Vakıf Kavramının Anlamı Ve Tarihi Kökeni
Suffa Vakfı Başkanı Mustafa Karaman İle Röportaj
Ara
Suffa Vakfı Başkanı Mustafa Karaman İle Röportaj
• Vakfın kelime manası nedir?
Vakfın kelime manası durmak, duran, ayakta durmak, bir şeyi tutmak anlamına geliyor. Istılahi manası ise; herhangi bir şeyi hayır maksadına matufen, toplum yararına sunmak ve o gaye için muhafaza etmektir.
• Vakıf müessesesinin mazisi ve tarihçesi hakkında ne söylemek istersiniz?
Bu müessese insanlık tarihi kadar eskidir. Zira; her güzelliğin, hayrın, kemalatın, menbaı ve kaynağı semavidir.
Cenab-ı Hak, maddi ve manevi muradını gerçekleştirmek için, peygamberleri alemin ve insanlığın hayrına vesile olmaları açısından iki hakikatle ve donanımla vazifelendirmiştir.
Bunun biri; insanın, Rabbi ile münasebetini kurmak ve ahlaken gelişmesini ve muhafazasını sağlamak için manevi programların fihristesi olan dinler, kitaplar ve nübüvvet meslekleridir.
İkincisi ise; insanlığın maddeten, fiziken ve teknoloji açısından gelişmesi ve maddeten terakki edebilmesi için, fenlerin çekirdekleri hükmünde olan bazı başlangıçlar, çekirdekler ve mebadilerle donanımlı olmalarıdır.
İşte bu iki vazife ilk insan olan Adem'de (as) çekirdekler hükmünde dercedilmiştir. Daha sonra gelen peygamberler sayesinde bu iki hakikat bütümüş, gelişmiş, kemalata doğru yol almış neticede Resuli Kibriya'nın (asm) davasında en ideal, en müstesna ve en mükemmel meyvelerini ve neticelerini vermiştir. Bugün ise bu iki vazifenin en ince noktalarını en teferruatlı neticelerini müşahede etmekteyiz.
Vakıflık kurumu da ilk insandan itibaren başlatılmıştır. Mesela sular, toprak, güneş, hava, mevsimler, gece ve gündüz, yıldızlar, güneş sistemleri, galaksiler ve kainat, özellikle içindekiler ve bütün alem vakıf mahiyet, keyfiyet ve vaziyetinde yaratılmıştır. Buna peygamberler de dahildir.
Yani yaratılmışların temelinde ve esasında hayır, güzellik ve kemalat hedeflenerek fazilet merkezli bir sistem kurulmuştur. Biz bu sisteme genel manada vakfiye nazarıyla bakabiliriz.
• Yani vakıf manasının ya da yardımlaşmanın, her şeyi içine alacak bir uygulama alanı mı var?
Yukarıda zikrettiğimiz üzere kainatın mayasında ve esasında mücadele, menfaat ve çıkar ilişkisinden ziyade; yardımlaşma, dayanışma, kucaklaşma, fedakarlık, fazilet ve feragat esası ve ruhu vardır. Mesela güneş kendisi için ısıtmıyor, sular kendileri için akmıyor, bulut kendi menfaati için yağmuru getirmiyor, sistemler kendileri için dönmüyor ve hareket etmiyor, bitkiler kendileri için yaşamıyor, hayvanat başkalarına hizmet ediyor, anneler evlatlarına, taşlar topraklara, topraklar madenlere, madenler bitkilere, bitkiler canlılara, o canlılar da netice itibariyle topyekün kainatla beraber Allah'a hizmetkarlık ediyorlar ve ibadet halindeler.
Tüm bu halkanın, faaliyetin ve muamelatın ruhu yardımlaşmadır ve fedakarlıktır.
• Hakikaten menfaat yok mudur, sadece fazilet esaslı mıdır?
Evet, Ekseriyet itibariyle ve hakikat nokta-i nazarından bakıldığında kainatın temelinde ve ruhunda yardımlaşma, fedakarlık ve fazilet vardır. Menfaat veya çıkar ilişkisi gibi görünen zahiri halleri eğer incelersek, bunların da dolayısıyla hayra ve fazilete destek olduğunu görürüz. Hatta şerlerin, zulümlerin ve musibetlerin dahi sonucu, gayesi, hayrın ortaya çıkması, kemalatın artması ve faziletin tahakkukudur.
• İnsanlar vakıf anlayışını peygamberlerden mi ilham almışlar?
Rehber, önder ve lider peygamberler olunca, vakıflık ise hayır merkezli olarak düşünülürse; insanların gündemine o muhterem insanlarla girmiştir diyebiliriz. Mademki peygamberler insanları hayır yapmaya teşvik etmişler ve ayrıca kainatta da bu yardımlaşma ile hayat devam ediyor, demek hem Allah'ın ayetleri ve hem de kainatta yarattığı bu sistem vakıf kurumunu yaşatıp destekliyor.
• İslamiyet açısından vakıflık kurumuna nasıl bakılmalıdır?
Her şeyin kemali ve cemali İslamiyet'le insanlara intikal ettiğinden bu müesseseye İslamiyet fevkalade önem vermiş ve teşvik etmiştir.
