Görsellerin hükmettiği çağda yaşıyoruz; bu durum artık genel geçer gerçeklerden oldu. Görsellerin, ister dijital ister hakiki dünyada olsun, zihin ve hayallerimizin üzerine etkisi birçok araştırmaya konu olduğu gibi, insanın kendisi hadsen, kendi içine baktığında ve dahi otomatikleşmiş günlük rutinlerini tahkik ettiğinde bunun farkına varır. Her altı saniyede bir defa telefonuna, oraya gelen mesajlara, imgelere veya paylaşımlara bakmak, onlara reaksiyon göstermek zorunda hisseden birey, nasıl olur da kendi zihin ve hayal dünyasını avuç içine sığan bir dünyaya hapseder!
Görsellerin etkisini varalım buradan anlayalım; görseller, insanın görme yetisi üzerinden doğru hayaline ve dahi zihin dünyasına etki eder. Bireyin hayaline gördüklerinin etki ettiğini biliyoruz bilmesine, ama bu görsellerin bizi etkilediğini kabullenmiyorsak, o zaman işte hayal ve zihin dünyamız, dışarıdan gelen olgu, duyu ve verilere karşı korunaksız ve filtresiz kalır. Bu nedenle, görsellerin hükmettiği, bunların da evvel hayalin manalara suret giydirmesine etki ettiğini göz önünde bulundurmalıyız.
İster kalpten, ister akıldan çıkıyor olsun manalar; yani ister manaları kalbin hissiyatı, isterse anlamları aklın delil arayışları doğuruyor olsun, bu ikisinin arasındaki konumuyla kendisine dışarıdan hücum eden görsellerin etkisini kıramadığı müddetçe, hayal duygusu bu etkinin altında kalbî ve aklî manalara resim ve suret giydirir. Başkası da beklenemez.
Cep telefonlarında görsel, bilgisayar başında görsel, otobüsle işe, eve, okula vs. giderken görsellerin seline kapılan hayal, kendisini birey olarak diğer insanlardan ayrıştıran manalarının derinliklerine ve inceliklerine inemeden, bu manaların ilk ortaya çıkmaya başladıklarında onlara günlük rutininde alışık olduğu suretleri, görünümleri yamar. Bir tarafı buraya bakıyor olmalıdır ki, çağımız bağımlılıklarından birisi olarak dijital bağımlılık diye yeni bir tiryakilik türü ortaya çıkmıştır.
Bu fenomene dikkat etmemizde fayda var, çünkü gelecek nesillere zarar vermezden evvel, ki onlar zaten görselliğin veya görsel çağın çocukları, biz yetişkinler üzerine bıraktığı uzun vadeli etkileri, yadsınamayacak kadar açık. Bu açıklığı inkar etmek, ben öyle değilim demek, sadece bu görsellerin kendisini ne kadar kuşattığını gösterir. Zira, Foucault’un vurguladığı gibi, güç (power) kendisini yapılar ve günlük eylem rutinleri arasında gizlemeyi başardıkça güçtür, ve etkiler; görselin gücü ve bizi etkilemesi de tam bu yapısal işleyişinden doğar. Sanki dünyanın her neresine gitsek belli başlı sosyal medya aygıtları var, onların distribütörlüğünü üstlenen meşhur logolar var. Aynı bunun gibi, insanın hayali, hangi ülkeye giderse gitsin, aynı yaşam tarzına doğru evirilmeyi izledikçe, akılla kalbinden çıkacak manaları onlar daha çıkmadan evvel yontmaya başlar. Bu sebeple, hayal terbiyesi şart. Bunun da sivil-toplumsal kuruluşlar ve resmi mekanizmalar tarafından icra edilmesini beklememeliyiz, aksine herkes kendisi bir birey olarak, kendisine emanet edilen akıl ve zeka emanetini yerinde kullanarak, görsellerin yol açtığı atalet zindanına düşüren bu tasalluttan kurtulmalıdır.
Nitekim Rabb-i Hakîm’in namazın fahşâ ve münkerden koruduğuna dair fermanı hiç şüphesiz bizim bu zamanımıza da bakar. Namazda iken, yanımıza telefon veya herhangi bir dijital aygıt alıyorsak, o zaman bilelim ki, namazla talim etmemiz gereken görsellik perhizinde başarısız olmuşuzdur. Ama, görsellere gözlerimizi kapama, kendi içimize dönme ve nûr-u ayn’ımızı yalnızca kudsî mânâları tefekküre hasretmemize namazın terbiyesini vesile edersek, o zaman işte tedricen hayal ve zihin dünyamızı tasfiyeye ve dolasıyla tasaffiye başlarız.
Hayal ve zihin tasfiyesi, elbette tamamen dışarıdan gelen etkilerden kopmak anlamına gelmez, ama en azından aktif bir birey olabilmek için önlerine dinginlik ve seçicilik filtresini koymak demektir. Filtresiz gelen her görselin, her resmin, hayal dünyamıza ve zihin şebekemize etki ettiği muhakkak. Yanlış anlaşılmasın, dışarıdan sansür uygulayarak bu görsellik tasfiyesinin mümkün olacağını savunmuyorum, aksine ters tepeceğine inanıp bireylerin kendilerini bu bilinç ve şuurda olarak zihin ve hayal dünyalarını görsellere karşı mukavemet edecek tavra ikna, belki terbiye etmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Kendimiz bu filtrelenmiş özgürlüğü adapte edemezsek, nasıl ki hayal akılla kalbin merkez olduğu manalara özgün ve özverili suretler giydirmek aciz kalır; kendisine hazır sunulanlardan başka, özgünlüğünü ifade edecek bir suret kalmaz.
Bu filtrelenmeyle özgürleşmenin bir boyutunu da zihin şebekesinin işleyişinde görüyorum. Hayal, içte doğan manalara dışarıyla iletişimiyle suret giydirirken; zihin ise şebeke gibi işleyip, mevcut olan, bireyde şu veya bu suretle konumlanmış olan suretlerin yayılmasını sağlar.
Neticede sadece hayalin zarar görmesiyle yalnızca hayal zarar görmüş olmaz. Onunla birlikte, bu bağlam herhangi birimiz için kişisel, sosyal ve gündelik rutine dönüştükçe zihin şebekesi görsellerden aldığı izlenimleri, iç frekans ayarı olarak tüm duygulara dağıtır—vicdan ve ruha bile. Adeta bir telekomünikasyon şebekesinin işlev görmesine benzer, insanın enfüsi dünyasının da hangi suretlerle dolu olduğunu gösteren, göstermekle kalmayıp bu durumu o suretleri yaymak ve neşretmekle temin eden zihnimizdir.
Belki sözü uzatmaya hacet yok ama, görsel deyip geçmemek lazım; aman ne olacak, televizyonda, sosyal medya platformlarında ve dijitalin her alanında sergilenen görsellerin sadece oradaki görseller olarak kalmadığını kavradığımız anda, bunların iletişimsel ve verisel çağın süratinde bizi de devamlı olarak etkisi altına aldığını idrak ederiz. Görselliğin yıkıcılığını idrak etmek, görselliğe isyanı başlatan ilk kıvılcımdır. Görselliğe isyansızlık da zihin ve hayalin çoraklaşmasıdır.