TR EN

Dil Seçin

Ara

Allah’a Gaibâne ve Hazırâne Muhatap Olmak

Allah’a Gaibâne ve Hazırâne Muhatap Olmak

“…Hazırâne bir muamele suretinde evvelâ Hâlık-ı Zülcelâl’in kendi sanatının mucizeleriyle kendini zîşuura tanıttırmasına karşı hayret içinde bir marifet ile mukabele ederek سُبْحَانَكَ مَا عَرَفْنَاكَ حَقَّ مَعْرِفَتِكَ dediler. “Senin tarif edicilerin bütün masnuatındaki mucizelerindir.” 

(Bediüzzaman, Sözler)

 

Bu âlem, en mükemmel şekilde terbiye edildikten sonra, kendi haline bırakılmış değil. Onda sürekli faaliyetler, değişmeler, kemale erme ve zevale meyletmeler; hayata kavuşma, rızıklanma, hastalanma ve şifa bulmalar; izzete erme ve zillete düşmeler; gülmeler ve ağlamalar; açmalar ve solmalar; aydınlanma ulaşma ve karanlığa gömülmeler ve böyle daha nice işler ve haller sürekli olarak icra ediliyor ve sergileniyorlar…

Bütün bu sürekli ve birbirinden farklı işler, her şeyin her işini gören, bütün sesleri birden işiten, bütün ihtiyaçlara birlikte cevap veren, her şeyde bizzat tasarrufta bulunan Cenâb-ı Hakk’ın İlâhî icraatına sürekli olarak dikkat çekerler. 

İşte, bu tabloyu iyi değerlendiren bir mümin, her neye ve hangi hadiseye baksa onun arkasında bir İlâhî fiili görür. Bu hal insana bir nevi huzur verir. Çünkü İlâhî fiillerin icraatları süreklidir ve bunların hiçbiri; “şuursuz sebeplerin, kör tesadüfün, sağır tabiatın” işleri değillerdir. 

İşte, Rabbini bu şuur ile daima hatırlayan insan, bütün ihtiyaçlarını ancak O’nun gördüğünü, bütün hayırların ancak O’nun elinde olduğunu, kendisini düşmanların şerrinden ancak O’nun koruyabileceğini düşünerek “İyya ke na’büdü ve iyya ke nestain” (Ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz) der. 

Böyle söylemek, hazırâne bir muameledir. Yani, Allah’tan gıyaben bahsetmek yerine, doğrudan O’na hitap etmektir. Meselâ, “Allah ne kadar Rahîm ve Kerîm’dir.” demek gaibâne bir hitaptır. “Sen ne kadar Rahîm ve Kerîm’sin.” demek ise hazırâne makamına ermektir. 

Bu hal, namaza mahsus değildir. Bir mümin, namazda Fatiha Sûresi’ni okurken “iyya ke na’büdü..”ye kadar gaibâne, ondan itibaren hazırâne hitaba geçtiği gibi, günlük işlerinde ve tefekkürlerinde de hadiseleri önce gaibâne düşünüp, değerlendirir, sonra doğrudan Allah’ın hikmetine ve kudretine iltica ederek her şeyi O’ndan bilir, O’ndan bekler ve yalnız O’na şükreder. 

Bediüzzaman Hazretleri bu konuda şu örnekleri verir:

“İnsan, bir adamın fenalığından, ayıplarından bahsederken hiddeti, gazabı o kadar galebe eder ki; hayalen, hayalî bir ihzar ile hitab suretiyle kendisine tevcih-i kelâm etmeye başlar; veya iyiliklerinden bahsederken şevki ve aşkı galeyana gelir, hemen hayalinin karşısına getirir, kendisine hitap ile konuşmaya başlar. Bu, iltifat ile tesmiye edilen bir kaidedir. Bu kaidenin lisan-ı Arab’da büyük bir mevkii vardır.” (İşaratü’l-İ’caz)

Meselâ, birisinin katilliğini anlatan kimse heyecanından ve nefretinden öyle bir noktaya gelir ki, sonunda “Ey katil! Bu canlara nasıl kıydın!?.” diyerek hayalinde doğrudan ona hitap etmeye başlar. 

Veya bir kimse mesela Sinan’ın şaheserlerini hayranlıkla seyrederken, hayreti öyle bir noktaya varır ki, “Ey Koca Sinan! Bir ömre bu kadar eseri nasıl sığdırdın!?..” diyerek hazırâne hitap makamına geçer. 

Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın eserlerini, fiillerini gören ve tefekkür eden bir insan da gaibâne hayranlıktan, hazırâne tesbihe ve hamde yükselir, “Seni tesbih ederim, Sen her türlü noksanlıklardan uzaksın, Sen her şeye kâdirsin, Sen her övgünün sahibisin…” diye Allah’a hazırâne muhatap olma mertebesine çıkar.