TR EN

Dil Seçin

Ara

32. Zafer Yılı

Dile kolay tam 32 yıl olmuş Zafer dergimiz çıkmaya başlayalı. Hayatımızın ümit ve sevinç dolu bu en güzel günlerini hiç unutmadık. Bir okuyucunun teşvikkâr mektubuyla derdi kederi unuttuğumuz ya da bir yeni aboneyle yeniden doğduğumuz o günleri, o yılları hiç unutmadık. Her ânı yepyeniydi, her günü hep yeniydi. Zafer’le beraber biz de yeniden doğmuştuk sanki.

Ağır bir yükün altına girdiğimizin farkında bile değildik. Hâlimiz, ahvalimiz var ya; “Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya,” işte bu misaldik. Ama Rabbimiz isterse olmazlar olurdu. Bir avuç taam bir orduyu doyururdu. Bir küçük çekirdek, koca bir ağacı taşır yüklenirdi. Rabbimize hamd olsun, inayet ve sıyanetini hiç esirgemedi üzerimizden.

Çok değildik, topu topu bir avuçtuk ama, yüce bir dâvâya ezelden sevdalıydık. Cıvıl cıvıldık. “Maksadın büyümesiyle himmet de büyür” diye inanmıştık. “Kimin himmeti milleti ise, o insan tek başına bir millettir,” bu yüce esastan haberdardık. Bir damlaydık amma, şükür ki ummana karışmak derdindeydik.

Cins cinsine çekermiş; kimimiz arı, kimimiz karınca gibiydik. Ruhen ve kalben çok yakın arkadaşlardık. Bir araya gelmemiş, getirilmiştik âdeta. Bunda da nice hikmetli sırlar var.

Evet bir avuçtuk ama, avuçlarımız ideallerimiz kadar büyüktü. Çünkü bu yük mukaddesti; bu yük çok büyüktü. “Bismillah, her hayrın başıdır,” dedik, yola koyulduk. Göç, yolda düzülürmüş malûm. Biz de yapa yaza, düşe kalka bu işi öğrenecektik. Çare yok, kader bizi eğitecek, azmi elden bırakmadıkça biz de yetişecektik.

Bu yolda hiçbirimizin en ufak bir bilgisi ve tecrübesi dahi yoktu. Sizin anlayacağınız, tam takır kuru bakırdık. Ama inanıyorduk, hele şöyle bir kımıldanalım, bir ayağa kalkalım, biz bir adım atalım, Rabbimiz elimizden tutacaktı bırakmayacaktı… İşte zaaf ve aczdeki bu harika kuvvet, o sonsuz kudreti imdadımıza sevk edecekti, yalnız kalmayacaktık. Nice eleklerden geçe geçe elendik. Az destek, çok köstek gördük. Yılmadık, bu dâvâyı hak bildik yıkılmadık. Yaratana sığındık. Biz görevimizi yapmakla mükelleftik. Kararan gecelerimiz de oldu. Hatta o gecelerden birinde, uzun bir yolculuktan sonra, can dostumuz bir ahiret kardeşimizin baba evinin kapısını çaldık, hâlimizi arz ettik. Bir yıllık kâğıdımızın parasını ona borçlandık. Unutur muyuz bu geceyi, bu vefayı… Bunun gibi daha çok badirelerden geçtik. Gülün yanında dikeni de varmış, bildik. Sonunda çekilen çileler, dökülen terler değdi doğrusu.

Ey sevgili okuyucu bilesin; bu dergi eline ulaşsın diye yıllardır çekilen çilenin kıymetini sen de bilesin... Bilesin ki, biz sadece okuyup geçen değil, derdimizi dert bilen, yolumuzu yol belleyen dost arıyoruz. Onun da bizi aradığını hissediyoruz. Kollarımızı açtık bekliyoruz; “Gel, yollar seninle genişleyecek” diyoruz.

“Davete uymak lâzım,

Seyre dalıp durmak yok.

Şimdi çalışmak lâzım,

Çalışmadan ummak yok.”

O günler ne kadar da uzun gelirdi bize. Aylar, yıl gibiydi önümüzde. Şimdi ise tam tersi, yıllar aylar oldu, su gibi akıp akıp gider oldu. Vaktin de bir bereketi varmış meğer. Bazen bir güne, bir ömür sığarmış meğer. Sonra sonra anlıyor insan.

