Bir pencere açıp kendi hayatımıza oradan baksak. Meraklı bir gözle küçücük bir camın arkasından kendimize odaklansak...
Neler göreceğiz, neler diyeceğiz kim bilir!..
Birisinin dediği gibi “Çocukluğum şimdiki halimi görse, ‘sana ne yaptılar böyle!’ diye hayret edecek,” mi diyeceğiz?
Yoksa aferin sana hayallerini, hedeflerini tutturmuşsun, tebrik ediyorum mu?
Ya da hiç değişmiyorsun, ‘aynı tas, aynı hamam’ mı!..
…
Öyle ya da öyle mükemmel insan yok. Ne safi beyaz, ne tamamen kara; her insan grinin farklı tonlarında yaşıyor… Bir yanda nefis ve şeytan, diğer yanda kalp, akıl ve ilham melekleri… İnsan bir o yana bir bu yana yalpalayıp yürüyor işte…
Belki de Kur’an’da ‘günahsızları” değil de, “Allah ‘tövbe edenleri’ sever” diye ifade edilmesinin pek çok hikmetinden birisi budur.
İşin başı, ilk düğmeyi doğru iliklemek olmalı. Herkesin bazı ön kabulleri var; hayatı, dünyayı, olayları ona göre görüyor, adımlarını ona göre atıyor; bu ön kabulüne göre konuşuyor, susuyor…
Mesela bir Müslümanın ön kabulü, “Allah (cc) her şeyin sahibidir, mülkünde şeriki yoktur, hâkimiyeti her şeyi kaplamıştır, sonsuz rahmet sahibi olduğu gibi isyan edenlere azabını da bildirmiştir; insan Allah’ın kuludur, dünya insan için hem bir eğitim süreci hem de bir imtihan meydanıdır. Ebedin yolcusu olan insanı, yaşadığı hayata göre cennet ya da cehennem beklemektedir…”
Bir Müslüman için doğru budur. Bu ilk düğmeyi doğru ilikledikten sonra gerisi de doğru bir şekilde gelecektir. Allah’a karşı sorumluluğunu yerine getirenin diğer bütün işlerini Allah yoluna koyar. Kâinat ve hayat Allah’ın olduğu için, Allah’ın razı olcacağı şekilde hareket edenlerin tüm işleri de yolunda gider. Tıpkı akıntı yönünde kürek çeken birisi gibi hızlı ve kolay bir şekilde yol alır.
Aksi halde insanın tüm çabası akıntıya karşı kürek çekmek hükmünde olur… Hak olandan yüz çevirenin tüm koşturmacası koşu bandında koşmak gibidir; çok çabalasa da bir yere varmaz.
Hayat ahirete akan bir nehirken, onu durdurmaya veya içindeyken akıntıdan kurtulmaya kimin gücü yetmiş ki!?
Bediüzzaman Hazretleri şöyle demiş:
“Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek.” (Mektubat, 219)
Başka bir bahiste de bu dünyayı bir gemiye benzetir…
Biletini alıp gemiye bindikten sonra, üzerine vazife olmayan işlere kafasını takıp niye kendini heder eder şu insan… Geminin sahibi var, idare edeni var, her şeyini belli bir düzen dahilinde çekip çevireni var… Sen doğru yerde ol, doğru şeyler yap, ve yolculuğun tadını çıkar…
Elbette bunu yapabilmek için iman gibi bir önkabul lazım, kulluğunun farkında olmak lazım. Allah de ve ondan sonra dosdoğru ol…
Fakat dediğimiz gibi, bu ilk düğme doğru iliklenirse yapılabilecek bir şey.
…
Behlül Dânâ, kardeşi Halife Harun Reşid’ten iş istemiş. O da ona çarşı pazar ağalığını vermiş. Behlül hemen çarşıda dolaşmaya başlamış. Bir fırına girmiş. Fırıncıya “İşler nasıl, halin nedir?” gibi sorular sormuş. Fırıncı başlamış şikayete, “İşler kötü, hiç kazanamıyorum, kazandığım ihtiyaçlarıma yetmiyor…” diye türlü şikayetler etmiş. Behlül, bir ekmek alıp tartmış ve bakmış ki gramı eksik. Bir şey demeden oradan ayrılmış.
Behlül biraz dolaştıktan sonra başka bir fırına girmiş. Aynı soruları o fırıncıya da sormuş; fakat bu adam tam aksine, halinden, kazancından, geçiminden gayet memnunmuş. Behlül onun da ekmeklerinden bir tane alıp tartmış. Ekmeğin gramajı diğerinin aksine fazlaymış bile. Oradan da hiçbir şey demeden çıkmış ve doğruca Harun Reşid’in yanına gitmiş.
“Ben iși bıraktım” demiş.
Harun Reşid biraz da kızarak, “Bu işin nesini beğenmedin?” diye ona çıkışmış.
Behlül ise, “İş güzel ama bana bu konuda ihtiyaç yok” demiş, “Gördüm ki, çarşının zaten ağası var, işini iyi yapanı mükâfatlandırıyor, işinde dürüst olmayana da cezasını veriyor. Dolayısıyla bana yapacak bir şey kalmıyor.”
…
İşler yolunda gitmiyorsa, bereket yoksa, olmadık problemler ayağımıza bağ oluyorsa, çarşının kurallarına uymakta eksiklerimiz olabilir. İşlerimizi ne kadar usulüne uygun yaparsak, hakka ve helale dikkat edersek, o kadar akıntı yönünde kürek çekiyor ve hem dünya hem de ahirette başarılı olmaya yaklaşıyoruz demektir.
O zaman belki hayatımıza o pencereden baktığımızda, kendimizi daha iyi bir noktada görebiliriz. Ne dersiniz?..