TR EN

Dil Seçin

Ara

Ruh Nedir? Mâhiyet ve İşlevine Dair Düşünceler!

Ruh Nedir? Mâhiyet ve İşlevine Dair Düşünceler!

“Rasulüm! Sana ruhun ne olduğunu soruyorlar. De ki: Ruh Rabbimin

bir emrinden, sadece O’nun bileceği işlerdendir. Bu hususta size pek sınırlı

bilgi edinme imkânı verilmiştir.”1

 

“De ki: Ruh Rabbimin emrindendir!” ayet-i kerimesinin mefhum ve anlam boyutları farklı açılardan ele alınır. Burada ele alacağım vecih, kelamî ve tasavvufî düzeylerin mezcidir. 

Üzerinde akıl yürütülen bir mefhum olarak, insanın mahiyetinin tanımlanmasında önemli bir unsur olan ruh, gizemli varlığından ve ayet-i kerimede işaret edilen sırlı mahiyetinden ötürü, ulema başta olmak üzere nev-i benî beşerin merakını devamlı tahrik eder. Hz. Peygamber’in (asm) döneminde, dönemin insanlarını nasıl meraka sevk etmişse, 16. yüzyılda da hem doğulu hem de batılı düşünürlerin ilgisini tahrik etmiştir. 

Ruhun ölçülebilir, ölçüye gelen tarafının var olduğunu düşünmek—kanaatimce—onun psikolojiye indirgenmesiyle açıklanabilir. Birincisi ruhun mahiyetine,2 ikinci olarak ise ruhun işlevine3 odaklanmak istiyorum; zira benim mezkûr okuma şeklime göre, ruha şu iki pencereden baktığımızda ruh algısına dair yeni bir idrak geliştirebiliriz. Ama öncesinden bu meseleye bir temsille yaklaşmak istiyorum.

Teknokratik bir dille benzetmek gerekirse, herhangi bir donanım için yazılım kanunu ne ise, ruhun mahiyet ve işlevini ona muadil bir şekilde kavrayabiliriz. Ruh dediğimiz olgu maddi sabitlerden uzak olmakla beraber, beşerin beşeriyeti içerisinde İlahî olan ile kendisini bağlayan hem öznel hem de nesnel bir unsurdur. Özneldir—her bir yazılım gibi—çünkü o donanıma mahsustur; nesneldir—her bir donanımda bulunduğu için—zira her beşerî bedene konulmuştur. 

Öznelliği ve nesnelliği içerisinde ruh hayatlı, şuurlu, cisme yerleştirilmiş, toplayıcı ve bütünleşebilen (tümelleşme) bir kanundur. Bu kanuniliğinde hem nesnellik hem de öznellik saklıdır; kanun oluşu itibarıyla her bir beşere nesnel olarak konulmuştur; fakat tek tek her bir beşerin cismine konulması itibarıyla da o beşere mahsustur. Mahsustur, çünkü her bir cisim sahibi, özellikle insan oğlu, kendi istidat ve kabiliyetleriyle ruha birbirinden farklı şekilde kapılar ve imkanlar aralar. 

Evet, ruh—sanki bir yazılım gibi—yer edindiği beşer donanımında her seferinde aynı rolü, görevi ve işlevi üstlenmez; daha doğru bir tabirle, cismine emanet edildiği kişiler/bireyler, bu ruhu nasıl istihdam ve istimal edeceklerine her seferinde yeniden karar vermek durumundadırlar. Bundandır ki, cisim-ruh veya beden-ruh uyumu, kişinin içsel ve dışsal dengelerini düzenleyebilmesi açısından önemlidir. Yoksa, temsilin diline dönecek olursam, hardware ile software arasındaki uyumsuzluk gibi, uyumsuzluktan kaynaklanan işlem hatalarına yol açar; ruh-beden uyumsuzluğu da bunun gibidir. Ruhun hayatlı ve şuurlu oluşunu hem mahiyetine hem de işlev biçimine bağlıyorum. 

