Bazı geziler vardır ki hatırlarda kalıcı ve unutulmaz iz bırakır. Hüzün şehri Bosna-Hersek gezimiz de iki günlük olmasına rağmen bu türden bir geziydi işte. Bosna’nın başkenti Sarajevo’ya oranın bizden bir saat geri olan yerel saatiyle 13.00’da vardık. Bizimle birlikte uçakta İstanbul’dan geziye katılan iki grup daha vardı. Tur yetkilileri havalimanında bizi karşıladılar. Doğrudan Sarajevo’nın merkezi ve en meşhur çarşısı sayılan Başçarşı’ya götürdüler. Burası, hani taşı toprağı Osmanlı kokuyor desem yeridir. Önce Gazi Hüsrev Paşa Vakfiyesi ve Camiinde ikindi namazlarımızı kıldık. Burada Başçarşı Meydanı, Sebil, Bakırcılar Çarşısı, Morıça Han, Kurşunlu Medresesi, Bezistan, Ferhatpaşa Camii, Markale Pazaryeri, Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine sebeb olan Sırp prensinin suikasta uğradığı Latin (Hünkar) Köprüsü, At Meydanı, Fatih Camii, İnat Kuça, Kütüphane, Telali Meydanı gibi önemli yerleri gezdik. Fatih Camiinde akşam namazlarımızı kıldık. Akşam yemeğini Başçarşı’da bir lokantada yedik.
At Meydanı ve Tabakhane Mescidi
Miljacka (Milyatska) nehrinin doğu tarafında orjinali ‘Atmajdan’ At Meydanı denilen bir meydan var. Başçarşı gezimiz sırasında rehber arkadaşlarımızın anlattıklarına göre burası Osmanlı döneminde önceleri askerlerin atlarının şehri kirletmemek için, atlarını bıraktıkları meydanmış. Osmanlının asırlar önceki nezafet, nezahet ve ahlâk anlayışına örnek olarak bu bile yeter sanırım. Bu manzarayı müşahede eden yöre halkının İslam’ı sevmemesi mümkün mü? Daha sonraları burada at satışları yapılır olmuş. Ve şehrin en önemli merkezî meydanı halini almış. Hatta 1878’den sonraki yaklaşık 100 yıl kadar devam eden Avusturya hâkimiyetinin gayretlerine rağmen bu meydanın ismi; nice küçük gibi görünen ihlâslı amellerin kalıcılığına işaret ederek halk nezdinde değiştirilmeden bu güne kadar böyle gelmiş.
Yine Başçarşı gezimiz sırasında rehber arkadaşların naklettikleri enteresan bir olayla karşılaştık. Tabakhane semti diye bilinen bir yer var. Bu semtte Osmanlı mimarisinin canlı örneklerinden sayılabilecek Sozi Camii, Ahmed Bey Camii, Çuhacı Mahmut Camii gibi birbirine yakın camiler varken derici esnafı üzerlerine sinmiş olan kötü kokudan musallinin rahatsız olmaması için bu camilere çok yakın olmasına rağmen namazlarını eda edebilecekleri küçük bir mescid inşa etmişler. Maksat onları rahatsız etmemek. Bu ne incelik. Bu ne nezahet.
Bosna Millî Kütüphanesi
Savaş sırasında belki de en fazla tahrip gören yerlerden birisi de, zengin Osmanlı arşivine sahip olan Bosna-Hersek Millî Kütüphanesiydi. Kapısında, ’25-26 Ağustos 1992’de burada, Bosna-Hersek Ulusal Kütüphanesi, Sırp suçlular tarafından ateşe verildi. İki milyonu aşkın kitap, dergi ve belge alevlerle birlikte yok oldu. Unutmayın. Hatırlayın, Hatırlatın.’ yazmakta. Gerçekten insanın kanını durduracak bir trajedi yaşanmış o günlerde. Bir milletin sicil defteri, Osmanlı’nın izleri bu kütüphanenin yakılması ile neredeyse yok olmuş. Biz binanın kısmen restore edilmiş dış cephesini görebildik. Aradan bunca sene geçmesine rağmen bombanın izleri halen örtülmüş değil. Acı ama ne acı, dile gelesi değil.
