Geçen sene Ağustos ayında bir Cuma gecesi kamp yapmak üzere Ömerli barajında botla ilerliyorum. Oraya gece karanlığı çöktükten sonra vardığım ve barajın pek bilmediğim bir bölgesinde dolaştığım için kıyıdan gidiyorum. Yanımdaki arkadaşımla birlikte müsait bulduğumuz ilk yerde kıyıya yanaşmaya kararlıyız zira gecenin geç saatlerine yaklaşıyoruz ve bir an önce kampı kurup oltalarımızı suya atıp ardından dürbünlerimizle meteor yağmurunu gözlemeye başlamak istiyoruz.
Uygun görünen bir yerde durup hemen fenerleri yakıp işe koyuluyoruz. Kamplarımızı oldukça konforlu geçecek şekilde planladığımızdan botumuz eşya dolu. Önce bir sundurma yapıp hemen ışıklandırıyoruz, zira eşyalarımızı sundurma altına koymadığımız takdirde gece oluşan çiğ yüzünden malzemeler ıslanabiliyor. Su kenarında hemen başlayan ormanın koyu karanlığındaki sundurmada parıldayan güçlü lambamız, yakındaki bir yaban arısı kolonisini derhal harekete geçiriyor ve lambanın etrafında sinirli sinirli uçmaya başlıyorlar. Her biri insanın serçe parmağının yarısı büyüklüğündeki arıları görünce benim de sinirlerim bozuluyor çünkü böyle kocaman bir arının iğnesi de herhalde boyu ile orantılıdır diye düşünüyorum. Ayrıca alerjik bir yapım var ve hayatımda hiç arı tarafından sokulmadım. Arıları elini havada sallayarak kaçırmaya çalışan arkadaşımı ikaz etmeye çalıştığım sırada, eşya taşırken farketmediğim şekilde belimden dışarı çıkan gömleğimin altına girip sırtıma doğru yürüyen arıyı hissediyorum. Sakin bir şekilde üstümdekileri çıkarmaya çalışırken olan oluyor ve o dev zehirli yaratık tarafından iki kürek kemiğimin arasından sokuluyorum. Acımasına çok acıyor ama esas telaşım vücudumda ortaya çıkabilecek alerjik bir tepki ile ilgili. Çünkü Dünya’da her yüz insandan ikisinin vücudu, arı tarafından sokulduğunda öldürücü sonuçları olan Anaflaktik şok denilen bir tepki gösterebiliyor. Şok çok ani geliştiğinden hasta 15 dakika ile yarım saat arasında hastaneye yetiştirilemez ise ölüm kaçınılmaz oluyor. Benim ise bulunduğum yer itibarı ile yarım saatte değil hastaneye, bota binip motoru tam güç ile çalıştırsam arabama kadar varmam mümkün değil. Çaresiz bir ağacın altına oturup kaderimi bekliyorum ve bu arada alerjik şok ile ilgili yazıları keşke hiç okumamış olsaydım diye hayıflanıyorum... o zaman böyle soğuk soğuk terlemezdim herhalde. Yoksa yıldızları seyredelim derken—yağlı güreş deyimi ile—tuş olacağım da göbeğim mi görecek yıldızları! Bazı konularda cahil olmak gerçekten huzur ve mutluluğun anahtarı galiba... Ancak yarım saat sonra arının soktuğu yerin acısının iyice artması dışında bir rahatsızlık hissetmediğim için talihsiz %2’ye girmediğimi anlayıp şükrediyor ve acıyı da unutuyorum. Ama gecenin esas dersini tehlikeyi atlattığımızı anladıktan sonra arının soktuğu anda, içine attığı kahkahaları dışarı vuran arkadaşım veriyor bana. “Arının soktuğu yere biraz bal sürelim abi acıyı alır!”
Aslında arılar için bırakın makaleyi kitap yazmak bile yeterli değil ama biz en azından insanlara bal gibi bir şifa kaynağını veren bu zehirli böceği yakından tanıma yolunda bir adım atalım. Gerçi beni sokan bir yaban arısı (eşek arısı) idi ama bize bal arısı yeter.
