TR EN

Dil Seçin

Ara

Ölüm mü, Doğum mu?

Ölüm mü, Doğum mu?

Bu bizim maceramız...

 

I.

Kimdim ben?

Neydim?

Ve neredeydim?

Çok çok önceleri ruhlar âlemindeydim. Beni bilen sadece Rabbimdi orada... Bir emir geldi ve dünyada bedenime misafir oldum. Küçük bir su damlasıydım. Burada tam dokuz ay on gün kalacaktım...

Her günüm apayrı bir mucizeydi. Rabbimden başka hiç kimsenin bilmediği değersiz bir şeydim. Ne yollardan geçtim insan olmak için… Ah, bir bilseniz! Ne evrelerden geçtiğimi… İlk  yerim olan ruhlar âlemine göre burası çok farklı. Benim için meçhul olan bir yerdeyim... Karanlıklar içindeyim…

Günbegün büyüdüm. Milim milim büyüdüm. Bazen sıkıldım, bazen heyecanlandım. “Ey insanlar! Ben de varım. Ben de aranızdayım” dedim. Ama duyan olmadı hiç, Rabbimden başka… Sesimi bir duyan olmadı.

Ne zorlu yollar aştım. Ah, bilseniz... Yaşamak, insan olmak kolay mı? Ne yollardan, ne tünellerden geçtim...

Öncesi bir tüp... İlk menzil, ilk durağım burası. “Fallop Tüpü.” Geçtiğim ilk tüneldi. Upuzun bir yerdi burası.

Sonrası… Allah sonumu hayreylesin. Epeyce gittim, bir hayli yol aldım. Daha yolun başında sayılırdım. Sadece bir su damlasıydım...

Ve bir gün tünelin sonundaki yol göründü. Bilemiyorum o neydi ama bir şey beni kendine doğru çekiyordu. Burası benim ilk evimdi. Ipıssız ve karanlık bir yerdi burası.

Yapayalnızdım. Asılı kaldım orada, asılı durdum bir duvarda. Çok sıkıldım, çok. Bir yol, bir çıkış aradım. O yolu bulmalıydım. Boğuluyordum sanki burada. Düşlediğim yer böyle değildi. Bu olamazdı herhalde. Ben daha güzel bir dünya umuyordum. Oysa, karanlıklar içindeydim burada.

Ama bir şeyler oluyor. Durun bakayım, durun. Bir şeyler hissetmeye başladım. Bir şeyler oluyor. Acayip şeyler oluyor. Değiştiğimi ve geliştiğimi hissediyorum. Karşımda işaretler var. Işıklar yanıp sönüyor.

Bir şeyler yazılı:

“Preembriyorik evreye hoş geldiniz.” yazıyor. İki hafta boyunca burada ağırlanacakmışım.

Hâlâ yalnızım! Ne yapalım. Başa gelen çekilir. Daha başım bile yok ki. Olsun. Allah verirse, o da olacak bir gün. Kıymetini bileceğim onun, o gün...

İnsan olmak kolay mı? Her şeyin bir bedeli var. Zahmetsiz rahmet yok. Çilesiz yolculuk yok...

Her gün neler oldu burada neler... Ne değişimler yaşadım, anlatsam inanmazsınız. Şaşmak ne kelime? Bir görseniz şu andaki halimi, dilinizi yutarsınız. Evet evet... Her gün hücrelerim arttı. Çoğaldı da çoğaldı. Ama bu iki hafta bana bir yıl kadar uzun geldi. Neyse...

Bu yolculuk ne zaman bitecek diye, heyecanla beklerken çok şükür bu dönem de geçti.

Ruhlar âleminde kim bilir, ne kadar beklemiştim ama hiç buradaki kadar uzun gelmemişti. Bu dönemi de geçtim çok şükür...

Şöyle tam da rahat bir nefes alacakken... Yeni bir evreye daha geldim... Burası; “Embriyonik Evre” imiş... Yine sıkılmaya başladım. Neden mi? Sebebi belli... Çünkü burada tam altı hafta kalacakmışım. Dayanılır şey değil. Rabbim bana sabır ver, yardım eyle...

Hücre tabakalarımdan en temel organlarımın belirmeye başlayıp, yavaş yavaş şekilleneceği bir evreymiş burası. İki haftaya zor dayandım derken; al sana bir sınav daha... Altı hafta kal orada da, gör bakalım.

Bir yandan sıkılıyor olsam da, bir yandan da seviniyorum doğrusu. Her gün; bambaşka bir hale geçip, devamlı değişiyorum. Üzerimde yapılan değişiklikleri gördükçe; hayret çığlıkları atıyorum, bir yandan da olup biteni ibretle seyrediyorum. Aman Allah’ım, bana neler oluyor böyle...

Daha sekiz hafta öncesine kadar... Bir su damlası değil miydim ben?

Şekilsiz, bir su damlası değil miydim? Gerçekten inanamıyorum... İnsan kendi üzerinde kusursuz bir şekilde tıkır tıkır işleyen o harika planı, bu kadar yakından görme şansını sadece burada elde ediyormuş meğer... Her an, bir önceki halime göre biraz daha belirginleşip güzelleşiyorum. Benim kendimden bile haberim yokken; demek ki, beni bilen vardı... Şükür ki Rabbim var...

İnanın şefkatli annemden çok, O’nu bilmek ve O’nu tanımak istiyorum. 

Artık mızıldanmayı bırakıp birazcık dişimi sıksam iyi olacak...

Dişim de yok ya henüz...

Her neyse...

Tam buraya da alışmışken, “son evre” denilen bir yere daha misafir olmaz mıyım?

