1984 yılının okul tatilinde tanıştım ilk kez Hüseyin Ağabey ile. O zaman ortaokul ikinci sınıfa gidiyordum. Din bilgisi öğretmenim elimden tutup Zafer’in İstanbul bürosuna getirmişti beni.
O yıl ilk defa dini yayınlar fuarı İstanbul’da düzenleniyordu. Sultan Ahmed Camiinin avlusundaki revaklarda tek sırayı ancak doldurabilen standlarda Ramazan boyu dergi satmıştık. Sabahtan akşama kadar biz kapıya gidip dergiyi sallayarak “Petekteki mucize” diye bağırır, görevliler kulağımızdan tutup “salmayın şunları dışarı” diye şikayet ederek standa geri getirirlerdi.
O yaz tatili boyu dergideki ağabeylere yardımcı olmuştum. O dönem Enver Yorulmaz, Burhan Amasya ve Uğur İlyas Canbolat ağabeylerle Cağaloğlu’ndaki Ziya Gün iş hanının çatı katında derginin yayına hazırlanmasına yardım ediyordum. Tabi bir ortaokul öğrencisi ne kadar işe yararsa... Fakat biz İstanbul’da olduğumuzdan Hüseyin Ağabey’i sadece birkaç defa görebilmiştim.
Sonraki yıllarda ara sıra İstanbul bürosuna uğrasam da Hüseyin Ağabey ile pek bir irtibatım olmadı. Ne yalan söyleyeyim Selim Gündüzalp’ın Hüseyin Ağabey olduğunu bile neden sonra öğrendim.
En az yirmi yıl sonra Tüyap kitap fuarında gördüm Hüseyin Ağabey’i. Yanına gittim “ağabey beni hatırladım mı?” dedim. Onca zaman sonra bana ismimle hitap edip “hatırlamaz mıyım?” dedi.
Demek dergiye, hem de İstanbul bürosunda bir yaz tatili süresince yardım eden bir ortaokul öğrencisine bile, adını yirmi yıl unutmayacak kadar değer veriyormuş.
Dergide yazmaya başladıktan sonra da kâh tebrik etmek için, kâh ikaz etmek için zaman zaman arar şevk verici konuşmalar yapardı.
Yüz yüze çok fazla görüşmemiş olsak da hayatının merkezinde Zafer, Zafer aracılığıyla Risale-i Nur, Risale-i Nur vasıtasıyla iman ve Kur’an hizmeti olduğuna şahidim.
Rabbim kabrini cennet bahçelerinden bir bahçe eylesin. Amin.