Bazen uzak diyardaki bir dosttan bir mektup gelirdi. Meselâ Mekke’den merhum Bekir Berk’ten, Almanya’dan Mustafa Erden’den, Amerika’dan Osman Kiremitçiden, Avustralya’dan Ahmet kardeşimizden.. Zafer’in oralardaki hizmetini duyar, gayrete gelir, şevklenirdik. Bazen de Ankara’dan Kemal Ural Bey’den; çok emeği vardı üstümüzde, bir baba gibi sığınırdık himayesine. Her cümlesini dikkatle dinler ezberlerdik âdeta. Bazen de Bursa’dan Mümine Güneş hanımdan, “Yeğenlerime Mektuplar” diye özel bir köşesi vardı Zafer’de. Pembe pelür kâğıtlara yazdığı yazılar göz yaşlarımızla ıslanırdı.

Her bir mektubu binbir heyecanla açar, binbir ümitle okurduk. Dertlerimize deva bulurduk. O günlerden özel bir hatıradır diye, bu mektupların bir kısmını tutar saklarım hâlâ. Ne ihlâs ne samimiyetti onlar. Burcu burcu dua kokan ifadelerdi onlar.

Rabbim kabul buyurursa inşaallah, her emeği geçen ve her okuyucu için özel bir duamız var, haftanın en az beş gecesinde...

Hele lise ve üniversite gençlerinden gelen mektuplar bizi mest ederdi. Zafer’e sahip çıkıp bağırlarına basmaları bizi sevindirirdi. Bir gün, Senirkent’ten Cennet Gül isimli bir öğrenciden gelen mektup şaşkına çevirmişti bizi. Cennet hanım şunları yazıyordu mektubunda: “Size Zafer’i nasıl tanıdığımı anlatayım: Okuldan eve dönerken bir su birikintisinin içinde buldum bu dergiyi. Biri düşürmüş olmalı... Aldım, üzerindeki çamurları temizleyip, okumaya başladım. Zafer’i elimden bırakamadım. Hayatım o gün bu dergiyle değişti.”

Daha nice binlerce mektuplar geldi geçti elimizden, yazmakla bitmez, saymakla tükenmez... Çok şükür dualı dergidir Zafer. Bazen Mehmed Feyzi Efendinin duası, “Bizim çocuk, okuyup istifade ediyor” derdi. Bazen Abdullah Yeğin Ağabeyin o ince nezaketi ile her defasında bir derdimiz, bir sıkıntımız olup olmadığını sorması ve kalbî duası, çok değerlidir bizim için.

Bayram Yüksel ve Nazım Gökçek Ağabeyleri de yâd etmeden geçemem. Rabbim bu mübarek insanların da hayır ve dualarının bereketine ve yakın ilgilerine mazhar etmiştir Zafer’imizi çok şükür. Mekânları cennet olsun inşaallah. Hele Eskişehir’e her ay dergi dağıtımı için gittiğimizde uğramadan geçmediğimiz, duasını almadan dönmediğimiz Mehmet Çalışkan Amcayı da anmamak olmaz. Çayını çorbasını içirmeden bırakmazdı mübarek insan. Basın-yayın yoluyla hizmetin önemine hakkalyakîn inanmış, canlı bir tarihti. Duaları kulaklarımda çınlar hâlâ. Ya Mehmed Kırkıncı Hocamızın, sadece duasıyla kalmayıp yazıyla, kitapla desteklemesi hiç unutulur mu? Onun hayır dualarını çok özel bir yere koyuyorum. Zaferimizi 32 yıl boyunca hiç yalnız bırakmadı. Her daim teşvik ve duasıyla kol kanat gerdi. Rabbim ebediyen razı olsun.

Yıllarca çalıştığımız matbaacı Sabri Bakoğlu amca, “Bu sayının kapağı da benden olsun” der ve baskı parasını almazdı. Onu da duayla ve hayırla anıyoruz. Açlıktan bittiğimizi anlar ve hemen kıymalı pideleri ısmarlardı. Onun hayırları bitmez; evlatları kitaplarını kütüphanemize bağışladılar, hâlâ hizmet ediyor.

Denizli’den Muammer Hünerli Amca; bu kahramanı daha yeni yitirdik. Rabbim mekânını cennet etsin, çok özleyeceğiz. Ambulans ile hastaneye kaldırılırken bile hemşireyi de, doktoru da abone yapacak kadar şuur ve gayret sahibi bir insandı.

