Suda çoğalan hücreler, vaktiyle büyük bir toplantı düzenlemişlerdi. İçlerinden en iri olanı: “Artık birleşip bir balık halini almamızın zamanı geldi.” diyordu. “Bu iş, esasında hiç de zor değildir. Alt tarafı bir solunum, bir de sindirim sistemi gerekli. Ayrıca ağız ve dişlerin, yüzmek için kıvrak bir kuyruğun, istediğimiz derinliklere inip çıkmak için bir hava kesesinin ve dengede kalabilmek için sırt ve karın yüzgeçlerinin yapılması gerekiyor. Tabii ki bütün bunların, su direncinin en az şekilde etki edeceği bir vücut üzerinde yer alması lazım.”
Diğer bir hücre:
“İyi ama,” dedi. “Bu işi becerir de balık haline gelirsek önümüzü nasıl görecek, yiyeceğimizi nasıl bulacak, düşmanımızdan nasıl kaçacağız? Bunun için gerekli olan organları yapmak zor olmayacak mı?”
İri hücre:
“İnsaf edelim artık, diye araya girdi. Tesadüflerle omuz omuza verip kâinatta bunca muhteşem güzellikleri meydana getireceğiz de, onları görecek gözleri inşa edemeyecek miyiz? Şimdiye kadar gözle kaş arasında neler becermedik ki? Gözleri beceririz merak etmeyin. Zaten bu iş için sadece bir kornea ile mercek, iris, ağ tabaka, çeşitli kas ve sinir ağlarından meydana gelen kompüter sistemleri gerekiyor, o kadar.”
Eğer hücrelerin klasik evrim diliyle sürdürdükleri toplantılarını terkeder ve Evrimcilerin yazdıkları kitapları incelerseniz, gözün evrimi hakkında ayrıntılı bir bilgi bulamazsınız. Nedense evrimciler, göz adını verdiğimiz harikaları göz göre göre gözden kaçırmışlar ve belki de ilk defa böylece akıllılık etmişlerdir. Çünkü onlar, çoğu insanı aldatan illüzyon numaralarının gözler konusunda asla geçerli olamayacağının farkındadır.
Aslında evrimi çürütmek için, göz kapakları veya kirpiklerin incelenmesi bile yeterlidir. Buna rağmen evrimcilerin gözü, gözle kaş arasında insan dişi monte edebilecekleri kurumuş maymun kafalarından başka bir şey görmez ve kâinatın Yaratıcısı, insafsızca reddedilir. Fakat bütün bunlara rağmen biz onları insafla muhakeme edecek ve sadece bir teoriden ibaret olan iddialarını, ortaya attıkları kendi teorileri çerçevesinde çürüteceğiz. Böylece ortaya çıkan neticeye, itiraz edemeyeceklerdir. Evrim teorisinin başlıca üç ana kuralı vardır:
1. İşe yaramayacak ya da organizmaya fayda sağlamayacak bir gelişme olamaz.
2. Bir alt türe ait olan ve yeni türün işine yaramayan organlar yok olur.
3. Gelişmeler, daima bir üstün modele doğru gider.
Göz mucizesinin bu esaslara aykırı oluşunu göstermek için, onu inceleyelim:
Fizik ve biyolojinin harika uyumunu en güzel şekilde gösteren organ gözdür. Aslında çok yetersiz olmasına rağmen, gözün optik özelliklerini bir fotoğraf makinesine benzeterek ele almak zorundayız.
Gözün önünde, ışığın göz yuvasına girmesini sağlayan saydam bir katman (kornea) ve bunun arkasında, ışığı kırarak ağ tabakasının belirli bir noktasında odaklayan göz merceği bulunur. Ağ tabakasına ulaşan ışınlar, çubuk ve koni biçimli ışığa hassas hücrelere etki eder ve burada objelerin ters bir görüntüsü oluşur. Bu ters görüntünün nasıl olup de beyne düz ulaştığı veya orada nasıl düzeltildiği bilinememektedir. İster istemez aklımıza, yoksa dünya mı ters?! şeklinde bir soru takılıyor.
