TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Bal Arısı Yapmak

Bir Bal Arısı Yapmak

Yapılan bilimsel araştırmalar, arıların nesli tükenmesi halinde çok kısa süre içerisinde dünyada yaşamanın imkânsız hale geleceğini öngörüyor.

Ünlü zooloji bilgini Kemaleddin Demiri “Hayatü’l-Hayevan” adlı eserinde bal arılarından şu şekilde bahseder:

“Bal arısı, yaratılışı zarif, görünüşü tatlı, faydası çok fazla, şerefli ve temiz bir topluluktur. Rahatsız edilmedikçe insanı incitmezler.

Yüce Allah’ın (cc) Nahl Suresi 68-69. ayeti arının şerefi ve faydası için başka söze hacet bırakmaz:

“Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve yüksek yerlerde kendine evler edin! Sonra meyvelerin, çiçeklerin tümünden ye. Böylece Rabbinin yollarında boyun eğmiş olarak dolaş. Arıların karınlarından muhtelif renkte içecek şerbetler çıkar ki onda (balda) insanlar için şifa vardır. Muhakkak düşünen bir topluluk için bunda bir ayet vardır.” (Nahl suresi, 68-69)

***

Arı denince aklınıza ne gelir diye sorsak pek çoğumuzun verdiği cevap aynı olacaktır: bal.

Bal ise hem sofralarımızın vazgeçilmez tadı hem de birçok hastalığa şifa olması açısından bizim için çok önemli bir lezzet. Gerek kitabi, gerek görsel ve yazılı medyadan arının mucizevi özellikleri ile ilgili bilgilere rastlamak mümkün.

Yapılan bilimsel araştırmalar, arıların nesli tükenmesi halinde çok kısa süre içerisinde dünyada yaşamanın imkânsız hale geleceğini öngörüyor.

...

Peki hiç düşündünüz mü? Gezegenimiz için böylesine kıymetli olan arılar nasıl yaratılıyor? Arıların yaratılma ve gelişim evreleri nelerdir?  Küçük bir larva halinden arı haline nasıl çevriliyorlar?

İşte tüm bu aşamaları yakından görebilmek ve arı neslinin maruz kaldığı tehlikelere dikkat çekmek için Fotoğraf Sanatçısı Anand Varma ve ekibinin yaptığı çalışmayı beraber takip edelim.

Anand Varma, bu çalışma için evinin arka bahçesininde arı kovanları yerleştirir. Bunu yapmasındaki asıl nedeni ise kendisi şöyle açıklıyor:

“Bildiğiniz gibi, arılar besin ürünlerimizin üçte birinde tozlaşma yaparlar. Bugünlerde arılar, böcek ilaçları, hastalıklar ve doğal yaşam ortamı kaybı da dahil pek çok sorunla başa çıkmaya çalışıyorlar. Kuluçka hücrelerinde geliştikleri sırada arılar en hassas zamanlarını yaşarlar. Bu sürecin nasıl geliştiğini gerçekten merak ediyordum. Böylece Kaliforniya Üniversitesi, Davis’te bir arı laboratuvarıyla takım oluşturdum.

Kovanların önlerine özel tertibatlar ve kameralar kurarak yirmi bir günlük kuluçka dönemlerini fotoğrafladık.

Önce çatlayıp larvaya dönüşen bir arı yumurtası ve yeni oluşmuş larvalar kendilerini besleyecek salgılara sahip olan beyaz bir yapışkan maddeyle beslenerek hücrelerinin etrafında yüzerler. Daha sonra, onlar pupaya dönüştükçe, kafaları ve bacakları da farklılaşır. (Resim1 / Resim2)

Bu aşamada tüm böceklerde gördüğümüz pupalaşma süreci işlemeye başlar. Daha sonra, vücutlarındaki doku tekrar düzenlenir, gözlerinde yavaş yavaş pigment oluşur. (Resim3 / Resim4)

Sürecin son basamağında, derileri buruşur ve tüyleri filizlenir. (Resim5)

 

Anand Varma’nın ilginç fotoğrafları bizlere bu olağanüstü yaratılışın merhalelerini ve mucizelerini göstermesi açısından oldukça dikkat çekici bir araştırma.