Hayır duasını aldıklarımızın en başında sayacağımız bir ağabey daha var. Rahmetli Nail Papatya Hocamız. Asrı saadeti yaşayan bu âlim insan, edebiyle, ilmiyle, senelerce su taşıdı Zafer’e kendi ilham pınarından. Dualarımızda hiç unutmadık. Akhisar’dan Şahin Yılmaz Hocayı, en karanlık günlerde Zafer’e olan o müstesna ilgilerinden dolayı, Nail Hocamızla bir arada ve rahmetle yâd ediyoruz. Kırıkhan’dan Ali hocamızı, o mübarek ve nurlu simayı da unutamayız. Allah hayırlı ve uzun ömürler versin.

Sevgili doktorumuz, can dostumuz, vefakâr yoldaşımız, ağabeyimiz, Dr. Halûk Nurbaki’miz, 17 yıl boyunca nurumuzu parlattın, yazılarınla ufkumuzu aydınlattın, binlerce insanın hidayetine vesile oldun. Rabbim senden razı olsun. Prof. Dr. Yılmaz Muslu Hocamız da bu kervanın bahtiyar yolcusu, hayırla yâd ediyoruz. Sevgili ağabeyimiz Lütfü Göker’i de rahmetle anıyoruz.

70’li yılların o en tehlikeli zamanlarında, yüzlerce aboneyle kararan dünyamızı bir anda aydınlatan Selâhattin Hocamızı şimdi hatırlamanın tam sırası.

Zor zamanların unutulmaz dostlarından birini daha yâd etmeden geçemeyeceğim; evliliğini bir yıl tehir edip, maddî birikimini Zafer için harcayan, abone yapan bu sevgili dost ile, yirmi iki seneyi aşkın bir zamandır hâlâ görüşüyoruz. Bu nasıl bir samimiyettir, birbirimizin yüzünü bir defa bile görmediğimiz halde, gönülden bağlanmış ve gönülden bu dâvâya inanmışız.

Geceler boyu, o uzun dua listesinde Zafer’imizi anmadan geçmeyen, Tireli Nihat Ağabeyi de rahmetle anıyoruz.

Başta Musa Alemdaroğlu olmak üzere, Nuri Berk amcaların, Muzaffer Eke Hocanın, Kenan Ağabeyin adını ve hatıralarını hiç unutmayacağız inşaallah.

Gün bu gündür, yarın hayır dua ile yâd edilmek için bizler de boş durmayıp bu kervana katılmalıyız dostlar. Bosnalı Müslümanların Bilge Kralı Aliya İzzet Begoviç’in o kara günlerde ruhumu yakan sözünü hatırlarım hep: “Düşmanlarımız burada; dostlarımız nerede!?..” diyordu. Evet dostlar, el ele, gönül gönüle olma zamanı, baş başa verme zamanı. Zafer için bir yeni abone, bir yeni okuyucu daha aramıza kazandırma zamanı. Dem bu dem, an bu an, gün bu gündür.

Evet; “Davete uymak lâzım,

Seyre dalıp durmak yok.

Şimdi çalışmak lâzım,

Çalışmadan ummak yok.”

Dünden bugüne karınca kaderince emeği geçen herkese ve okuyucularımıza, binler dualarla...

•••

Yaşanmış bir öykü ile bitirelim.

Olay bundan elli yıl kadar önce New York Limanında geçer. Rıhtımda bağlı duran gemiye binmekte olan yolculardan biri, dört yaşındaki çocuğunun elini nasılsa bırakır ve zavallı kızcağız, merdivenlerden yuvarlanarak denize düşer. Çocuk gemiyle rıhtım arasındaki dar alanda çırpınmakta ve kurtulabilmesi için, geminin rıhtımdan uzaklaşıp denize açılması gerekmektedir. Fakat geminin manevra yapabileceği yeterli zaman yoktur. O anda rıhtımda bulunan yüz küsur kişinin gemiye omuz verip abanarak ittirmesiyle, çocuk arada sıkışmaktan kurtulur. Gücünü sevgiden alan insanlar sayesinde, bir hayat kurtulmuştur.

Evet dostlar! Vakit, bir omuz vermek vaktidir.