Mesela Peygamber Efendimiz (asm) bizzat zatı vakıftır. Hizmetlerinden dolayı insanlardan bir karşılık beklemez. Hizmeti fi sebilillahtır. Ve O Zat-ı Muhteremin (asm) mefrukatı, getirdiği din ve davası, tabi olduğu mukaddes kitabı vakıftır ve insanlığın ihtiyacına ve hayrına vakfedilmiştir. Sahabe-i kiram efendilerimiz ve onların Müslümanlara intikal eden davaları vakıf olduğu gibi, maddi müessese ve imkan boyutunda da adeta yarışmışlardır. Mescitler, ibadethaneler, su kuyuları, hanlar, köprüler, kitaplar, tekke ve zaviyeler, mektepler ve hassaten Müslümanların yaşamış olduğu vatan, hem vakıf zihniyeti ile ortaya konulmuş, mücadeleleri verilmiş ve tarih boyu bu inançla muhafaza edilerek korunmuş mekanlar ve alanlardır.
• Peki, ecdadımız döneminde bu müesseseye nasıl bakılmış?
Osmanlı'da bu sistem fevkalade bir şekilde kurumsal ve gerçek bir müessese boyutuna getirilmiştir. Hemen hemen hamiyet sahibi ve imkanı olan hiçbir kimse yoktur ki; bu hayır kurumuna destek olmasın veya o imkanı sağlamasın.
Bu vakıf varlıklar o kadar önemlidir ki, bu önemine binaen korunmasına da azami hassasiyet gösterilir. Bu sebepten dolayı ''Vakfedenin vakfiyesi şarinin hükmü gibidir.'' kaidesi bir kanun gibi kabul edilmiştir.
Ecdadımızda bu müessesenin doruk noktaya ve en mükemmel seviyeye ulaştığına delil kanunnamelerde geçen şu klişeleşmiş hakikattir:
''İhtiyaçlı bir çocuk vakıf bir evde doğar, ihtiyaç olursa vakıf bir anne tarafından emzirilir, vakıf tarafından tahsili yaptırılır, ihtiyaç olduğunda vakıf tarafından meslek sahibi olur ve istihdam edilir, vakıf tarafından evlendirilir, hastalandığında vakıf hastanelerde şifayab edilir, öldüğünde vakıf bir tabutla, vakıf bir kabristana defnedilirlerdi.
Görüldüğü üzere ihtiyaçlı bir insanın doğumundan vefatına kadar, ilgilenen ve onu mağdur etmeyen bir müessese boyutuna gelmiştir.
• Bu müessese sadece insanları mı ilgi alanına alır?
Hayır. İnsanlardan öte hayvanlarla ilgili, sanat eserleri ile ilgili vakıflar da mevcuttur. Hastalanan hayvanlar bu müesseselerde tedavi edilir, nesli tükenmeye yakın olanlar korumaya alınır ve hayata dönmeleri sağlanırdı.
Çünkü ''Bir şey sabit olsa, levazımatıyla sabittir.'' kaidesine göre dünya bir saat gibidir. Saatin içerisindeki bir pim arıza yapsa saatin düzeni bozulur. Ekolojik denge de bu şekilde çalışır. Bu sebeple canlılar ve alem birbirini tamamlayan bir bütündür. İşte vakıflar ve vakfiyeler sayesinde insanlar hayır umarak ve hayır merkezli yaşayabilmeleri için bu müesseselere el atmışlar, kurmuşlar ve yaşatmışlar ki; hem manevi huzur ve saadete mazhar olsunlar, hem Allah'ın rızasını kazansınlar, hem de bu ekolojik dengeye farkında olsun veya olmasın destek olsunlar...
• Suffa Vakfı bu işin neresindedir?
Bu tarihi gerçeğe ve vetireye baktığımızda, bizler de bu sisteme bir halka ilave etmek ve bu müesseseye destek olabilmek için 1990 yılında başta merhum Osman Demirci Hocamla birlikte bir grup hamiyetli ve gayretli insanlarla bu vakfı kurduk.
• Suffa ne demektir, bu ismi neden koydunuz?
Suffa, sofa 'yüksekçe oturulan' anlamına gelir.
Istılah açısından da 'Ashab-ı Suffa'yı nazara alarak bu vakfa bu ismi uygun gördük. Ashab-ı Suffa; Peygamber Efendimizin (asm) terbiyesinden geçmiş, dini mübini İslam'ı tebliğ edip etrafa yayan ve bu manevi cihadı uhdesine alan, beş yüzden fazla sayıda sahabelerdir. Allah (c.c) bizleri onlara layık eylesin.
• Suffa ne yapıyor ve hangi hizmetleri ifa ediyor?
Suffa Vakfı'nın hizmetleri maddeler halinde şöylece özetlenebilir:
• Güzel işler yapıyorsunuz ve güzel de neticeler alıyorsunuz. Son söz olarak topluma ve çevreye mesajınız nedir?
Hizmetsiz hayat beş para etmez. İnsanı diğer varlıklardan ayıran özellik fazileti ve ahlakıdır. Bunun da temelinde 'ben merkezli' değil, 'biz merkezli' bir dava vardır. İşte Suffa Vakfı olarak toplum hukukuna ve toplum menfaatine ala kaderil imkan destek olmak için çalışıyoruz. Menfaat çarkı üzerine sistemi kurulmuş bu asrın rağmına, fazilet merkezli hizmet ifa eden bu anlamdaki müesseselerin namına herkesi beraber olmaya, el ele vermeye ve biz olmaya davet ediyoruz.