Ruhun işlevine odaklandığımızda, bunun kolayca bir formülle kavranması zordur. Evet, yazılım benzeri karakteriyle, donanımın her bir yerinde bulunması ve konumlanmasına mukabil, insan bedeninin içerisindeki işlevi, görevi, vazifesi vs. ve bedenin her bir parçasına sanki nüfuz veya sirayet etmesi itibarıyla ruhun konumunu insanın bedeninde belirlemek pek mümkün değildir; gerekli de değildir. Zira ilginç olan, ruhun bedenin her bir uzvuna ve maddi-manevi beşerî duygu ve latifelerin her birine bakarak yerine getirdiği vazifesinde, adeta onları hayat ve şuurla teçhiz etmesinde saklıdır. Bu sebeple, ruh ne bedene içkin ne de aşkın; ne cisme enfüsî ne de ona afakîdir; daha ziyade kanun olan ruhun kendisi, cismin ve duyguların her birisinde hem-zamanlı olarak ve bir anda koordinasyonu ve kendi kemallerine uygun olan çalışmayı sağlar. 

Evet, donanım-yazılım uyumsuzluğunu veya tutarsız işleyişini hatırladığımızda, cisim-ruh, daha doğrusu ruh-beden arasındaki münasebeti belki de önce ruhu kavrayarak anlayıp anlatmak gerekir. 

Ruh bakımı, bir yandan ruhun mahiyetinin ne olduğuyla beraber işlevinin nasıl gerçekleştiğini bilmektir ve diğer yandan ise bu bakımın bedene de hayat ve şuur, hatta insanı insan yapan her bir duygu ve latifeye şuurlu bir hayat ihzar ettiğini ve onu izhar ettiğini idrak etmektir. 

Her şeyin yazılım olmadığı, yazılımdan ibaret olmadığı muhakkaktır; donanım olmadan insanî ruhun evrendeki kanunlardan herhangi bir farkı kalmaz. Buna rağmen insanın cismî varlığına renk, boyut, mahiyet ve işlev veren en temel unsur ruhtur; insanın ilk temellendirilmesinin ve inşa edilmesinin zemini de ruhtur. Ruh bakımı bu manasıyla her şey değildir, ama cismi cisim yapabilecek her bir şeye gerekli şuurlu hayatı temin eden şeydir. Cenâb-ı Hak’ın cism-i beşeri idame-i hayata ihzar ve idamesindeyken de işlevine mazhar etmesi için, o cisme tevdi ettiği en mühim hediye ve sorumluluklarından birisi hiç şüphesiz ruhtur. Ne mutlu onlara ki, ruh bakımlarını devamlı ve enfüsüne dönük olarak yapanlar; kendilerini tanıma gayretiyle Rabbinin rızasına nailiyet için çabalarlar.

 

Dip notlar:

1. İsra 17/85: “Rasûlüm! Sana rûhun ne olduğunu soruyorlar. De ki: Rûh Rabbimin bir emrinden, sadece O’nun bileceği işlerdendir. Bu hususta size pek sınırlı bilgi edinme imkânı verilmiştir.” 

2. Sözler, 29. Söz: “Ruh; zihayat, zişuur, nurani vücûd-u haricî giydirilmiş, câmî, hakikattar, külliyet kesb etmeye müstaid bir kânun-u emrîdir.” 

3. Sözler, 33. Söz 31. Pencere 2. Nokta: “Mühim bir sırr-ı ehadiyete işaret eder. Şöyle ki: İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki, bütün âzâsını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlâhiye cilvesi olan evâmir-i tekvîniye ve o evâmirden vücud-u hâricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve lâtife-i Rabbâniye olan ruh, onların idaresinde, onların mânevî seslerini hissetmesinde ve hâcatlarını görmesinde birbirine mâni olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak, yakın, bir hükmünde; birbirine perde olmaz. İsterse çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ, çok nuraniyet kesb etmişse, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir. Öyle de, Cenâb-ı Hakk’ın, madem Onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve âzâsında bu vaziyeti gösteriyor…”