Türk Köyü Poçiteli
Sabah otelde kahvaltılarımızı yaptıktan sonra Mostar şehrine doğru yola çıktık. Yol güzergâhımız baştan sona yeşilin bin bir tonu arasındaki ormanlıklar ve bir o kadar güzellikte masmavi nehirlerin arasında geçti. Önce tarihî Türk Köyü Poçiteli ve kalesini ziyaret ettik. Öğle namazını burada kıldık. Burası tamamen Osmanlı köylerinin görüntüsünü veriyor. Beş altı adet kuleleri bulunan surlarla çevrili dağın yamacında kurulmuş. Taş döşemeli yollarından yamaca doğru çıkılıyor. İçinde camisi, hamamı ve medreseleri var. Mostar’a yaklaşık 10 km. kadar uzaklıkta. Savaş sonrası restorasyonları Bosna’nın her tarafında olduğu gibi burada da göze çarpıyor.
Alperenler Tekkesi
Blagay’da 550 yıllık Alperenler tekkesini ziyaret ettik. Burası Fatih’in Bosna’yı fethinden önce yöre halkını tanımak, kendilerine insanlığı, değerleri ve de İslam’ı tanıtmak gayesiyle gelmiş Anadolu erenlerinin tekkesiymiş. Tekke görkemli görünüşü ile Neretva Nehri’nin doğduğu mağaranın hemen ağzına konmuş. Mostar’a yakın bir mevkide. İki kattan meydana geliyor. İlk katın girişinde hediyelik eşyalar satılıyor. Ahşap merdivenle çıkılan ikinci kat nehrin içinde gibi. Önce küçük bir salona giriliyor, oradan üç odaya açılıyor. Mağara ağzının en uç noktasındaki odadan tuvalet ve banyoya ayrıca giriş var. Her şey doğal ortamında. Salonun hemen yanı başındaki odada yan yana iki ayrı makam var. Bunlardan biri Açıkbaş namında Sarı Saltuk’a aitmiş. Bu nehrin kıyısında alabalık yedik.
Mostar
Ardından yıkık dökük ve büyük oranda hasara uğramış sokakları ve binaları arasında Mostar’a girdik. Mostar, Neretva Nehri’nin iki yanına kurulmuş. Yaklaşık 100 bin nüfustan bahsediliyor. Savaştan önce Müslümanların % 70’lerde olduğu, savaştan sonra ise bu oranın Hırvatların lehine değiştiği söylendi bize. Şehre girerken şehrin en görkemli dağı üzerine Hırvatlar tarafından dikilmiş büyük bir haç görülüyor. Haça dokunulmaması için bu tepenin etrafı mayınlarla döşenmiş.
Önce ikindi namazlarımızı kıldık. Ardından Tarihî Mostar Köprüsü’ne gittik. Köprü Bosna-Hersek’in ve özellikle Mostar’ın şiarı. Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile Mimar Sinan’ın kalfası Mimar Hayreddin yapmış. Osmanlı’nın bu topraklarda varlığını ve onurunu simgeleyen bir yapı. 1993 senesinde Hırvatlar tarafından bombalandığını televizyon ekranlarından izlemiş, kan ağlamıştık. Daha sonra başta Türkiye olmak üzere birçok ülkenin katkı ve destekleriyle tekrardan inşa edildi. 2005 senesinde de Mostar şehri, UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine girmiş.
Bu arada ara sokaklarda tarihin gerçek izleri arasında gerçek bir savaştan çıkmış, henüz kendini iyileştirmeye başladığı her halinden belli sokak ve dükkânlar göze çarpıyordu. İnsanların yüzünde asalet ile hüzün bir arada olduğu hemen göze çarpıyordu.
