Heyecanlı yürüyüşler. Derin fısıltılar. Mahcup çağırışlar. İçten seslenişler. Sıcacık paylaşım heyecanı. Çocukça sevinç çığlıkları. Uçurtmanın ardı sıra dalmış bakışlar. Deniz kıyısında kumdan kale yapmalar. Ve anlam dolu bir sessizlik.
Selim Gündüzalp’in ardından hatırıma takıldı bunlar.
Çok sevdiğim uçurtmamın ipi kaydı sanki elimden. O göğüne gitti, ben mahzun kaldım. Güzelliğin dünyaya sığmayacağına şahitlik etti. Sadece sözüyle değil, haliyle de yaptı bunu. Sonsuzluğun göğüne uzanan dallarımızı sallayıp durdu; ta ki kök saldığımız dünya toprağında yitirmeyelim gönlümüzü. Dudağımızda aziz bir misafir gibi ağırladığımız dualarımızın çağıltısını yeniledi; ta ki içimizi bir arza-ı hal heyecanıyla göğe yağdıralım, yerden göğe y/ağan yağmur olsun dua. Kalıbımıza dair telaşlı koşturmalardan kalbimizin gündemine kıyama kaldırdı bizi; ta ki secdemizi beş vaktin başucuna aşkla şevkle bırakalım.
Bal peteğinden, ayçiçeğinin dizilimine, kelebek kanatlarından atom çekirdeğine kadar her şey, onun için bir tefekkür vesilesiydi. Solan çiçeklerin ardı sıra “yazığım geliyor” diye gözleri nemlenen, yamaçta gördüğü yalnız sarıçiçekle dertleşen, hastalığını ve sancısını, hapsini ve hasretini, gurbetini ve sürgününü bile tefekkürün teknesinde yoğuran Üstadı Bediüzzaman Said Nursi’ye talebe olmanın hakkını verdi. Şikâyet etmeden, ümit veriyordu. İddiacı olmadı; inceden söyledi sözünü.
Bir cephe oluşturmadan, herkese açık, her kesimi kucaklayan duru bir söylemi seslendirdi. Elinde siyaset topuzu değil nurun ışıltısı vardı. “Nur”u gösterip topuzu sallayanlardan da olmadı. Şablonlara itibar etmedi, kalıplaşmış fikirlerin uzağından geçti. Yıldızların dökülüşü gibi döküldü şiirler dudağından. Yağmurun indirilişi gibi incitmesiz eğildi muhtaçların gönül hizasına.
Hatırlıyorum da…
Meğer ne çok emeği varmış bizde Zafer’in ve Selim Gündüzalp’in. Yetiştirmiş bizi; içimize sıcacık heyecanlar dökmüş, toprağımıza tohumlar gömmüş usulca. Gönlümüze mütebessimi fikir işçilerinin emeğini nakşetmiş. Girmesi protokollü, çıkması sorgulu sualli, kulübü andıran cemaat görünümlü örgütlü yapıların uzağında, üstelik onların baskısına ve ötekileştirmesine rağmen, sivil bir cemaat olmayı başarmış. Herkese açıktı dergâhı. Herkes istediğinde istediğince katılıyordu derslerine. Üstad’ın şefkat yüklü bilgeliğini ağır başlılığı ve güleçliği vardı yüzünde.
Kim ne derse desin, alıp başını dağ başlarına vuran, Çam Dağı’nın katran ağacı üzerindeki yalnızlıktan diri duru tefekkürler devşiren Bediüzzaman Said Nursi’nin gönlünde olandı bu. Adam devşirme, taraftar çoğaltma, itibarını yükseltme, gelirini artırma hesabından uzak, hasbî bir duruşun nöbetini tuttu. İyilik ağacıydı bizim için… Bunaldığımızda kaçacağımız yerdi. Kendisinden firar edilecek değil, kendisine firar edilecek olandı.
Düşünüyorum da…
Bugünün gençleri “din” adına bir arama yapacak olsalar, soğuk yüzlü, sert sözlü, üstenci ve iddiacı profiller bulur çoğunlukla. Bugünün gençleri. Evet, evet, bugünün gençleri. Garip ama bugünün gençlerinin dünün gençlerinden daha olumlu bir medya bulması beklenirdi. Mahrum olanlar öncekiler olmalıydı. Bugünlerde biz genç olsaydık, kavgacı ünlüler arasında saf aklımız karışır, kelimenin her iki anlamında da “sidik yarışı”nda ayaklarımız dolanırdı. Aradığımız şefkati bir türlü bulamazdık.
Bizim gençliğimizde, internet olsaydı, google’layabilseydik âlemi, rengârenk çiçekler, muhteşem gökkuşakları, zarif kar taneleri, sessizce tebessüm eden gün ışıklarını bulurduk. Evet, bulurduk! Google’layarak olmasa da, Zafer’de bulduk aradıklarımızı. Selahattin Şimşek’i, Alaaddin Başar’ı, Mehmet Kırkıncı’yı, Cüneyd Suavi’yi, Haluk Nurbaki’yi o güzellerin başında, o güzelliklerin hakkı olan heyecanla, o sonsuz incelikleri yansıtan nezaketleriyle bulduk. Öyle öyle bugünün gençlerine, bol gürültülü seçenekler arasında, yıkıp geçen ezici hurafecilere rağmen, hayat kadar ışıltılı, bahar gibi rengâhenk şeyler söylemeye çalışıyoruz. Beton dökülse de üzerimize, biz cılız ama kararlı, sessiz ama duru bir dere yatağı olarak akmaya devam edeceğiz.
Bunca güzel tesbih tanesinin şeffaf ipi oldu Selim Gündüzalp. O gitti diye dağılacak mı taneler? Elbette ki hayır! Zafer, kazanılmıştır çoktan!