TR EN

Dil Seçin

Ara

Viyana'yı Boyayan Ressam: Hundredwasse

Viyana’da şehrin güzelliği yanı sıra insanların ahlâk güzelliği de takdiri hak ediyor doğrusu.

Viyana’da Osmanlı’nın izleri bundan beşyüz yıl öncesine kadar uzanır. 1526’da Mohaç Meydan Muharebesi’nden sonra Macaristan’da başlayan Osmanlı hâkimiyeti, beraberinde kültürel ilişkileri de başlatmıştı.

Kısa bir süre sonra Kanunî Sultan Süleyman, Osmanlı Ordusunu harekete geçirerek Viyana kapılarına dayanmış ve Birinci ve İkinci Viyana Kuşatması olarak tarihe geçen askerî hareketler bütün Avrupa’da hem korku hem de hayranlık uyandırmıştır.

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi ve Doğu Roma İmparatorluğu olarak bilinen Bizans devletini sona erdirdi. Ortaçağ karanlığından henüz çıkmakta olan Avrupa, yüz yıldan fazla süren mezheb savaşlarının ardından, bilimde ve sanatta Rönesans adı verilen yeniden doğuş hareketiyle yeni bir hamle başlattı.

Osmanlı Devleti’nin hem askerî, ve siyasî başarıları, hem de kültürel zenginlikleri bütün Avrupa’da göz kamaştırıyordu. Bazı sanatçılar, bilim adamları ve seyyahlar da tüccarlar gibi İstanbul’a gelerek ticarî ilişkilerin yanısıra kültürel bir alışveriş de gerçekleşmeye başlamıştı.

Viyana şehri iki dünya savaşında da çok zarar gördüğü halde orjinaline sadık kalınarak imar edilmiş çok güzel bir şehirdir.

1700’lü yıllarda gelişen çok süslü Barok ve Rokoko üslubu ile dantel gibi işlenmiş binalar İstanbul’da görülen aynı dönem saraylarına ve mimarî eserlere göre çok fazla abartılıdır. Sanat tarihçileri Barok üslubu için Avrupa mı Osmanlı’yı etkilemiş, yoksa Osmanlı mı Avrupa’yı etkilemiş bu konuda kararsız kalmışlardır. Ancak Osmanlı’nın bütün haşmetine rağmen daha mütevazı olduğu da ortadadır. Çünkü İslam sanatında yaygın olan cami ve köprü gibi kamu binaları kıyamete kadar ayakta kalsın diye taştan, ev gibi sivil mimariler ise dünyanın faniliğine vurgu için ahşap ve kerpiçten yapılması geleneği Osmanlı’da da benimsenmişti. Avrupa ise büyük şehirlerinde, dünyanın faniliği kavramından uzak bir şekilde sivil ve resmî bütün binaları mübalâğalı bir şekilde süslemiş ve yatırım yapmıştır.

Viyana’da çok reklamı yapılan en meşhur Osmanlı mirası “Gulaş” adı verilen bir yemektir. Aslında bu, bildiğimiz yahni yemeğidir. Kapıkulu askerleri sözündeki gibi “kul” da denilen yeniçeri askerlerinin karavanası olan bu yemeğe, Osmanlı ıstılahında “kul aşı” denilmekteydi. Gulaş olarak Avrupa’ya miras kalan bu yemek Avusturya veya Macaristan gibi ülkelerde milli yemek ilan edilmiştir. Aslında Avrupa yemek kültüründe hâlâ sıcak ve sulu yemek kültürü yoktur. Belki de tek sulu yemekleri bu gulaş çorbası veya yemeğidir.

Viyana’da cadde kenarlarında veya bina köşelerinde yağmurdan etkilenmeyecek bir şekilde duvara asılmış gazeteler göze çarpar. Üzerinde küçük bir kumbara ve bir not iliştirilmiştir. “Lütfen 1 euro” yani istediğiniz gazeteyi alıyorsunuz ve parasını kumbaraya atıyorsunuz.

Benzer bir şekilde, hemen şehrin dışında bahçeli evlerin önünde masa üzerine konulmuş sebze, meyve veya küçük kavanozlar içerisinde reçel vs. gibi ürünlerin yanında da birer not iliştirilir. Beğendiğiniz ürünü alıp parasını kumbaraya atarsınız. Başında bekleyen kimse yok, suiistimal de yok. Kimse parasını vermediği gazete veya bir ürünü almıyor. İşte bu, Osmanlı’nın Avrupa’da bıraktığı en çarpıcı izdir. Osmanlı askerinde ve toplumunda görülen bu yüksek ahlâk örneği, Avrupalıları öylesine imrendirmişti ki, şimdilere kadar uzanan bir gelenek olarak yaşanıyor… Yani savaştığına dahi güzellik taşıyan bir kültürümüz var. Özümüzü kaybetmeyelim…

Böyle bir uygulamayı bundan yirmi sene Konya’nın Hadim ilçesinde görmüştüm. Gece küçük bir trafik kazası ile arabamın ön camı kırılmıştı ve orada gecelemem gerekiyordu. Üstelik hava da yağmurluydu ve arabanın içinin ıslanma durumu vardı. Jandarma’ya bir yerden branda veya naylon gibi bir malzeme bulabilir miyim dediğimde verdiği cevapla şaşırdım.

“Burada dükkanlar yirmidört saat açıktır.”

“Nasıl yani?..”

“Hiçbir dükkan kapanmaz ancak içerisinde kimse de yoktur. Siz alacağınız ürünü alırsınız ve parasını bildiğiniz veya tahmin ettiğiniz bir miktar masanın üzerine bırakırsınız.”

Ne güzel!.. Geçmişten günümüze gelen bu gibi âdetler, Anadolu’nun modernizim ile bozulmayan bazı küçük kasabalarında hâlâ yaşıyor. İslamiyet’in hayatımıza armağanı olan böyle nice güzel âdetlerimizi tekrar yaygın olarak hayatımıza katsak ne güzel olur değil mi!..

Bediüzzaman, yüz yıl önce yazdığı Muhakemat adlı eserinde şöyle der:

“Maatteessüf güzel şeylerimiz gayr-ı müslimler eline geçtiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayr-ı müslimler çalmışlar. Güya bizim bir kısım içtimaî ahlâk-ı âliyemiz yanımızda revaç bulmadığından, bize darılıp onlara gitmiş. Ve onların bir kısım rezaili, kendileri içinde çok revaç bulmadığından cehaletimizin pazarına getirilmiş!..”

Viyana’da şehrin güzelliği yanı sıra insanların ahlâk güzelliği de takdiri hak ediyor doğrusu.