Biz yaratılmışların dünyası bir gariptir. En umulmadık yerde en inanılmaz şeyi bulursunuz. Mesela en küçük böceklerden biri olan pire boyuna göre en yükseğe sıçrayan canlı olma unvanına sahiptir. Zehri en kuvvetli yılanların boyu çok küçüktür. En büyük kara memelisi olan filin en korktuğu hayvan uyurken hortumuna girebilecek bir faredir. En çevik uçan yaratık olan yarasanın gözleri görmez. En değerli kumaş olan ipeğin ipliğini hazırlayan böceğin dokuyacak elleri yoktur. Ve tabi dünyanın en tatlı ve şifalı lezzetlerinden biri olan balı hazırlamakla vazifelendirilmiş olan böcek de arı gibi zehirli bir böcektir.
Sadece ürettikleri bal mucizeyi anlatmaya yeterli olsa da arıların ender bulunan hayat döngüsü ve topluluk yapısı inanılmaz bir görünüm arz eder.
Bir arı kolonisi Kraliçe, erkek arılar ve bizim gerçek anlamda arı olarak bildiğimiz işçi arılardan oluşur. Bir kovanda 20-30 bin arasında işçi arı, mevsime göre sıfır ile 500 arasında erkek arı ve yalnızca 1 adet kraliçe arı bulunur.
Kovanın temizlik, petek inşaatı, savunma güçleri, yiyecek temini, yavru bakımı, sıcaklık dengesinin sağlanması gibi tüm işleri işçi arıların sırtındadır. Bir işçi arı 5-6 hafta süren hayatı boyunca dönem dönem bu işlerin her birini yapar ama acil bir durumda her an her görevi almaya da hazırdır. Kraliçe arının ise tek görevi yumurtlamak ve neslin devamını sağlamaktır. Kovanda sadece kraliçe yumurta bırakır ve diğer arıların üreme özelliği bulunmaz. Günde ortalama 1500 adet yumurta bırakan Kraliçe arının da görevi kolay değildir. Erkek arılar ise, kovanda sadece ilkbahar ve ilk yaz aylarında bulunur ve eğer o mevsim kraliçe değişikliği olacaksa 8-10 adet erkek arı Kraliçe ile çiftleşip ardından ölürler. Bu çiftleşme bir kraliçenin ömrü boyunca (4-5 yıl) döllenmiş yumurta bırakmasına yettiği için kraliçenin çiftleşmesinden sonra kovandaki diğer erkek arılar da başka bir işe yaramadıklarından dışarı atılır. Gerçekten de erkek arılar bunun dışında bir iş yapmazlar, hatta beslenmeleri bile işçilerin görevidir o yüzden çiftleşme sonrası kovanda tutulmalarına gerek kalmaz.
Kovanda esas görevi üstlenmiş olan işçi arıların çalışma hayatları kozalarından çıktıkları yani kanatları gelişmiş şekilde gerçek bir arı olarak doğdukları anda başlar ve ölene kadar sürer. İlk olarak çıktıkları hücreyi temizler ve sonrasında diğer gözleri temizleyerek yeni yavruların yetiştirilmesi için temiz hücreler temin etmeye başlarlar. Zira Kraliçe hızla yumurta bırakmaktadır ve yerlerin ekonomik kullanılması gerekmektedir. Kraliçenin bıraktığı yumurtadan çok ince kurtçuk halinde bir larva çıkar. Bu larva beslenme şekline göre yeni bir Kraliçe ya da işçi arı olacak şekilde gelişir. İşçi arı olacak larvalar—ki çoğunluk bunlardan oluşur —ilk 3 gün boyunca arı sütü denilen bir madde ile beslenir. 3. günden sonra ise bunlara polen ve bal karışımından yapılmış arı ekmeği denilen yiyecekler verilir. Ancak yeni bir Kraliçe yetiştirilmek isteniyorsa bir larva 3 değil 6 gün boyunca arı sütü ile beslenir. Bir larvayı Kraliçe ya da işçi olarak büyütmek arasındaki fark budur. Kraliçenin ömrü 5 yıla yakınken işçi arılar sadece 6 hafta yaşar. Bu durum beslenme sağlığı uzmanlarının dikkatini çekmiş olacak ki arı sütünün yenmesi yolu ile insanın zinde ve genç kalacağına dair inançlar vardır.
