TR EN

Dil Seçin

Ara

Francis Collins Ve Tanrı’nın Dili Kitabı

Francis Collins, 2003 yılında tamamlanan ünlü insan Genomu Projesi’ni yürüten ABD Ulusal İnsan Genomu Araştırma Enstitüsü’nün başkanı ve 2006 Temmuz ayında Tanrı’nın Dili isimli bir kitabı yayınlandı. Collins bu kitabına genetik çalışan bir bilim adamı olarak nasıl Allah’a inanmaya başladığını anlatmakla başlıyor.

 

Collins’in çocukluğu Virginia’da bir vadideki çiftlikte geçer. Anne ve babası 1940’lı yıllarda daha sakin bir hayat sürmek için bir çiftlik alıp yerleşirler. İlk eğitimini abileriyle birlikte annesinden alır, yani okula gitmez. Collins kitabında öğrenmenin zevkini annesine borçlu olduğunu ifade ediyor. Annesi belirli bir ders planı yapmadığı halde seçtiği konularla ve doğru yönlendirmesi ile çocuklarının öğrenmenin zevkine varmasını sağlamış ve her zaman ilgilerini çekecek, meraklarını kamçılayacak konularla karşılarına çıkmış. Böylece öğrenme, mecbur olunduğu için değil, sevildiği için yapılan bir eyleme dönüşmüş Collins için.

Collins 10 yaşında okula başlar ve 14 yaşlarında da bilim, özellikle kimya ilgisini çeker. O sıralarda biyoloji ile arası pek iyi değildir. Dersin ezbere dayanması hoşuna gitmez ve ders konuları, hayvanların türleri veya iç organlarını öğrenmek ilgisini çekmez. Kimyada ise her şeyin atom ve moleküllerden yapılmış olması ve kimyanın matematiksel prensiplere dayanması çok ilgisini çeker ve kimyager olmaya karar verir.

16 yaşında Virginia Üniversitesi Kimya bölümüne başlar. Collins gençliği ve çocukluğu sırasında hayatında inancın yerinin olmadığını kabul eder. Bu, yetiştirilmesinden, yani ailesinin inanç konusunda ona hiç bir şey vermemesinden kaynaklanır. Üniversite yurtlarında kalırken ateist arkadaşları ile yaptıkları sohbetler de bu düşüncesine destek olur. O dönemki hâli için Collins kendisini ‘agnostik’ olarak tanımlıyor, yani Allah’ın varlığı konusunda kesin bir kararı yok. Kendisinin o zamanki halini irdelediğinde ‘bilmiyorum’dan ziyade ‘bilmek istemiyorum’ cevabını vermesi de bundan ileri gelir. Collins ‘genç bir insan olarak inancı ve gerektirdiklerini yok saymak daha çok işime geliyordudemeyi de ihmal etmez kitabında. Daha sonra mezun olur ve Yale’de fizikokimya dalında doktoraya başlar. Artık kâinattaki her şeyin fizik kanunları ve matematik kuramları ile açıklanabileceğini düşünmektedir ve yavaş yavaş kalbi agnostiklikten ateistliğe doğru yönelmeye başlar.

Doktoraya başladıktan yaklaşık iki sene sonra yavaş yavaş acaba yanlış yolda mı ilerliyorum diye düşünmeye başlar. Kuantum teorileri ve benzeri konularda yeni birşeyler üretmesinin zor olacağını düşünür. Ufkunu genişletmek amacı ile o zamana kadar lisedeki tecrübesi nedeni ile kaçındığı biyoloji ile ilgili bir ders almaya karar verir: biyokimya. Biyokimya tahmininin ötesinde çok ilgisini çeker. DNA, RNA ve protein gibi moleküllerin yapısı ve işleyişleri, genetik ve biyolojinin matematiksel boyutu onu hayran bırakır. Bu sırada 22 yaşında, evli ve bir çocuk babasıdır ve doktorasını bitirmenin de yarı yolundadır. Ama biyokimya dersini aldıktan sonra fizikokimya konusuna devam etmek artık hiç içinden gelmez. Tıp fakültesini okumaya karar verir sonra. Amacı tıp okuyup doktor olarak insanların hayatında bir değişiklik yapabilmek, onlara faydalı olabilmektir. Tıp fakültesinin birinci yılı sonunda artık o çok sevdiği matematik ile tıpı nasıl birleştireceğini ‘medikal genetik’ dersinde bulmuştur.

İnsandaki 3.1 milyar harften oluşan DNA dizisindeki bazen sadece bir harfte bulunan bir hata ile çok ciddi hastalıkların oluşabilmesi Collins’in bu moleküle olan hayranlığını artırır ve ilgisini çeker. Çalışmalarını bu konulara doğru yönlendirmeye karar verir. Bu sıralarda tıp fakültesinin üçüncü sınıfındadır ve artık hastalarla daha yakından ilgilenmeye başlar. Her ne kadar hocaları hastalarla arasında mesafe bırakması ve fazla samimi olunmaması konusunda öğüt verseler de, bu öğütleri dinlemez ve hasta yatakları başucunda onlarla sohbet etmekten kendini alamaz. Özellikle ölüm döşeğinde olan inançlı hastalarıyla yaptığı konuşmalar onu derinden etkiler. Ne kadar hasta olsalar ve sıkıntı çekseler de teslimiyet içinde hallerine şükredip sabretmelerini anlamakta güçlük çeker.

