Darü’s-selâm; her türlü kötülükten ve çirkinlikten uzak olan “korunmuşluk diyarı.” Selâmet evi...
Müminlere, istedikleri her şeyin verileceği “esenlik yurdu”... Cennet...
Müminler, o saadet diyarına vardıklarında, bu dünyada çoğu zaman maruz kaldıkları ve hoşlanmadıkları bütün üzücü ve rahatsız edici hallerden kurtulmuş olarak sevinçli ve sürurlu bir hayat geçirecekler.
Bu imtihan dünyasındaki, hastalık, açlık, susuzluk, ihtiyarlık, yorgunluk gibi bedenimizle ilgili bütün rahatsızlıklar ve noksanlıklardan başka, gıybet edilme, haset duyulma, su-i zanna maruz kalma, iftiraya uğrama, yakınlarımızı kaybetme gibi ruhumuzu derinden yaralayan hiçbir şey o selamet diyarında bulunmayacak.
Selamete ermenin ilk ve en önemli adımı cehennem azabına maruz kalmamaktır.
“Nev-i beşerin en büyük meselesi cehennemden kurtulmaktır.” (Bediüzzaman, Şualar)
Darü’s-selâm olan cennete varan müminler, cehennemden uzaklaşmış olurlar ve onu artık ebediyen görmezler.
Cehennemden selamete ermenin birçok alt şubeleri de vardır.
Cennet ehli, cehennem azabından kurtuldukları gibi, “ehl-i cehennemle ve şeytanla birlikte yanmaktan” da selâmete ereceklerdir. Cehennemde Firavunla, Nemrutla birlikte azap çekmenin manevi elemi, cehennem ateşinin verdiği maddî ızdıraptan geri kalmaz.
Bir ayet-i kerîmede “cehennemin yakıtının, insanlarla taşlar olduğu” haber veriliyor. Tefsir âlimleri ayette sözü edilen taşların “putlar” olduğunu ifade ediyorlar. Buna göre, cennete giden bahtiyar insanlar, “cehennemde putlarla birlikte yanma zilletinden” de kurtulmuş olacaklardır.
Öte yandan, cennete giren kişiler, “kin, haset, kıskançlık, düşmanlık” gibi bütün kötü huylardan da kurtulmuşlardır.
Yâsîn Sûresi’nde, ehl-i cennetin, cennet nimetleriyle zevklendikleri haber verildikten sonra, “(Onlara) Rahîm olan Rab’den kavlen (söz olarak) bir de selâm vardır.” (58. ayet) buyrularak bu nimetlerden çok daha ileri bir başka lütuftan haber verilir.
Cennet nimetlerini çok gerilerde bırakan bu İlâhî ihsan, bir hadis-i şerifte şöyle ifade edilir:
“Ehl-i cennet nimetler içinde bulunurken kendilerine karşı bir nur parlamaya başlayacak, başlarını yukarı kaldırdıklarında cemal-i İlahiyi görmeye muvaffak olacaklar, Allahü Azimüşşan onlara ‘Esselamü aleyküm ya ehlel cennet’ diye hitapta bulunacaktır…”
Hadis-i şerîfin devamında bu selâm hitabından sonra, “Allah’ın nurunun ve bereketinin cennet ehlinin yurtlarında baki kalacağı” beyan edilir.
Bu selâm faslını Elmalılı Hamdi Yazır, tefsirinde şöyle ifade eder:
“Bunun üzerine onlara nazar buyurur, onlar da Ona nazar ederler ve nazar ettikleri müddetçe diğer nimetlerden bir şeye iltifat etmezler.”
İşte mezkûr ayet-i kerimede geçen “selâm” o saadet ânını ifade etmektedir. Onun verdiği sürur Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “Ehl-i cennete, cenneti unutturur.” Yani cennet nimetleri bu nuranî ziyafet yanında çok sönük kalırlar.
Ayet-i Kerîmede “kavlen” diye haber verilen “sözlü selâm” hakkında şöyle bir tefsir de yapılmaktadır:
O saadet diyarında insanın her organına ve her duygusuna uygun mükâfatlar verilecektir. Meselâ, göz nimetine karşı müminlere cennet bahçeleri seyrettirildiği gibi, söz nimetine karşılık da Cenâb-ı Hak kendilerine “sözle selâm” verecektir.
Nur Külliyatından Yirmi Dokuzuncu Söz’de cennet ve cehennem için “lütuf ve kahrın iki tecellîgâhı” ifadesi kullanılır.
Bediüzzaman Hazretlerinin On Altıncı Söz’de verdiği o harika güneş örneğinden istifade ile şöyle diyebiliriz:
Güneşin sıcaklığı “kahır”, ışığı “lütuf” kabul edilirse, bu kahır ve lütuf onun aynadaki tecellisinde çok az ve sönük bir derecede kendini gösterir. Güneşin zatını sevmeyi ve onun kahrından korkmayı terkedip bu hislerini aynadaki akislerine bağlamak, yani aynadaki güneşi sevmek ve ondan korkmak son derece büyük bir hatadır.
Cennet ve cehennem de Allah’ın lütfunun ve kahrının tecelli ettiği mekânlardır. Esas olan, Allah’ın lütfuna talip olmak ve kahrından sakınmaktır. O’nun lütfuna mazhar olmak cennet nimetlerinden çok ileri olduğu gibi, kahrına uğramış bir kul olmak da cehennemde yanmanın çok ilerisinde bir azaptır. Bunun içindir ki, müminler dualarında cehennem azabından kurtulmayı niyaz ettikleri gibi, kahra uğrama zilletine düşmekten de Allah’a sığınırlar.
İşte Allah’ın kahrına mazhar olmaktan kurtulup lütfuna eren bahtiyarlar, O’nun lütfunun en büyük bir tecellisi olan cennetten ve ondaki nimetlerden istifade ederek zevk ve saadet içinde yaşarlar.
Özet olarak, darü’s-selâm, Allah’ın selâmına mazhar olma şerefine erişilecek “mutluluk diyarı”dır.
Öyle ise “Ölmeden önce ölünüz.” hadis-i şerifine bu yönüyle de bakıp, bu dünya hayatında, ruh âlemimizi bâtıl inançlardan, yanlış fikirlerden ve her türlü kötülükten salim kılmaya gayret gösterirsek, hem dünyada daha huzurlu bir hayat geçiririz, hem de ahirette Rabb-ı Rahîmimizin “selâm” hitabında bulunduğu bahtiyarlar zümresine dahil oluruz.