Rahmetle andığım, bağrı yanık insan, bir Allah ve Rasulullah aşığı olan Dr. Haluk Nurbaki’den dinlediğim kalbî bir saadet asrı hatırasını aktarayım. Hem ona, hem tüm dostlara binler rahmet duasıyla.
…
Fahr-i Kâinat Efendimiz, Kur’an nurunu insanlığa hediye ettiği ilk yıllarda, müşrikler tarafından tahammül edilmez hakaretlere mâruz bırakılıyor, hor görülüyor ve hatta Taif’te olduğu gibi insafsızca taşlanıyordu.
O sıralarda yirmi iki yaşında olan Hz. Zeyd, Onu muhafaza eden melâike ordusunu bile kıskanıyor ve kendisi gibi genç olan diğer sahabeler tarafından Onun etrafında oluşturulan koruyucu etten duvarın en önünde yer alıyordu.
Hz. Zeyd, güneşin ortalığı âdeta kavurduğu bir günde, Peygamberimizin alnında parıldayan ter damlacıklarını gördü. Her bir damla, Zeyd’in kalbine bir hançer gibi saplanmıştı. Dayanamadı, başını öfkeyle yukarı kaldırarak güneşe çevirdi ve hiç kımıldamadan ona bakmaya başladı.
Efendimiz, bir şeyler olduğunu hissetmişti. Hemen Zeyd’e döndü ve kolunu tutarak:
“Zeyd,” dedi. “Ne yapıyorsun? Güneşi söndüreceksin...”
Zeyd, bakışlarını yere çevirdi. Peygamberden yansıyan bir nur, güneşi ona muhatap etti.
Güneş:
“Yâ Zeyd,” diyordu. “Ben Efendimizi incitmek ister miyim hiç? Sadece Ona daha yakın olmayı arzu etmiştim.”
İman ve sevgi sırrındaki bu akıl almaz hikmet, Mekke sokaklarından bir sevda bestesi gibi bütün âlemlere yansıdı ve Onu sevenlerin gönlüne ulaştı.
Zeyd’den bütün gençlere bir mesajdı bu.
Adeta “O böyle sevilir.” diyordu.