Taş Mı Katı, İnsan Kalbi Mİ?
Bizim “taş” diyerek geçtiğimiz taşlar, meğer ne yumuşak ve bereketli işler yapıyorlarmış...
Ara
Bizim “taş” diyerek geçtiğimiz taşlar, meğer ne yumuşak ve bereketli işler yapıyorlarmış...
HANİ MERHAMETTEN yoksun, vicdanının sesine kulak tıkayan, sevgi nimetinden uzak insanlara, “Taş gibi adam, kas katı, ruhsuz, hissiz, duygusuz” deriz ya, işte Kur’ân şu âyetinde bu konuya dikkatimizi çekiyor ve taşın özelliklerini şöyle sıralıyor:
“Öyle taşlar vardır ki, bağrından ırmaklar çağlar.
“Öyle taşlar vardır ki, yarılır da aralarından sular akar.
“Öyle taşlar vardır ki, Allah korkusundan parçalanır, aşağılara yuvarlanır.”
Ve âyetin başı da şöyle:
“Bütün bunların ardından kalbiniz katılaştı, sanki taş kesildi, hatta taştan da katılaştı.” (Bakara Sûresi, 74)
Kur’ân’da taşla insan arasında bu ilişki neden kuruluyor?
Taşın ne gibi özelliği, insan hayatına ne gibi katkısı vardır, neden bu kadar önem veriliyor?
Jeolojik olarak taş tabakası, insan bedenindeki kemik gibidir. Bir kere taş ve kaya tabakası olmasaydı ne toprak, ne de su duracak, tutunacak bir yer bulamazdı. Bedenimizdeki iskelet sistemine kim görev vermişse, yeryüzündeki taş tabakasına O görev vermiştir.
Evet, toprak tabakası altında çok sert ve büyük bir tabaka oluşturan taş, Allah’ın emirine karşı çok yumuşaktır, çok itaatlidir ve her zaman hazırdır ve şu görevleri eksiksiz yapar:
Toprak bitkilere analık ettiği gibi, taş da toprağa analık eder.
Yer altı ve yer üstü sularının düzenli bir şekilde akmasında taş tabakası görev yapar.
Çeşmelerin ve ırmakların, pınarların ve gözlerin düzenli ve devamlı olarak yerden çıkmasında ve akmasında taş tabakası çalıştırılır.
Bitkiler ve ağaçların o incecik, ipek gibi nazik kök ve damarları çok kolay ve rahat bir şekilde, hiçbir engelle karşılaşmıyor gibi, taş ve kayaların bağrını delerek gelişir ve büyür.
Yapı itibariyle o kadar katı ve hissiz olan taş, o yumuşacık köklerin karşısında balmumuna döner ve o incecik akan sulara karşı ipekleşir.
“Güya bir âşık gibi o lâtif ve güzellerin temasıyla kalbini parçalar, yollarında toprak olur.” (Sözler)
“Taşlardan öyleleri vardır ki, Allah korkusundan parçalanır, aşağılara yuvarlanır.”
Birçok dağ yekpâre taş ve kayadan oluşur. Zaman içinde İlâhi tecelli sonucu deprem ve bazı jeolojik olaylar sebebiyle, zirvelerindeki kayalar parçalanır. Bir kısmı ufalanır toprağa ana olur, bitkilerin yetişmesine vesile olur. Bir kısmı da taş olarak kalır, yuvarlanır, derelere ve ovalara dağılır, inşaat ve benzeri birçok işimizi görür. Böylece İlâhi hikmet karşısında o koca kayalar secdeye varır, Onun emriyle iş görür.
Demek ki, taşın yerlerini terk edip dağlardan kopması, mütevazı bir şekilde aşağılara inmesi rastgele bir olay değil, başıboş değil, lüzumsuz değil, tesadüfi bir hadise değildir.
Taşların, kayaların aşağılara inmesiyle koptuğu yerler çiçeklenir, yeşillenir, düştüğü yerlerden de hayat fışkırır. Böylece emirle hareket ederek mükemmel işlerde kullanılır.
“Öyle taşlar var ki, yarılır da aralarından sular akar.”
İsrailoğulları çölde susuz kalır. Mûsa aleyhisselâm elindeki asâsını bir taşa vurur ve bir anda taştan on iki pınar birden fışkırır. Ama her seferinde İsrailoğulları nankörlük eder. Âyet ders verir ki:
“Ey İsrailoğulları! Mûsa’nın eliyle gösterilen bir tek mucizeye karşı koca taşlar yumuşayıp parçalandığı, ya korkusundan veya sevincinden ağlayarak sel gibi yaş akıttığı halde, hangi insafla Mûsa’nın bütün mucizelerine karşı inat ederek ağlamayıp gözünüz donuyor, kalbiniz katılaşıyor?”
Taşların Allah korkusundan aşağılara kadar yuvarlanması hakkında âyet şu dersi veriyor:
“Ey Mûsa’nın kavmi! Nasıl Allah’tan korkmuyorsunuz? Taşlardan ibaret olan dağlar Onun korkusundan ezilip dağılıyor ve Tur Dağına Allah’ın nurunun tecelli etmesiyle dağın parçalanmasını bilip gördüğünüz halde ne cesaretle Onun korkusundan titremeyip kalbinizi katılık ve kasvette bulunduruyorsunuz?”
“Öyle taşlar vardır ki, bağrından nehirler çağlar.”
Bu âyet Nil, Fırat ve Dicle gibi dağlardan çıkan nehirlere işaret ediyor. Bu koca ırmakların gerçek kaynağı bu dağlar olamaz. Çünkü bu dağlardan birkaç günde akan su toplanıp buz yapılabilse, o dağlar kadar buz kütlesi olacaktı. Demek ki, bu kadar su o dağlardan değil, çok harika bir şekilde gayb hazinesinden geliyorlar. Bir hadiste bildirildiği gibi, “Üç nehrin her birine Cennetten birer damla her vakit damlıyor ki ondan bereketlidirler.” (Feyzü’l-Kadîr, 5:381)
Evet bu âyet de ders veriyor ki:
“Ey İsrailoğulları ve Âdemoğulları! Kalb katılığı ve kasavetiyle öyle bir Zatın emirlerine karşı itaatsizlik ediyorsunuz ki, Mısır’ınızı Cennete çeviren Nil gibi mübarek nehirleri âdi, cansız taşların ağızlarından akıtarak sonsuz kudretini ve her şeyin Onun elinden çıktığını gösteriyor.”
Bizim “taş” diyerek geçtiğimiz taşlar, meğer ne yumuşak ve bereketli işler yapıyorlarmış...
Bodrum katları, korku ve gerilim sinemasının en gözde mekânlarındandır. Mutlu veya problemli…
Küçük bir çocuk, bir gün, kaybettiği oyuncaklarından birini ararken, evlerinin misafir odasında…
Çocukluğum sisler içinde, sisin orta yerinde yol alan yaşlı bir arabanın farları…
Yıl 1960, henüz 23 yaşında iken, bir gece evinde, alnında Castro fikriyatının…
Tohum, içinde metrelerce uzunlukta ve yüzlerce kilo ağırlığında dev bir ağaç saklayan…
Rahmetle andığım, bağrı yanık insan, bir Allah ve Rasulullah aşığı olan Dr.…