İşçi arıya dönecek olursak. İlk 3 gün arı sütü sonrasında arı ekmeği ile beslenen larvalar 7. günde kendilerine bir koza örer ve bulundukları peteğin de ağzı onları besleyen işçi arılarca balmumu ile kapatılır. 12 gün boyunca burada kalan larva bir kurtçuk olarak girdiği evreden kanatları olan ne yapacağını bilen itaatkâr ve bulunduğu topluma faydalı olmaktan başka bir amacı olmayan bir bal arısı olarak çıkar. İlk olarak çıktığı petek hücresini temizleyip arkasından gelecek olan larvaya yer hazırlar. Sonra 2 gün boyunca tek işi temizliktir. İşçi arılar kovandaki ilk iki günlerini temizlik dışında kovanı tanımak için içeride dolaşarak da geçirirler. Hayatlarının daha sonraki bölümlerinde de işçi arılar kovanın genel temizliğinden sorumlu olacaklardır.
İşçi arılar hayatlarının 3.-5. günlerini “larvalardan üç gününü doldurmuş olanları” beslemekle geçirirler. Onları, polen ve balı karıştırarak yaptıkları arı ekmeği ile doyururlar.
Yumurtadan yeni çıkmış larvaların besinleri işçi arıların salgıladığı bir tür süttür. İşçi arılar gelişimlerinin 6. gününe girdiklerinde kafalarının üzerinde bulunan bir çift bez faaliyete geçer. Bu organdan “arı sütü” (royal jelly) adı verilen bir sıvı salgılanır. İşte bu sıvı yukarıda bahsedildiği gibi 1-3 günlük arıların besinidir. Kovandaki en ilginç ve bir o kadar da inanılmaz hadise burada ortaya çıkar. Kraliçe her gün yumurta bıraktığından ve her petek defalarca yavrular tarafından kullanıldığından aynı anda bir bölgede 1, 2 veya 3 günlük yavrular vardır. Ancak burada besleme görevi ile yükümlü grup henüz birkaç gün önce kozalarından çıkmış oldukları halde hiçbir hata yapmazlar ve her yavrunun 3 günlük arı sütü ve sonraki arı ekmeği öğünleri ayrı ayrı ayarlanır. Her gözde kaç günlük bir larvanın olduğu bellidir ve hiç biri yanlışlıkla fazla veya eksik beslenmez. Temizlik ve yavru bakıcılığı görevini bitiren bir işçi arının sonraki görevi 10. günde başlar. Bu dönemde arı yavaş yavaş kovan dışına çıkmaya ve çevreyi tanımaya başlar. Bu arada kovanda bulunduğu süre içinde program gereği yeni gelişen balmumu bezlerinden balmumu salgılayarak hepimizin bildiği o mükemmel altıgen petekleri inşa etmeye başlarlar. Bu dönem boyunca ana işleri inşaat ve tamiratın dışında nektar taşıyıcılarından alınan balı ihtiyacı olan arkadaşlarına yemeleri için dağıtmak ve artanı peteklere depolamaktır.
Arının hayatındaki dördüncü dönemdeki görevi ise kovan bekçiliği ve gardiyanlıktır. Bu dönemde gelişen zehir kesesi ve iğnelerini bu saldırı kendilerinin de ölümü anlamına gelse de düşmanlarına karşı kullanmakta tereddüt etmezler. Bal arısının iğnesi—aynı olta iğnesi gibi— bazı böceklere veya insana saplandıktan sonra çıkmayacak şekilde takılmasına sebep olacak kancalı bir yapıda tasarlanmıştır. Bu yüzden iğne battığı yerde kalır ve beraberinde zehir kesesi ve bazı kaslar da arının vücudundan kopar. Bu sokan bal arısının kısa sürede ölmesine neden olur. Fakat takılan iğne ve kaslar arı uzaklaşsa da zehrin tamamını pompalayana kadar çalışmaya devam eder!