Doğrusu arıyı bilmeyen birisinin yumurtadan çıkan larvalara bakıp bunların arı olabileceğini düşünmesi oldukça zor olurdu. İsterseniz bunu bir örnekle daha açık hale getirelim. Düşünün ki, bir tasarımcı ya da mühendis çizmiş olduğu ürünü üretmek istiyor. Önce belki CNC tezgâhlarında ya da 3 boyutlu yazıcı teknolojisiyle bu tasarımın bir kalıbını hazırlar. Daha sonra tasarımına en uygun malzemeyi seçer ve kalıba bu malzemeyi döker. Ürünün kalıptan çıkması da ayrı ustalık ve beceri gerektirir. Nitekim ürün malzemesi hassas ya da kırılgan olabilir ve kalıptan çıkarılırken zarar görebilir. Bu istenmeyen durum süreci yeniden başlatıp zaman kaybına sebep olabilir. Ürün sorunsuz bir şekilde çıkarıldığında kalıptan kaynaklanan çapaklar, bozukluklar yüzünden zımpara ya da başka malzemelerle tesviye edilip temiz bir yüzey haline getirilir. Son aşamada ise üründe kullanılacak doku, kaplamalar ve boya renkleri seçilir nihayetinde bunların uygulanması ile üretim tamamlanır.

 

Kısaca anlattığımız üretim sürecini arılar için düşünürsek acaba nasıl olurdu?

Bal arılarının muhteşem bir işçilik ile yaptıkları altıgen formundaki petekler birer kalıp olsaydı arıların şekillenmesinin bu kalıba uygun yani altıgen formlarda olması haliyle hiç birimizi şaşırtmazdı. Ne var ki altıgen bir bedenle doğada yaşamak arı için oldukça zor olabilirdi. Düşünsenize altıgenden oluşan köşeli bir gövdeyle uçabilmek ve çiçeklere konmak kim bilir ne kadar zor olurdu…

Evet etrafımızda altıgen arı görmediğimize göre bu mükemmel hayvanları minicik yarı şeffaf larva halinden arı haline getirmek ona en uygun şekil ve uzuvları (organları) vermek, renklerini ve dokularını ayrı ayrı tanzim edip düzenlemek tesadüfün eseri olabilir mi?

Bunu Bediüzzaman’ın ifadesiyle cevaplayalım: “Bal arısının hilkati (yaratılışı), kudret-i İlâhiyeye isnat edilmezse (dayandırılmazsa), nihayetsiz müşkilât (açıklanamaz zorluklar) olur.” (Mesnevî-i Nuriye)

 

Yapacağı işe göre şekil vermek

Tasarımda önemli bir yere sahip olan alman bauhaus ekolünün bir kuralı vardır: “Biçim işlevi izler.”

Yani bir biçime ulaşmak, öncesinde işlevi düşünmeyi, tasarlamayı gerektirir. Bu durumda işlevi tasarlayabilmek için kütle, hacim, yerçekimi vb. gibi fizik kanunlarını, maddenin yapısı, malzemenin özellikleri, reaksiyonları, tepkimeleri vs. gibi kimya kanunlarını ve bütün değişkenleri bilmek gerekir. Bunlarla beraber sebep sonuç zincirlerini ve bunların birbirlerine olan etkilerini de hesaba katmak gerekecektir.

 

Bütün bu şartların sağlanması kendi kendine olabilir mi?

Bir şeyin kendisi ortada yokken, kendisiyle alâkalı ihtiyaçları önceden nasıl bilebilir?

Üstad Necip Fazıl’ın bir sözünde belirttiği gibi “Arı bal yapar, fakat balı izah edemez.” Yani arının netice-i hilkati (yaratılış amacı), aldığı görevi yapmak ve insanların faydasına çalışmaktır. Ve bunu yaparken yukarıda sayılan sebeplerden sonuçlardan habersiz, sadece yaratıcısının kendisine vahyettiği gerekli bilgilerle hareket eder. Dolayısıyla arı, ne balın içindeki kimyadan, ne de insana olan faydasından haberdar değildir.

 

Arılar bal ustası mı?

Örneğin annelerimiz evde değişik reçeller yapar ve bu reçelleri yapabilmek de öyle kolay değildir. Geleneksel olarak aktarılmış, öğrenilmiş, tecrübe edilmiş bir bilgiye sahip olmaları gerekir. Mesela reçelin, şekeri eksik olsa tatsız, biraz fazla olsa yenemeyecek kadar tatlı hale gelebilir. Özellikle yeni gelinler reçel yapma işini önce annelerine sorarlar; çünkü böyle bir konuda hata yapmak istemezler.

Peki uçan bir sinek türü olan arının küçücük gövdesiyle, bu balı böylesine mükemmel, hatasız yapıyor olması gerçekten hayret verici değil midir?

