TR EN

Dil Seçin

Ara

Doğuların Ve Batıların Rabbi

“O, göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi ve doğuların Rabbidir.” (Sâffât Sûresi, 37:5)

 

Kâinatı bir kitap halinde önümüze seren şu veciz âyetin her kelimesinden bir başka âlem açılıyor.

Göklerden, yerden, ikisinin arasındakilerden söz ettikten ve bütün bunların tek bir Rububiyet altında bulunduklarını hatırlattıktan sonra, âyet, bir de “doğular”dan söz ediyor ve aynı rububiyetin oralarda da hüküm sürdüğünü bildiriyor.

Bunu okurken, başka bir âyet-i kerimenin, doğuların yanına bir de batıları ekleyerek, “Doğuların ve Batıların Rabbi” olan Allah’a yemin ettiğini hatırlıyoruz.

Biz, “doğu” veya “batı” dendiğinde, bundan tek bir doğu veya tek bir batı anlamını çıkarırız. Kur’ân ise, kelimeyi çokluk halinde kullanmak suretiyle, bizi, zaman ve mekân itibarıyla sıkışıp kaldığımız dar bir yerden çıkarıyor ve bir parçası olduğumuz âlemlerin hakikî genişliğiyle yüz yüze getiriyor.

Önce, bu sabahki doğumuz ile dünkü doğumuzun, bu akşamki batımız ile dünkü batımızın birbirinden farklı olduğu dikkatimizi çekiyor. Zira Yer ve Gökler Rabbinin semâmıza yerleştirdiği güneş her gün bir başka yerden doğuyor, her gün bir farklı yerden batıyor.

Bu manzarayı bütün bir seneye yaydığımız zaman, yıl boyunca güneşin doğu ve batı ufuklarında mekik gibi dolaşarak her noktaya bir tevhid nakşı işlediğini görüyoruz.

Tabii, bu, sadece bizim bulunduğumuz yerden görülen manzara… Bir de yeryüzünün her köşesinde doğuş ve batışların ayrı bir görünüşü vardır ki, bu, dünyanın her karışında her gün ayrı bir doğu, her gün ayrı bir batı demektir.

Herhangi bir anda, dünyanın bir tarafını baştan başa kaplayan bir hat, dünyanın dönüşüyle birlikte, sürekli olarak doğudan batıya doğru kaymaktadır. Bu hat, gece ile gündüzün birbirine girdiği bölgedir; bir taraftan bakanlar orada güneşin doğuşunu, diğer taraftan bakanlar da batışını, rengârenk tablolar içinde seyrederler.

Dünya kendi etrafında dönüp durdukça, güzel yüzünün her tarafını doğular ve batılar süpürüp durur; her nokta bir doğu, aynı zamanda da bir batı olur.

Dünya güneş etrafında dönüp durdukça da bu hattın açısı değişir. Bütün bir yıl boyunca bir öyle, bir böyle vurur İlâhî kaderin fırçası o güzel yüze. Her vuruşta, bakan herkes için ayrı bir tablo resmedilir. Herkes, bulunduğu yere ve zamana göre, ayrı bir gurup, ayrı bir fecir seyreder.

Üstelik, doğan ve batan sadece güneşten ibaret de değildir. Gökkubbemizi incecik bir hilâlden dolunaya kadar çeşitli evreler halinde süsleyen bir ay ile, hergün bir şehrayin gibi başımızın üzerinde resmigeçit yapan rengârenk gezegenlerimiz ve yıldızlarımız vardır. Onların da ne zaman, nerede, nasıl doğup batacağı bellidir. Onlar da sürekli ve düzenli bir şekilde değişen doğuşlarıyla, batışlarıyla, semâmızda süzülüşleriyle, ufuklarımızda bir iğne ucu kadar yeri dahi boş bırakmayacak bir şekilde, iç içe geçmiş binlerce doğu ve binlerce batı manzarası resmederler. Biz onları, üzerinde yaşadığımız toprakların biraz ötesinde doğar veya batarken görürüz. Oysa onların kimi yüzlerce, kimi binlerce, kimi milyonlarca ışık yılı ötelerde doğup batmaktadır. Bizim ufuklarımızı süsleyen o İlâhî tabloların, öyle bir derinliği vardır.

Doğuların ve Batıların Rabbi tabiri, böylece, dört bir yanımızda, üstümüzde, altımızda, ve göklerin uçsuz bucaksız derinliklerinde birden hükmeden bir muhteşem Rububiyetin eserlerini gözümüzün önüne getiriyor. Evet, biz, bulunduğumuz yerden güneşin bir doğuş veya batışını seyrettiğimizde, günün en güzel saatlerini yaşadığımızı hissediyoruz.

Kur’ân’ın şu ifadesi ise, bütün âlemimizi doğular ve batılarla kaplıyor ve bize, gözümüzü çevirdiğimiz her yerde bir doğuş, her doğuşun olduğu yerde de seyredilecek bir muhteşem rububiyet icraatı gösteriyor.