Bu savunma silahı ile arılar dördüncü dönemlerinde kovan girişinde ve çeşitli yerlerde bekçilik yapar ve tehlike kollarlar. Kovana giren herkes bekçi tarafından koklanır ve âdeta üzeri aranır. Her an için yusufçuk, eşek arısı veya benzeri düşmanların saldırısı olabileceğinden devamlı tetikte olmak gerekir. Bir nevi askerlik görevi olan bu dönem bittikten sonra ise son ve en uzun dönem olan nektar ve polen toplama dönemi başlar.
Bu dönemde işçi arılar durmadan çiçeklere gidip gelerek kovanın beslenmesi için gerekli poleni ve bal hammaddesi nektarları taşırlar. Bu hayat öyle yorucudur ki yaklaşık 3 haftada 800 km uçup tükenen arı büyük bir ihtimalle kovanının uzağında görev başında ölür.
İşçilerin hayatı kısa da olsa kovanın ömrü oldukça uzundur. 20 yıl varlığını sürdüren kovanlar vardır. Kovanda neslin devamı ile ilgili görevi yürüten kraliçe, salgıladığı hormonlar ve kokular ile kovanın disiplinini de sağlar. Kovanda normalde kolay kolay kargaşa çıkmaz. Kargaşa ancak yeni bir kraliçe ortaya çıktığında kısa süreli olur veya eski kraliçenin kovandan ayrılıp yeni bir koloni kurması (oğul verme) ya da kraliçelerden birinin diğerini imha etmesi ile biter. Normalde yeni bir kraliçe durup dururken yetiştirilmez. Bu ya eski kraliçenin yaşlanması, beklenmedik şekilde ölmesi ya da kovan nüfusunun çok artması ile olur. Kraliçe yaşlandığında salgıladığı kokularda ve hormonlarda azalma olur. Bu azalma işçiler tarafından hissedildiğinde iki ihtimal düşünülür. Ya kraliçe yaşlanmıştır ya da kovan kalabalıklaşmıştır. İki ihtimal de yeni bir kraliçe ihtiyacını gündeme getirir ve yumurtalardan bazıları daha büyük ve özel gözlere konulur. Bunlardan çıkacak larva sadece arı sütü ile beslenerek yeni kraliçe yetiştirilir. Kraliçe kozasından çıkar çıkmaz kendisi gibi kraliçe olarak beslenmiş larvaları bulup imha eder ve ardından eski kraliçenin peşine düşer. Sonuçta olay tek kraliçe kalana kadar sürer. Toplumun genel sağlığı açısından bazı bireyler imha edilir. Buradaki toplum hayatının düzeni ve yapısallığı şimdilerde şirket ve ülke yönetim sistemlerinde hedeflenen bir özellik olan kurumsallığa hatta bunun en mükemmel şekline göz kırpar.
Şimdi yukarıdaki olayları tek tek gözden geçirelim. Arı sütünün formülü mü, hangi yavrulara ne kadar verilmesi gerektiği mi yoksa bu yavruların sadece yedikleri ile ileride alacakları görevin belirlenmesi mi arıların dehası ile meydana gelir? Bu öyle bir besindir ki yumurtadan çıkan larva bununla beslenip koza örüp sonra kozasından bir işçi arı olarak çıktığında ilk ağırlığının 1500 katına çıkmıştır. Benim 3 yaşındaki kızım insan zekası ve tıbbi bilimlerin öğrettikleri ile kontrol edildiği halde ilk ağırlığının 4 katına çıkana kadar 3 yıl geçti.
Temizlik ve larvaların beslenmesinden sonra petek inşaatı ile meşgul olan işçilerin altıgen petekleri inşa ederek ortaya koyduğu eser inanılmaz derecede ekonomik ve sağlam bir yapı arzeder. Altıgen odacıklar birbiri ile yan yana geldiğinde genel yapıyı oluşturur ve bu kadar çok odacığın en az malzeme ile yapılması sadece bu altıgen dizayn ile mümkündür. Odacıklar yuvarlak olsa belki maksimum depolama için daha az malzeme gerekecekti ancak bu sefer yan yana geldiklerinde aralarında boşluk kalacak ve hem yer hem malzeme israfı olacaktı. Bu altıgen yapının mükemmelliği karşısında ilhamı vereni kabullenmediğimizde arıyı matematik profesörü yapmamız gerekiyor.
