca bekliyoruz, karar vermek ve kendi başımıza ayakta durabilmek için yıllarca, sonra da yaşlanıyor, yürüyemez koşamaz hale geliyoruz.

Yapmayı tasarladıklarımıza, içimizde fokurdayıp duran niyetlerimizi fiile dönüştürmeye yetmiyor ömür süremiz. Heveslerimiz kursağımızda kalıyor, lokmalar boğazımıza diziliyor. Oysa içimiz, binlerce yıl dünyada yaşasa bile tükenmeyecek arzulara ve o nispette bir diriliğe sahip.

Kavuşmalara yetmiyor bu dünya, mutluluk denen şey saman alevi gibi. Isıtmıyor insanın içini, yetmiyor. En sevdiğiniz bile sizde durmuyor, gitmesine engel olamıyorsunuz. Dur diyemiyorsunuz, deseniz de duramıyor. Ayrılık ve hasret denen kıymıklarla yaşamak zorunda kalıyorsunuz. Siz de sizi sevenlerden ayrılıp gidene kadar acısını çekiyorsunuz.

Sonra nice hayatlar, şarkılar, şiirler, kitaplar, manzaralar birikiyor asırların sayfalarında. Her biri insanın içindeki gedikleri doldurmaya çalışsa da, çürük ve gevrek bir yama gibi insanın yoksulluğunu çoğaltıyorlar daha da fazla...

Başka bir hayatın prototipleri gibiyiz. Bu kesin! Âdeta bir bilgisayar programının deneme versiyonu gibi. Dünün ah’larına, yarının endişelerini ekleyip, bugünün şaşkınlığında avunmaya çalışan çaresizleriz.

İçimizi; yâni aklımızı, yâni ruhumuzu, yâni kalbimizi tam kapasiteyle yaşamanın, tam sürüme geçmenin yolu ve bedeli nedir peki? Bir yolu varsa eğer, bunu daha çok düşünmeye ve ciddiye almaya değmez mi? Bir bedeli varsa her ne olursa olsun ödemeye değmez mi? Hatta yaşama dâir her şeyden daha da kıymetli olmaz mı?

Beynimizin %10’unu kullanabiliyor olmamız bile %100’den haber veriyorken, içimizde yarım kalan, bizi doyurmayan, bir adım daha atamadığımız, elimizi uzatıp tutamadığımız, kavuşamadığımız, eksik kaldığımız ne varsa; tam olanın, doyuracak olanın ve kavuşmanın habercisi değil midir?

Yarım kalmayı kim ister ki, sevdiklerini bir daha hiç görmemeyi kim ister?

Şu kadarcık cümle bile, bu hususta yazmakla bitmeyecek nice satırlardan haber veriyorken, bedenimizin pörsümesine inat içimiz, ebedi hayattan haber vermiyor mu, cennetten haber vermiyor mu?..

Bir kitapta okumuştum. 

Dünya, cennetin bir köşesinde âdeta bir “anılar merkezi” gibi duracak ve cennetin sakinleri, dünyanın istedikleri zamanına gidip istedikleri mekanında gezebileceklermiş. Bu bilginin kaynağı nedir bilmiyorum ama, bildiğim bir şey varsa o da, zamanı ve mekânı kudret elinde tutan yaratıcıya hiç de zor değil bu!

Her şeyin kaydediliyor oluşunun verileriyle oluşturulmuş bir cennet mekânı, ne müthiş değil mi?!

Zihnimizin kuytularında kazılar yaparak, anılarımızı canlı tutmaya çalışsak da unutuyor insan, her anı zamanla kayboluyor. Gün gün eksiliyor azalıyor hatırlayabildiklerimiz.

Çocukluk zamanlarımızı, büyüdüğümüz evi, mahalleyi, annemizin merhamet dolu bakışlarını, babamızın canhıraş gayretlerini, hayatımızı kuşatan merhameti, sevgiyi, soğuk kış günlerinde kardeşlerimle etrafında oturduğumuz sobanın sıcağını hatta, kısacası bize dair ne varsa yitirmemek, müthiş bir şey olsa gerek!

Her şeyi tam ve dipdiri hatırlayabilmek için; dünyada eksik kalan ne varsa tamamlayabilmek ve tamamlanabilmek için; bitimsiz serin sabahlarda gözlerimizi açıp, bütün güzel anılarımızla birlikte ebedi bir hayatı yaşamak için; bahaneler aramaya ve cennete layık bir kıymet almaya muhtacız!