Bir defasında yaşlı bir bayan hastası ile sohbeti sırasında hastası ona Allah’a inanıp inanmadığını sorar. Böyle bir soruyu beklemeyen Collins şaşırır ve inancı konusunda emin olmadığını söyler. O zaman anlar ki 26 senelik hayatında hep bu sorudan kaçtı durdu ama hiç bir zaman konu lehinde veya aleyhinde delilleri gözden geçirip de bir karar vermedi. Yaşlı hastası ile aralarında geçen konuşmadan sonra kafası karışan Collins kendisi gibi bir bilim adamının delilleri ve verileri gözden geçirmeden karar veremeyeceğinin bilincine varır. Şu dünyada insanoğlu için Tanrı var mı?” sorusundan daha önemli ne sorusu olabilir ki? Fakat Collins bu önemli soruyu o zamana dek C. S. Lewis’in dediği gibi ‘istekli körlük’ ile görmezden gelir. Ama yavaş yavaş Collins ayaklarının altındaki buzların eridiğini, şimdiye kadarki argümanlarının çok zayıf kaldığını hissetmeye başlar. Artık ‘Tanrı var mı?’ sorusunun cevabını bulmadan rahat etmeyecektir. Bu amaçla dünyadaki belli başlı dinleri incelemeye başlar. Bir gün Metodist bir papazı ziyaret eder ve zihnindeki soruları ona açar. Sabırla dinleyen papaz ona C. S. Lewisin Mere Christianity kitabını verir. Bu kitap onun için dönüş noktası olur, şüphe ve düşünmekle geçen bir dönemden sonra artık yelkenleri suya indirir ve inançlıların safına geçer.

 

Allah’ın Talimat Kitabını Deşifre Etmek

1980’li yılların başında birkaç yüz harflik DNA kodunun dizisini çözmek bile çok zor ve vakit alan bir işlemdi. 80’li yılların ortalarında bilim adamları insan genomunun bütün dizisini bulma ihtimalinden söz etmeye başlamışlardı. 3 milyardan fazla baz çiftinden oluşan DNAnın dizisini bulmakla iş bitmiyor, bir de bu dizinin ne manaya geldiğini öğrenmek gerekiyordu.

Mesela gen kodlayan dizilerin arasına yerleştirilen ve intron adı verilen DNA bölgeleri gen, RNAya kodlanırken çıkartılır. Ancak gen aynı olsa da farklı intron bölgeleri çıkartılarak bir genden birkaç farklı protein sentezlemek mümkündür. Bu durumun işi karıştırdığı yetmezmiş gibi bir de gen kodlamayan ama ne iş yaptığı da henüz keşfedilememiş DNA dizileri ile doludur genom. Bunlar ve benzeri zorluklara rağmen her bir hücremizde bulunan bu muhteşem talimat kitabının ucundan aralayabilmek o sıralar bu konuda çalışan Collins gibi doktor ve diğer bilim adamlarının rüyalarını süslüyordu. 

1980’li yılların sonlarında insan genom projesi” başlasın, başlamasın tartışmaları doruk noktaya ulaşmıştı. Herkes bu projeden elde edilecek bilginin önemini biliyor ama o zamanki teknoloji ile ve yüksek maliyet ile bu işi yapma tartışmaları sürüyordu. Bu sırada DNAnın çift sarmal yapısını keşfedenlerden biri olan James Watson, ABD kongresini ikna edip bu riskli projenin başlamasına ön ayak oldu ve iki yıl İnsan Genom Projesi’ni yönetti. İki yıl sonunda 1992’de genlerin patentlenmesi ile ilgili bir anlaşmazlık nedeni ile proje yürütücülüğünden ayrıldı. Bu sırada Michigan Üniversitesi’ndeki genom merkezini yöneten Collins bu iş için iyi bir aday olarak görüldü. Böyle bir teklif beklemediğini söyleyen Collins inanan bir insan olarak karşısında Allah’ın dilini okumaya bir şans olduğunu, insanın nasıl yaratıldığına dair olan sırların bulunabileceği bu önemli işi reddedemeyeceğini hemen anlar.

1992 Kasım ayında bir öğleden sonrayı dua ederek geçirir ve bu işi üstlenmeye karar verir. İnsan Genom Projesi 6 ülkedeki 20 genom merkezinde haftanın yedi günü yirmi dört saat çalışılarak sürdürüldü. 26 Haziran 2000 yılında zamanın ABD başkanı Clinton, Collins ve genom projesini yürüten bir özel şirketin sahibi Venter ile birlikte Allah’ın Dili” insan genomunun ilk müsveddesinin tamamlandığını açıkladılar. Bundan 3 yıl sonra Nisan 2003’te, yani Watson ve Crickin DNA’nın sarmal yapısını buluşlarının 50. yıldönümünde artık İnsan Genom Projesinin hedeflerine ulaştığı ilan edildi. Collins inanan biri olarak İnsan Genom Projesinin kendisi için çok önem taşıdığını yazıyor kitabında. Allah’ın DNA dilinde yazdığı bu genom kitabını okumaya, anlamaya çalıştığında duyduğu hayranlığın artarak devam ettiğini vurguluyor.

Fakat kitapta Collinsin eleştirilmesi gereken hiçbir nokta yok da değil. Collins iman etmeden önceki eğitimininin etkisi ile kâinata evrim gözlüğüyle bakmaya alıştığı için, evrim ile dinî inancı bir şekilde bağdaştırmaya çalışıyor. Bunun dışında, yine de, İnsan Genom Projesi gibi hayatın sırrını anlamamıza yardımcı olacak önemli bir çalışmayı yönetmiş bir insanın inancını ön plana çıkararak bu kitabı yayınlaması büyük önem taşıyor.

 

Kaynak

Francis S. Collins, “The Language of God”, Free Press, New York, 2006.

http://www.cis.org.uk

http://www.st-edmunds.cam.ac.uk/faraday/Lectures.php