Ve Kraliçe... bu şanslı gibi gözüken ama yumurtlamaktan başka birşeye zamanı olmayan birey ömrü boyunca 6 milyon yavru yapar. Kovanın tüm kontrolünü elinde bulunduran kraliçe ile birlikte işçi ve erkek arıların birinin bile eksikliğinde arı kolonisinden bahsetmek mümkün olmaz. Peki bu mükemmel topluluk aniden yaratılıp ortaya çıkmadı ise hangi birey önce oluşmuştur.? İşçinin varlığı olmadan bal bile yiyemeyen kraliçe mi ? Kraliçe olmadan doğması mümkün olmayan işçiler mi? Eldeki bilgiler gösterir ki arı topluluğu bir bütün olarak yaratılmıştır ve yaşamaya devam eder.
Arılar niye bu kadar karmaşık bir yol seçmiştir? Sinekler gibi hem üreyebilen hem de kendi yiyeceğini temin eden bir arı çifti olsaydı kendileri için daha kolay olmaz mıydı? Kovan kurup yiyeceğinden 5 kat fazla bal üretip bu çalışmanın getirdiği yorgunluktan ölmek niye? Bu mükemmel toplumu oluşturacak kadar zeki görünen arılar aslında çok mu akılsız? Yukarıdaki bilgiler bunun tersini söylüyor. O halde birisinin bal arısını yaratmak sureti ile insanlara bal ikram etmek istemiş olması en akla yatkın cevaptır.
Burada arıların güneşe göre yön bulduğunu, bunu yaparken güneşin her 4 dakikada 1 derece yer değiştirdiğini bildiklerini, polen taşımak üzere harikulade şekilde tasarlanmış bacaklarını detaylı olarak anlatıp arıların ilham kaynağı ile ilgili daha fazla delil göstermeye gerek duymuyorum. Sadece tek başına toplum hayatı yaşamaları gerekeni gösteriyor. Son bir not olarak yazının başında bahsettiğim zehirlenme olayına dikkat çekmek istiyorum.
Arı zehiri aslında çok kuvvetli bir zehir olmamasına rağmen, bazı insanlarda doğuştan bu zehire karşı alerjik tepki verme potansiyeli vardır. Tek bir arının sokmasıyla bile ortaya çıkabilen bu durumda çok ani tansiyon düşmesi, soğuk terleme ve solunum güçlüğü ile birlikte kısa zamanda şuur kaybı oluşabiliyor. Zamanında müdahale edilmediği takdirde ölümle sonuçlanabilen bu duruma karşı yapılabilecek tek şey kurbanı bir an evvel hastaneye yetiştirmek. ABD ve Avrupa’da bu duruma karşı, dağcı ve kampçılar yanlarına kendilerine enjeksiyon yapabilecekleri şekilde tasarlanmış adrenalin iğneleri taşıyorlar ancak herkesin yanında bunu bulundurmasını bekleyemeyiz. Bu durumda en iyi şey sokulmamak veya arı sokmasına maruz kalabileceğiniz yerlere gidiyorsanız arı alerjisi testi ve eğer alerji varsa bunun tedavisini yaptırmaktır. Ayrıca yazı başında anlattığım macera ile ilgili sonradan öğrendiğim bir gerçek de şu ki esas alerji ve şok genelde ilk sokulmada değil seneler sonra bile olsa ikincisinde ortaya çıkabiliyor. Yani beni bir kere arı sokmuştu birşey olmamıştı, bende alerji yoktur diye güvenmek yanlış.
Arının vücudunda ömür boyu taşıdığı bu zehir onun 1 gramlık vücuduna zarar vermezken 80 kilogramlık bir insanı tuş edebiliyor. Aynı vücutta hem böyle bir zehir hem de bal gibi bir panzehiri birbirine karıştırmadan ürettirenin dehası ise bu dehanın sahibine inanmayanları tuş etmeye yetiyor.