Akıl Nedir? Nasıl Kullanılır?
Aklı yerinde kullanmak, o kıymetli sermayeyi Allah’ın razı olduğu sahalarda gezdirmekle olur.
Ara
Aklı yerinde kullanmak, o kıymetli sermayeyi Allah’ın razı olduğu sahalarda gezdirmekle olur.
Akıl hakkında yapılan tariflerin bence en güzeli şu:
“Akıl, zatıyla maddeden mücerred, fiiliyle maddeyle alâkadar bir cevherdir.”
Bu tarife, okur okumaz hayran olmuştum. Ama, meseleyi tam olarak da kavramış değildim. Hem maddeden mücerred, hem de maddeyle alâkadar olmak nasıl olurdu?
Bir zaman sonra şu misal hatırıma geldi:
Çalışan bir buzdolabına yahut çamaşır makinesine elimizi rahatlıkla dokundurabiliyorduk ve bizi elektrik çarpmıyordu. Demek ki, elektrik, zatı ile o cihazda yoktu. Ama fiiliyle onunla alâkadardı.
Akıl ile beyin arasında da, aynen olmasa bile, benzer bir alâka olsa gerekti.
Aklın vazifesi hakkında çok şeyler söylenmiş. Bunlardan oldukça kabul görmüş birisi şu:
“Akıl anlama aletidir.”
Akıl alet olunca, bir de onu kullanan olacaktır. Herhalde, gözü kullanıp bakan, dili kullanıp tadan kim ise, aklı kullanıp anlayan da o olmalı. Bu ise ruhtan başkası değil. Nitekim, yanlış iş gören birisini ikaz ederken, “aklını kullan” demiyor muyuz? Bu sözü herhalde o adamın eline, koluna yahut iç organlarına söylemiyoruz.
İşte, aklını kullanmasını istediğimiz o ruh, aklı tarif edemiyor. Nasıl etsin ki, daha kendi mahiyetinden habersizdir.
Her aletin bir kapasitesi, her terazinin tartabileceği asgarî ve azamî yükler vardır. Bir tonluk kantarla, ne on tonluk demir tartılabilir, ne de on gramlık altın. Her iki halde de, alet bize bir fikir vermez, yanlış sonuç gösterir.
Her aleti yerli yerinde kullanmayı düşünen, hiçbirine gücünün üstünde yük yüklemeyen, onları hırpalamayan, ezmeyen, perişan etmeyen insan, her nedense, sıra kendi aklına gelince bütün bu tedbirleri unutur; ona herşeyi yüklemeye kalkar.
Halbuki aklın da iş görebileceği belli sahalar vardır. Hele bazı konularda insanın, değil konuşması, tahmin yürütmesi bile doğru değildir.
AKLIN ÜÇ SORUSU
Akıl ve vicdanın üç önemli sorusu: Necisin, nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun?
İnsanların bu sorular karşısındaki düşünce ve davranışları birbirine pek uymaz.
Bir kısmı bu sorulara şahsî yorumlar getirirler. Yahut, yanlış bir yorumcunun peşine takılır, onun iddialarını tekrarlayıp dururlar. İç bükey aynanın eşyayı ters göstermesi gibi, onların da yanlış fikirlerle daima örselenen zihinleri, gerçekleri doğru olarak tespit edemez. Onlar bu ters görüntüye alışa alışa, sonunda başkalarının hep yanlış düşündüğüne inanmaya başlarlar.
Bazıları da, bu sorularla hiç ilgilenmez; aklın ve vicdanın zorlamalarına hiç aldırmazlar. Onlar ne derlerse desinler, bunlar bildiklerini okurlar. Sefahat ve eğlencelerle, günlük dedikodularla, neticesiz tartışmalarla ömür tüketirler.
Bu adamlar kendilerince, doymanın yolunu açlığı düşünmemekte bulmuşlardır. Ama bu geçici ve geçersiz tedbir, ruhu hiç mi hiç tatmin etmez.
Üçüncü bir grup insanımız da var ki, bunlar okur, düşünür, sorar, öğrenir ve sonunda anlarlar ki: Ne insanlar başıboş, ne bu âlem sahipsiz. Her varlık bir kaderin planı ve bir kudretin icadıyla meydana geliyor.
Güneşin doğuşu ve batışı gibi, her canlının dünyaya gelişi ve göçüşü de; mükemmel bir nizam ve sonsuz bir ilim ile oluyor.
