TR EN

Dil Seçin

Ara

Yalnızlıkta Işık Arayan Ressam: Van Gogh

Henüz hasadı yapılmamış sapsarı buğday tarlaları arasında heyecanla dolaşıp, hızlı hızlı tuvaline aktaran heyecanlı bir adam… Yanına yaklaşan sanat meraklısı bir gence, buğday başakları arasından havalanan kargaları göstererek, “Niçin resim yapmıyorsunuz, baksanıza manzara ne kadar güzel.” diyordu.

Herkes onu  kulağını kesen ressam olarak tanıyordu. Hollanda’nın bu çok ünlü ressamı, ayrıca ilahiyat eğitimi görmüş, kendi içinde derin hisler taşıyan mütefekkir bir insandır. Yaşamının bir bölümünde Belçika’nın bir madenci kasabasında vaizlik bile yapmıştı.

Van Gogh, 1853 yılında Hollanda’nın küçün bir kasabasında doğmuş ve ilahiyatçı ve sanatçı kökleri olan bir ailede büyümüştür. Küçük yaşından itibaren sanata olan ilgisini farkeden ailesi onun iyi bir eğitim alması için her türlü fedakârlığı yapmaya hazırdı. Ancak o normal bir sanat eğitimi almaya hiçbir zaman tahammül edemedi.  Akademik kurallar ve sınırlamalar onun özgür ruhunu tatmin etmiyordu. O kırlarda, açık havada çalışmaktan haz duyuyor; kalın fırça darbeleri ve yoğun boya dokusu ile duygularını dışa vuran coşkulu resimler yapıyordu. 

Vincent van Gogh otoportre

Hayatının son yıllarında ciddi psikolojik rahatsızlıklar geçirmiş ve zaman zaman hastanede yatarak tedavi altına alınmıştı. Yaşadığı dönemde herkes onu çılgın bir adam olarak tanımlasa da aslında yalnız ve sessiz bir yaşamı vardı. Kardeşine yazdığı altı yüzden fazla mektuplardaki mütevekkil ifadelerinde, sıkıntıya düştükçe Allah’a sığındığını ve geceleri ağlayarak dua ettiğini görüyoruz.

Resimlerinde çoğunlukla kullandığı sarı rengin onun manik depresif ruh haletini yansıttığı düşünülmektedir. Sarı rengi insan psikolojisiyle ilişkilendiren uzmanlar vardır. Van Gogh da sarı renk ağırlıklı resimler yaparak rahatlıyor olabilir. Bir seri ayçiçek tablosu ve sapsarı buğday tarlası tabloları bunun en iyi örnekleridir.

Yaşamında yaptığı resimleri çok tutulmayan, hatta hiç satılmayan Van Gohg ölümünden sonra yıldızı parlayan sanatçılardan olmuştur. Sert fırça darbeleriyle yaptığı kalın boya dokusuna sahip resimler daha sonra dışa vurumcu ressamlara ilham kaynağı olmuş ve kendisi modern resim sanatın avangard (öncü) sanatçıları arasında sayılmış, resimleri en pahalıya satılan ressamlardan olmuştur. 

Hayatının büyük bir kısmını Hollanda dışında İngiltere, Belçika ve Paris’te geçirmesine rağmen Amsterdam’da adına kurulmuş müzeyi gezerken, sağlığında hak ettiği hiçbir şeye kavuşmayan ressamın hatırasının, çok pahalıya pazarlandığını görmek gerçekten üzücü oldu.

Van Gogh’un kulağını kesmesiyle ilgili birçok spekülasyon yapılmaktadır. Ancak geçirdiği bir manik depresyon krizinde kulağını kestiği ve bir mendil içerisinde yakınlık duyduğu bir kadına verdiği gerçektir. Van Gogh kendisi gibi problemli ve çılgın bir ressam olan Gauguin ile çok sıkı arkadaştı. Bir süre aynı evde ve atölyede çalışan bu iki ressam, zaman zaman ciddi tartışmalar yaşamıyor değillerdi. Çünkü ikisi de gerçekten normal değildi. Hatta böyle bir tartışma sonucunda Gauguin, Van Gohg’u terk etmiş ve Van Gogh da kriz geçirip kulağını kesmişti.

Aslında hayatta en büyük problemi yalnızlıktı. İçine kapanık ve bohem yaşamı insanlarla sağlıklı iletişim kurmasına ve birlikte yaşayabilmesine imkân tanımıyordu. Hayatı boyunca maddi ve manevi kendisine destek olan kardeşi Theo ile bile zaman zaman kavga etmiş ve küstüğü dönemler olmuştur. Hassas duygusal yapısı nedeniyle kalbini mecazi aşkların açtığı yaralardan kurtaramamış ve asla aradığı huzur ve mutluluğu da bulamamıştı.

Ona ancak İlahi sanatın aynası olan manzaralar, çılgın bir şekilde dolaşırken  gördüğü uçsuz bucaksız kırlar, ayçiçek ve buğday tarlaları, yıldızlı gecelerde deniz yüzeyinde oynaşan ışıklar huzur verebilmişti.