Sultan Fatih Bosna Gençlik Korosu
Mostar’dan sonra Sarajevo’ya geri döndük. Sultan Mehmed Fatih Bosna Gençlik Korosunun düzenlemiş olduğu konsere katıldık. Koro gariptir ama Sırp, Hırvat ve Boşnak öğrencilerden oluşuyormuş. Yaşları 10 ile 25 arasında değişen kızlı erkekli grup, iki günlük gezi sırasında yaşadıklarımızın da etkisiyle tek kelimeyle gönüllerimizi fethetti. İçlerinde sadece solo söyleyen bir iki kız dışında kıyafetleri o kadar olağandı ki zaten bu duruşlarıyla bile ayrı mesaj vermişlerdi. Hele Esmâ ismindeki 10 yaşlarındaki kız çocuğunun ilahileri bizi gözyaşlarına boğdu. Koronun kurucusu aynı zamanda şefliğini yürüten Bosnalı Müslüman Mehmet Bayraktar. Konserde Bosnakça, Arapça ve ağırlıklı olarak da Türkçe ilahiler okundu. Konser ‘Destûr’ nârasıyla başlayan mehter marşını tedâi eden bir ilahi ile başladı. Mehmet Bayraktar arada tercüman eşliğinde konsere katılımımızdan dolayı teşekkür konuşması yaptı. Ancak bu konuşma sırasında verdiği mesaj anlam yüklüydü. Özetle koroyu oluşturan gençlerin farklı din ve anlayış ve yaşam biçimlerinin olduğunu, bazısının kulaklarında küpe, altlarında kot giydiklerini göreceksiniz ancak bu gençler çok onurlu, saygı değer kimselerdir. Gençlerin eski ilahilere fazla rağbet etmediklerini dolayısıyla ilahileri dinletebilmek ve yaşatabilmek için modernize ettiklerini söyledi. Değerli vakit ve enerjilerini bizlerle paylaştıklarından dolayı sokağın ürkütücü tehlikelerinden uzak kalabilmektedirler. Hatta bu hafta içinde 14 yaşında bir Bosna’lı gencimiz tramvayda cep telefonunu çalmak isteyenler tarafından bıçaklandı, onun üzüntüsü hepimizi kedere boğdu, üzüntümüzün asıl nedeni neden o çocuğa da sahip çıkamadık hayıflanmasıdır, dedi.
Daha sonra sahneye üç delikanlı ve üç hanım kızdan oluşan Hz. Hamza grubu çıktı. Olabilecek en güzel Türkçe aksanla ilahi okudular. Ardından kendileriyle hatıra fotoğrafı çektirdik. Konser, gezimizin belki de hatıralardan silinemeyecek en en can alıcı dakikalarıydı.
Bilge Kral’ın makamı
Sabah otelde kahvaltımızı yaptıktan sonra aralarında Alija İzzet Begoviç’in de bulunduğu şehitliğe hareket ettik. Kendisi 19.10.2003 tarihinde vefat etmiş. Vasiyetinde ‘Hayattayken arkadaşlarımla omuz omuza savaştım, öldükten sonra da onların arasında, birlikte olmak isterim. Özel bir makam tahsis edilmesin’ demiş. Alija İzzet Begoviç’in başında çok dokunaklı, bir o kadar da onurlu bir duruş içinde nöbet bekleyen genç bir asker vardı. Kur’an’lar okundu, dualar yapıldı. Şehitlik bir yamaca kurulmuş, baştan aşağı beyaz mezar taşları ile adeta gelinlik görüntüsü vermekte. Bilge Kral da aralarında mütevazi mezarı ile durmakta.