Bütün gelenleri getiren ve bütün gidenleri götüren birisi var.
Yıldızları durduran, gezegenleri döndüren, insanları gezdiren, balıkları yüzdüren hep o ilim ve kudret, hep o irade ve hikmet sahibi…
İşte bunlar, Allah’ın kulu olduklarını bilen, ruhlar âleminden bu dünyaya “rıza ve cennet” imtihanını kazanmak üzere gönderildiklerinin şuuruna varan ve ömürlerini istikamet üzere geçirip Saadet Yurduna doğru yol alan bahtiyar misafirlerdir.
AKLIN ULAŞAMAYACAĞI SAHALAR
En ileri akılların bile rehbersiz dolaşamayacakları nice meydanlar var.
İşte bunlardan birisi: Kâinat niçin yaratılmıştır?
Akıl ancak “kâinatın nasıl yaratıldığı” konusunda birşeyler söyleyebilir. Fakat onun yaradılış gayesi, aklın sahasını aşar.
Aklın tek başına dolaşamayacağı bir diğer saha: “İnsanın Allah’a karşı vazifeleri.”
İnsan, her mahlukun hikmetli ve gayeli yaratıldığını, kendisinin de başıboş olamayacağını aklıyla kavrayabilir. Ama Rabbine karşı neler yapması gerektiğine kendisi karar veremez.
Bir başka saha, ölüm ve ötesi; kabir, haşir, hesap, mükâfat ve ceza… Bunlar hakkında tahminler yürütmek de aklı aşar.
Bütün bu ve benzeri konularda, yâni metafizik denilen sahalarda, aklın gereği, İlâhî fermana aynen uymaktır.
“Fikrin sönük ise Kur’an’ın güneşi altına gir. İmanın nuruyle bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine, her bir âyet-i Kur’an, birer yıldız misüllü sana ışık verir.” (Sözler)
AKLI DOĞRU KULLANMAK
Aklını yerinde kullanmayı başaran insan, yaprağın oynamasında rüzgârı seyreder, parmağın hareketinde ruhu keşfeder.
Okşamada şefkati, yardımda merhameti, nimette ikramı görür.
Eserde sanatı okur, sanattan sanatkâra intikal eder.
Okuldan mezuniyet sonrasını, dünyadan âhireti seyreder.
Günahta hesabı, inkârda ebedî azabı görür.
İşittiği her cümleyi, bir ağacın meyvesi, yahut bir fabrikanın mahsulü gibi değerlendirir; o sözün arkasında çalışan tezgâhı hayalen seyreder.
Şuursuz, akılsız, iradesiz ve hayatsız bir kâinatın elinde yetişen canlılar âlemini, ibretle temaşa eder. Kâinatı bir saray, canlıları misafir, insanları halife, sebepleri hizmetçi olarak değerlendirir.
Ağacın gölgesinde meyvesini yerken ve ciğerlerini temiz havayla doldururken, ne ağaca, ne de havaya değil, tabiatın tek sahibi ve Hâlık’ı olan Allah’a şükreder.
Âlemde hiçbir varlığın başıboş olmadığını görür ve kendine çekidüzen verir; kulluk vazifesine azamî hassasiyet gösterir.
Bedenleri hayatla neşelendiren ve hissiyatla kaynaştıran Cenâb-ı Hakk’ın, şu sonsuz âlemleri de hadsiz meleklerle ve ruhanîlerle şenlendirdiğine inanır.
Kısacası, aklı yerinde kullanmak, o kıymetli sermayeyi Allah’ın razı olduğu sahalarda gezdirmekle olur.
Ve ebedî saadet, aklını böyle kullanan insanlar içindir.
Felsefe, “insan aklının hakikati bulma gayreti” olarak bilinir. Peki, insan aklının hakikatin…
İnşaat sahasındaki genç ve güçlü bir adam, herkesi yenebileceğini söyleyip böbürleniyordu. Yetmezmiş gibi…
Akıl, düşünme ve tefekkür için verilmiş olan bir duygu ve mahiyetinin anlaşılması…
Akıl kavramı ve türevleri Kur’ân-ı Hakîm’de yüzlerce kere zikredilir. Belki üzerine en…
Sadece aklı esas alıp vahy-i semavîyi hiç dinlemeyen bir insan zamanla firavunlaşır.…
Özelde insan, genelde tüm kâinat o kadar kusursuz bir nizam ve intizam…