Artık canıma tak etti. Bu ıssız ve arkadaşsız âlem... Sıkıntıdan tam  patlamak üzereydim ki, bu evreyle ilgili bilgiler beni rahatlattı.

Burada da otuz iki hafta kadar kalacakmışım... Aman Allahım! Çıldırmak üzereyim adeta...

Saç baş yolacağım ama

Ne saç var henüz, ne de baş...

Bu, son evreymiş artık son aşamaymış. Bütün evrelerin en zevkli kısmı burasıymış. Bu evrede neler olacakmış derseniz, bunları da söyleyeyim hemen...

Bu evrede yüzüm, ellerim ve ayaklarım oluşmaya başlayacakmış. Artık dıştan bakıldığında şeklim ve görünüşüm daha da belirgin olacakmış. O güne kadar tatmadığım ne varsa, birçok nimetleri burada tadıp zevk edecekmişim. Anlayacağınız tam da açık büfe... Ne denir bunca nimete ve ikrama karşı? “Allah!” denir... Başka ne denir ki...

İşte, gerçek hayat bu olsa gerek...

Evet, onca engeller aştım. Nice zahmetlerle, nice tünellerden geçtim. Nihayet o en güzel yere geldim. Evet, gerçekten de inanamıyorum.

Demek ki, ben doğru yerdeyim.

Ama bir şey var şimdi içimi yakan... Ben burada sadece otuz iki hafta kalacakmışım. Bu kadar zahmet, bu kadar kısa bir zaman için mi? Benim buradaki ömrüm bu kadar mı? Bu kadar az mı?

Bana sonra ne olacak? Evet, ne olacak?

Hayır! Hayır!

Ölmek istemiyorum! Ölmek istemiyorum...

Bu genç yaşımda... Yaşım bile yok ya...

Daha doyamadım buraya... Ölmek istemiyorum…

 

II.

Her evrede yaşadığımdan daha çok darlanıyorum ve daha büyük bir sıkıntıdayım şimdi. Tarifsiz bir heyecan ve sevinç var içimde. Dinmeyen, bir türlü geçmeyen sancılar içindeyim.

Evet... Herhalde sona yaklaştım. Demek ki yolculuğum buraya kadarmış... Aaa! O da ne?

İki  el, başımı tutmuş çekeleyip duruyor... Ne oluyor acaba? Neler oluyor? Ölüyorum galiba... Ne olur, bırakın beni burada. Bırakın beni kendi halime...

Bırakın... Ölmek istemiyorum! Çekin şu ellerinizi başımdan... Ne olur, yapmayın! Acıtıyorsunuz, bakın... Ne olur bırakın, yapmayın... Ölmek istemiyorum...

Ne olur kesmeyin, beni hayata bağlayan şu bağımı... Kesmeyin, ne olur, koparmayın onu. Şu göbek kordonumu kesmeyin, ne olur... Beni, tam alıştığım bu huzurlu yerden ayırmayın! Ne olur…

Aaa… Bunlar da kim? Allah aşkına çekin şu parlak ışığı gözümden. Kim bunlar sahi? Niye seviniyorlar böyle? Üstelik gülüyorlar bir de...

Neredeyim ben?

Kim bu çevremdekiler?

Yoksa ben ölmedim mi?

Demek ki ölmemişim...

Şöyle avazım çıktığı kadar bir bağırayım da, “ıngaaaa...” diye; kurtarayım şu oramı buramı çekiştirip duran ellerden kendimi... İşe yaradı galiba... Beni ilk defa kucağına alan bu yüzü ve bana şefkatle bakıp;

“Hişşşt... Ağlama yavrum bak... Ben annenim... Hişşşt... Anneciğinin kucağındasın...” diye seslenen bu ipek sesi, ömrüm boyunca hiç unutmayacağım...

Sıcacık birkaç damla düştü yüzüme... Meğer sevgili anneciğimin gözyaşlarıymış bunlar. Gözlerimi açtım hemencecik. Bana sevinçle, hayretle ve şefkatle bakan o mübarek yüzü ve o yüzdeki ifadeyi ömrüm boyunca bir daha hiç unutmayacağım...

Evet evet... Ben ölmemişim!

Şimdi anlıyorum ki; annemin karnı değilmiş yaşayacağım dünya... Öldüğümü sandığım anda doğmuşum meğer...

Evet... Ben öldüğümü sandığım bir anda gerçek bir dünyaya doğmuşum...

Bütün çektiğim o zahmetler, değermiş bu dünyaya gelmeye...

Değermiş doğrusu...

Annemi, babamı kardeşlerimi görmeye ve en önemlisi beni bu dünyaya gönderen Rabbimi bilmeye ve onu tanımaya değermiş. İnanın değermiş bu her zahmete.

Şimdi göreceğim ve yaşayacağım birkaç evre daha varmış dünya yolumun önünde. Onları da nasipse eğer, yaşadıkça göreceğim Rabbimin izniyle. Ebedî âleme geçmeye birkaç eşik daha varmış. Onu da inşallah hayırlısıyla geçmeye çalışacağım.

Rabbim; her nimetin için sana şükrediyorum...

Amma yarattığın ve varlığından haberdar ettiğin için Seni daha çok seviyorum...

Her anımdan ve her halimden haberdar olan sadece Sensin Allah’ım...

Allah’ım, Sana yarattığın mahlûkatın zerreleri adedince hamd ediyorum...

Şükür ki varlığından haberdar ettin...

Yoksa bir anlamı olmazdı bu hayatın…

Ve hayatımın...