Fotoğraf makinesi, aynı şeyleri objektif, diyafram, obtüratör ve film dörtlüsüyle gerçekleştirir. Yalnız görüntü gözün ağ tabakasındaki hücrelerin yaptığı gibi biyolojik değil de filmin kimyasal özellikleri ile oluşur. Tabii işlem hızı ve kalitesi bakımından göz ve fotoğraf makinesi arasında muazzam farklılıklar vardır. Bunlardan biri olan göz merceği, uzaklığı saniyenin çok küçük bir bölümü kadar sürede ayarlayıp, görüntüyü netleştirir. Hatta bu elimizde bile değildir. Gözlerinizi okuduğunuz yazıdan aniden ayırıp, uzaktaki bir cisme bakınız. Netleşme için gereken zamanı, kendi gözünüz bile fark edemedi değil mi?
Peki göz merceğini oluşturan ve yaptıkları işten bile haberleri olmayan hücreler, bu mükemmelliği kendileri tasarlamış olabilirler mi? Evrimcilere göre olur! Hatta ona göre bu hücreler ve arkadaşları, bir değil iki göz yaparak görüntünün üç boyutlu olmasını ve sadece ihtiyaca değil, estetiğe de hitap etmesini düşünebilmişlerdir.
Gözün bütün elemanları ve onları yöneten kompleks sinir ağı, en küçük bir eksiklikte bile çalışamaz. Filmsiz veya objektifsiz bir fotoğraf makinesinin işe yaramayacağı gibi, ağ tabakasız, irissiz ya da korneasız bir göz de sadece, vücuda yük olan bir et parçası hükmündedir. Evrimciler Yaratıcıyı inkar ettiğine göre, gözün yavaş yavaş olan bir takım gelişmeler sonunda meydana geldiğini iddia etmek zorundadır. Peki böyle olduysa gözün ilk hâli nasıldı?
Her halde baştan korneanın, sonra merceğin ve sırayla diğer kısımların oluştuğunu iddia edemezsiniz, çünkü bunların hiçbiri kendi başına bir işe yaramayacağı gibi, bir tanesinin eksikliğinde de, diğerleri görmeye yetmeyecektir. İşte evrimcilerin ortaya attığı 2. prensibe göre bu işe yaramaz parçalar da onları geliştirenden sonraki nesil tarafından yok edileceklerdir. Ama aynaya baktığımızda evrim kurallarının hiçbir şeyi bağlamadığını görürüz.
Masal kahramanları ciddiye alınmaz ama, bu seferlik biz de akıl duvarını aşalım ve size uyarak, gözü geliştirebilecek zeki balıkların varlığını kabul edelim. Suyun içinde bulanıklık ve ışığın derinlerde çok azalması gibi problemler vardır. Bu durumda sonar denilen ve yüksek frekanslı ses dalgalarının yansımalarıyla çevre hakkında ayrıntılı bilgi verebilen cihaza benzeyen bir organ yapabilirlerdi. Üstelik bu, gözden daha basit bir yapıya sahip olurdu. Hemen hatırlayalım bir gece avcısı olan yarasa, balıklar yerine bu sistemle donatılmıştır ve çoğu kuştan ya da memeliden daha mükemmel hareket edebilmektedir. Bu tezat düşünüldüğünde, evrimde bir terslik olduğu ortaya çıkar. Aynı şekilde ısı radyasyonunu hissedebilecek ikinci bir organ da, yarasa için daha kullanışlı bir radar olabilirdi. Tabii bu, böcekler âlemi için felaket olurdu. Bu tür bir ısı radyasyonu dedektörünü yarasa yerine, yılanlara kısmet olmuş. Ne de olsa onların kanatları yok.
Eğer evrimdeki gelişmeler, basitten mükemmele doğru olduysa, pekala bu üç organı da bir arada bulunduran bir hayvan bulunabilirdi. Ama Kâinatı yaratan Yaratıcı, hiç bir varlığı ihtiyaç duyduğundan mahrum bırakmadığı gibi, hiçbirine de bir diğerinin hayatını cehenneme çevirecek özellikleri bir arada vermemiştir.
Evrimcilerin temel problemi, her şeyi bir anda yaratacak bir kudret sahibinin varlığını kabul etmemektir. Bu yüzden de o, dünyada en ziyade hayret edilecek şey olan inkâra sapıyor. Ona göre bir ilim sahibi tarafından bir anda yaratılmak yerine, birkaç milyon senede yoktan kendini yapıp, sonra ilim sahibi olduğunu iddia etmek daha makuldür. Ama göz öyle demiyor. Yüz elli yılı aşkın bir zamandır evrime delil arayanların göz(ü) göre göre bu talihsiz çabada ısrar etmelerini doğrusu anlamak mümkün değil.