“Şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın fihristesini,
bütün hazain-i rahmetin anahtarlarını,
bütün esmâlarının ayinelerini dercetmek…” (Bediüzzaman, Sözler)
Metinde geçen üç mesele üzerinde kısaca duralım:
- Her insan, bu kâinatın bir fihristesidir.
Bediüzzaman Hazretlerinin muhtelif Risalelerde nazara verdiği gibi her insanın ruhu âlem-i ervahtan, hâfızası levh-i mahfuzdan, hayali âlem-i misâlden haber verir. Kemikleri taşlardan, etleri topraklardan, his dünyası meleklerden, vücudundaki farklı farklı akıntılar nehirlerden haber verirler. Ne var ki, inançsız bir insan, bu haberlere kulak vermeden yaşar, sadece dünyanın maddî imkânlarına, zevk ve sefasına tâlip olur.
…
- Rahmet hazinelerinin anahtarlarına sahiptir.
Bu dünya İlâhî rahmet hazineleriyle doludur. Rızıklar o hazinenin bir bölümüdür. İnsanlar bu hazineden dilleriyle, mideleriyle istifade ederler. Renkler ve sesler, o hazinelerden ayrı iki bölümdürler, bunlardan ise gözleriyle, kulaklarıyla faydalanırlar. Nice nimetlerinden de aklı kullanarak faydalanma yoluna giderler; elektrik, kömür ve petrol gibi…
Mümin, bu nimetleri Rabbinin ihsanı olarak bilmekle, onlardan kalbiyle, aklıyla ve hissiyatıyla birçok manevî zevkler alır. İnançsız bir kişi ise, aynı nimetleri “tesadüfe, maddeye, tabiata, evrime” vermekle onlardan sadece dünya hayatı yönüyle kısa ve fâni bir fayda görür.
…
- Bütün İlâhî isimlerin cilvelerini taşımaktadır.
Her insan görme sıfatıyla Allah’ın Basîr ismine, işitmesiyle Semi’ ismine, şekliyle Musavvir ismine ayna olur.
Ene Risalesi’nde ve İnsan Penceresi’nde geçtiği gibi, insan birçok İlâhî isim ve sıfatları “kendisinde yaratılan numuneleri kıyas unsuru olarak kullanmakla (vahid-i kıyasî)” bilir. İnançsız bir kişi bu mukayeselerden ve bunların sonucu olan marifetlerden mahrum kalır. Kuvvetiyle Kadîr ismine ayna olsa bile, kendisi bu tecellinin farkında değildir. Kuvvetini, bu manayı düşünmeden kullanır.
Öte yandan, insan bazı isimlere de kendi iradesini kullanmakla ayna olur. Cömertliğiyle Cevvad ismine, diğer insanları tedavi etmekle Şâfi ismine, kendine karşı işlenen suçları affetmekle Ğaffar ismine, suçluları cezalandırmakta acele etmemesiyle Halîm ismine ayna olması gibi…
Müminin bu gibi tecellilerden aldığı feyiz, inanmayan bir kişinin hayattan aldığı lezzetlerden, kıyas kabul etmeyecek kadar ileridir.