TR EN

Dil Seçin

Ara

Sınırların Şahı

Evlere kapıdan, kendi kapısından girilir. Bir eve pencereden giren, karşısında evin sahibini bulur ve ona bir şey hatırlatılır: Sınır. 

Pencereden eve girmeye çalışan evin “sınırını” ihlal etmiştir. Sınır yoldur, yöntemdir, metottur, usuldür.

Kapının dahi bir sınırı vardır. Her kapı ona müsait, hususi bir anahtarla açılır. Kapıyı kendi anahtarıyla açıp kapamak, kapının sınırına hürmet göstermektir. Kapının sınırına hürmet eden, kapıda hoşâmedî edilir. Sınır ihlali yapanın kapılar yüzüne kapatılır, kapının dışında bırakılır. Hiç olmadı o kapıya toslar, neye uğradığını şaşırır.

Sınır, kafana estiği gibi davranamama halidir. Sınırları aşan, haddini bilmez. Haddini bilmeyene hayat haddini er ya da geç bildirir.

Haram helal demeden her şeyi ağzına götüren, Mutlak Varlık’ın bedende çizdiği yaratılış sınırlarını ihlal eder ve mide fesadına uğrayarak bekletilmeden cezasını çeker. Bu haddini bilmezlik ısrarla sürdürülürse, daha büyük bir ceza yolun üzerindedir. Kişi şişmanlık belasına toslar. O beladan malul olur. Bunun aksi de başka bir haddini bilmezliktir. Şişmanlıktan vehim derecesinde korkan biri de başka bir sınır ihlalinde bulunur. Yemeden içmeden kesilir, bir deri bir kemik kalır, bedeninin ihtiyaçlarına yüz çevirir.

Ebeveynin çocuğuna ilgisizliği nasıl bir sınır ihlaliyse, onu şımartan da sınırları ihlal etmiş sayılır. 120 km hızla gidilme müsaadesi olan otobanda 180 km ile gitmek diğer arabalara bir sınır ihlaliyse, sol şeritte 40 km tin tin giden bir araba da başka bir sınır ihlali yapmaktadır.

İnsanın kim olduğunu bilmesi elzem bir ihtiyaçtır. Olmazsa olmazıdır. Sınır bize, bizi anlatır. Bizi bize tanıtır. Ben kimim sorusunun cevabının mühim kısmıdır.

Sınır, nerede başlayıp nerede bittiğimizdir. Otobüste giderken, farkına varmadan ayağına bastığımız kişinin çatılan kaşlarıdır. Bilerek ya da bilmeyerek kırılan bir kalp, aşılan sınırdır. Yerine getirilmeyen bir sözdür. Âşık olan bir kalbin, bir kalbe hükmedememesidir. İnsanın yükseldiği yere düşüşüdür. Elden düşen bardağın havada asılı kalmayıp yere saçılan parçalarıdır. Başlangıçla bitiştir. Benle kendim arasındaki sonsuz boşluktur. Benle diğerleri arasında kapatılamayan uçurumdur. Boğazımıza takılı lokmadır. Başkasına duyulan merhamet bile bir sınırın sessizce konuşmasıdır.

İnsan demek, ne olduğumuz kadar ne olmadığımızdır. Yapıp ettiklerimiz kadar, beceremediklerimizdir. Acizliktir, sonsuz fakirliktir.

Sınır, insanın üzerine çöken yorgunluktur. Gündüz uyanık kalabilirken, gece ağırlaşan göz kapaklarıdır. Ayağına batan dikendir. Yakalandığımız griptir. Öksürüktür. Halsizliktir. Yağan yağmurda ıslanmak, ayazda üşümek, denizde batmak, çatıdan düşmektir.

İnsanı insan yapan, mükemmel pişirdiği yemek değildir yalnızca. Bu yemeğin tuzunu unutmaktır. Unutulmuş tuzdur sınır.

Hayat, hep bir sınır çizer önümüze. Benlik o sınırı hep geçmek ister. Varoluş o sınırın dikenli tellerine takılır. Nefis, kendini hür ve sorumsuz bilmek ister. Varoluşun etrafına çizili çitlerse nefse, başıboş olmadığını acılı şekilde öğretir.

Hayatın bu dünya faslı doğumla başlar ama ölümle nihayete erer.

Ölüm ise sınırların şahıdır.

O çizgiyi kimse aşamaz. Her insan o çizginin, o sınırın önünde durakalır ve sonsuz acizlik hükmeder. Nefsin firavunluğu tuzla buz olur. Lakin, son pişmanlık fayda vermez.

Bu dünyada keyfemâyeşâ hayat yaşayanların ölüm karşısında bu yüzden işi zordur. Başkasının sınırlarını ihlal eden, başkalarının kendi sınırlarını ihlal etmesine ses çıkarmayan, ölümün o sert ve haşin sınırı karşısında şaşkına döner, eli ayağına dolaşır. Başkalarının ayağına basmakla ömrünü geçirmiş olanın da ölüm üzerine basar.

Mutlak Varlık’ın koyduğu sınırlara itaatle ömrünü geçirenlereyse, ölüm şefkat ve merhametle davranır. Ölüm, iman ehlinin hizmetkârı olur. Ölüm Meleği ruhu bedenden alıp çıkarır ve berzah âleminden cennet bahçelerinden bir bahçeye götürür.

İşte böyle nefsim.

Ölüm Meleği daha gelmeden, şu sınırlarını bir kez daha, bin kez daha gözden geçirsen diyorum, ne dersin? Bu hem senin hem de benim iyiliğim için inan.