“O küçücük bal makinesinin zerrecik başında onun ehemmiyetli vazifesinin mükemmel programını yazmak ve küçücük karnında taamların (yiyeceklerin) en tatlısını koymak ve pişirmek ve süngücüğünde zîhayat (canlı) âzâları tahrip etmek ve öldürmek hasiyetinde (özelliğinde) bulunan zehri o uzuvcuğuna (vücut organına) ve cismine zarar vermeden yerleştirmek, nihayet dikkat ve ilimle ve gayet hikmet ve irade ile ve tam bir intizam ve muvazene (ölçü) ile olduğundan, şuursuz, intizamsız, mizansız (ölçüsüz) olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar. İşte, bu üç cihetle mucizeli bu sanat-ı İlahiyenin (İlahî sanat eseri olan arının) ve bu fiil-i Rabbâniyenin (Allah’ın yaptığı işlerin) bütün zemin yüzünde, hadsiz arılarda, aynı hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda zuhuru (görünmesi) ve ihatası (her yerde aynı şekilde yapılması), bedahetle (açıkça) vahdeti (bunları Allah’ın yaptığını) ispat eder.” (Risale-i Nur Külliyatı)

Bugün insanoğlu son gıda teknolojileri ile sadece şerbet hükmünde olan sahte ballar üretebiliyorken, arılar, şifalı balı doğduktan çok kısa bir süre sonra bal ustası gibi bal yapmaya başlıyor. Arının kendisine vahyedilen bilgiyle hareket etmesinin neticesinde, zehir taşıyan karnından bal çıkıyor herkese şifa oluyor. İşte aynen bunun gibi, yaratılmışların en üstünü olan insan da, kâinattaki bahçesindeki harika eserlere, Allah adına, iman nazarıyla bir baksa, belki o nazarıyla bal gibi tevhid manaları bulacak ve cennet bahçelerini de görme mükâfatını kazanacak.

***

O, dünyadaki milyonlarca işçiden sadece biri. Düşünsenize bir; bize kalsa, böyle nitelikli bir işçiyi nasıl yetiştirip istihdam ederdik, ömrü boyunca nasıl çalıştırabilirdik? Olmaz ya hadi çalıştırdık diyelim; ücretini nasıl öderdik? Ve böyle milyonlarcasını düşünün!..

Peki bunlara kimin sözü geçer, kim çalıştırır bu işçileri, Onun ilminin ve kudretinin büyüklüğünü düşünün!

“Gözlerimizin önünde serili bulunan tabiat, büyük bir kitap gibidir. Ancak yazıldığı dili bilirsek bu kitabı okuyabiliriz. Bu kitap, matematik diliyle yazılmıştır. Onun harfleri üçgenler, kareler, daireler ve öteki geometrik şekillerdir. Bu şekilleri bilmeden, doğanın hiç bir şeyini anlayamayız.” (Galileo Galilei)

***

Kemaleddin Demîrî kimdir?

Kemaleddin Demîrî (1349-1405) ünlü bir zooloji bilginidir. 400 yıl önce zooloji konusunda ilk ansiklopediyi yazan bu bilginimiz Kahire’de doğdu. Varlıkların yaratılış özellikleri üzerine geniş incelemeler yaparak, eserden müessire Allah’ın (cc) sonsuz kudretini nazarlara vermeye çalıştı. Asıl adı Musa b. İsa Kemal’dir. Buna rağmen Kemaleddin Demiri diye şöhret bulmuştur.

Kendisini tamamiyle zooloji konularına yani hayvanları incelemeye verdi ve yaptığı araştırmalardan ötürü Ezher Üniversitesi’ne alındı. Orada dini ve fenni konularda dersler verdi. O dönemde Ezher’de fenni konulara da ciddi ağırlık veriliyordu.

Kemaleddin Demiri’nin şöhrete kavuşmasını sağlayan onun  “Hayatü’l-Hayevan” adlı meşhur eseri oldu. Uzun araştırmalar sonucunda kaleme aldığı, 1069 çeşit hayvanı tanıtan bu büyük eser, zooloji konusunda kaleme alınan ilk ansiklopedidir. Alfabetik olarak tertip ettiği bu eserde, her hayvan hakkında o hayvanın özellikleri, hayvanın adının geçtiği hadis-i şerifler, mezheplere göre hayvanla ilgili dini hükümler ve atasözleri, hayvanın azalarının tıbbi özellikleri gibi konularda bilgiler vermiştir.

Kitabın dikkat çekici bir diğer yönü de Müslüman bilginlerin ilmi sadece dini sahalarda sınırlandırmayarak diğer fenni ve felsefi sahalarda da geliştirip yaydıklarının açık bir belgesi olmasıdır.