Tünel
Ardından Bosna’nın kaderini belirleyen Savaş Tüneli’ni ziyarete gittik. Rehber arkadaşların anlattıkları üzere tünel dedikleri bu mekân gerçekten Bosna-Hersek savaşının kaderini tayin eden stratejik bir nokta. Tünel denildiğinde hemen aklımıza geniş mağara ağzı gibi bir yer gelmişti. Ama burası aslında yetmiş yaşlarındaki Kalar Sida Hanım’ın evi. Savaş sırasında dört bir koldan kuşatılan Bosna’ya sadece havaalanı bölgesinden giriş çıkış yapılıyormuş. Tabi burası da Sırplarla işbirliği içinde olan B.M’lerin kontrolündeymiş. Boşnaklar dışarıdan gelecek yardımların Bosna’ya girebilmesi için işte Sida Hanım’ın evinin altından başlayan ve havaalanının altından ilerleyen 800 metre uzunluğunda, 1 metre 60 santim boyunda ve yaklaşık 1 metre genişliğinde tünel kazarlar. Bu işlem yaklaşık 20 gün kadar sürmüş. İki buçuk sene halkın elektrikten suya, gıda malzemelerinden silah ve mühimmatına kadar bütün ihtiyaçlarının karşılandığı ve şehre giriş çıkışların yapıldığı yer olarak tarihe kazınmış. İşte bu tünel savaşın Bosnalılar aleyhine işleyen kaderini tamamen değiştirmiş, gelen yardımlarla nefes alan Bosnalılar ard arda zaferler elde etmeye başlamış, sonunda B.M savaşı sonlandırmak ve ateşkes ilanı için seferber olmuşlar. Evin bahçesine tünelin içinden geçerek çıktık. Bizi nur yüzlü Kalar Sida Hanım karşıladı. Evin üst katı ibtidai müze haline getirilmiş. Kazı esnasında çıkartılan topraklar, kazma, kürek, el arabası ve asker kıyafetleri, resimler ve daha birçok savaş erzak ve mühimmatı sergileniyor.
Kısa kısa
Bosna-Hersek üç ayrı cumhuriyetten meydana geliyor. Cumhurbaşkanlığı da halkoylaması neticesinde dörder yıllık süre ile bu cumhuriyetlerin başkanlarından oluşuyor.
Rehber arkadaşların naklettiklerine göre yasama gücü bir başkan ve iki başkan yardımcılarının olduğu Bosna-Hersek Parlamenter Meclisi’nin elindeymiş. Yani üç ayrı etnik yasama organını birlikte yürütüyorlar. Dönüşümlü olarak biri başkan olunca diğer iki etnik de başkan yardımcısı oluyor.
Bosna’da birbirleriyle henüz yeni savaştan çıkmış üç farklı toplum bulunduğundan elde edilen barışı zedelememek için millî marşları yokmuş.
Bosna sokaklarında dolaşırken biz Türkler için en çok dikkat çeken şey de Osmanlı Türkçesinin halen kültürün bir parçası olarak halkın arasında yaşıyor olmasıydı. Belki de hali hazırdaki Türkiye coğrafyamızın içinde böylesi Osmanlı havası olmayan şehirlerimiz mevcuttur. Sanki bana Amasya’yı, kısmen Bursa’yı ve İstanbul’u çağrıştırdı bu sokaklar. Tabelalar bile Türkçe’den bozulmuş kelimelerle dolu. Saray, ova, tabakhane, burek, kufte, guvec, halal ve haram kavramları, sokak, kahve, lokum, sedir, hamam, bunlardan sadece bizim kulağımıza gelen bazıları. Bunların dışında Türkçe’den kopyalanarak kendi aksanlarıyla değiştirilen yaklaşık 9 bine yakın Türkçe kökenli kelime olduğu bilimsel makalelerde yayınlanmış. Bunlardan Canum/canım, Alahversun/Allah versin, Alahmubarecola/Allah mübarek etsin, marhaba/merhaba, bajagi/bayağı, anlasijati/anlamak gibi kelimeleri örnek olarak sıralanabilir. İşte böyle Türk kültürünün halen temsil edildiği bir yer Bosna.
Ve Hüzünlü Veda
Ardından öğle namazlarımızı kıldık ve havaalanına hareket ettik. Bosna’ya gelmeden önce tur şirketi tarafından gönderilmiş olan seyahat programının son cümlesi ‘Hüzünlü Veda’ idi. Evet öyle de oldu. Saat 14.00’da İstanbul’a, ardımızda hüzün şehri Bosna’yı kalbimiz buruk halde ama umutla bırakarak uçtuk.