TR EN

Dil Seçin

Ara

Milyonlarca Kuşlar

Milyonlarca Kuşlar

İftar vaktinde milyonlarca insan, milyarlarca dualarını, kafesten salıverilmiş kuşlar gibi göklere salarlar. Milyonlarca kuşlar, milyarlarca kuşlar…

Ramazan’la beraber yeryüzündeki yaklaşık iki milyar Müslüman, kendilerini yaratan ve yaşatanın kim olduğunu ilan ederler. Bütün nimetlerin Ondan geldiğini duyururlar göklere. İnsanlar nasıl Onun nimetleriyle doyarlarsa, Onun bir emriyle de aç kalırlar. Açlık da tıpkı tokluk gibi bir mutluluk olur onlar için. Göremedikleri Rablerine görmüş gibi inananlar, açlık günlerinin gelişini özlemle beklerler bir yıl boyunca. İftar vaktinde milyonlarca insan, milyarlarca dualarını, kafesten salıverilmiş kuşlar gibi göklere salarlar. Milyonlarca kuşlar, milyarlarca kuşlar…

 

Çok sevdiği ve aylardır görmediği bir misafir geldiğinde nasıl sevinirse insan... Öyle de sevinir işte geldiğinde Ramazan... Her şey bir yana atılır.. Unutulur cümle dertler ve kederler... Gelen misafirin sevinciyle, neşesiyle dolar her yer...

Bir şeyi hatırlatır bize bu gelen... Şu gidiyor, bu gidiyor derken.. Anlarız ki ömür gidiyormuş elden.. Sahiden..

Şaşıyorum şu mübarek Ramazan’daki vakit bolluğuna… Asla ertelenmemesi gereken şeylere yöneldikçe, vaktin bereketi de o nispette artıyor..

Onca fuzulî işler peşinde koşuşturup hastalar olmuşuz da haberimiz yok.

Geldi mübarek Ramazan, yoluna koydu perişan hayatımızı.. Seve seve biz de yoluna kattık hayatımızı..

Ömrümüzün öncesiyle sonrası arasına, bir kule dikti, upuzun… Gökdelenler oyuncak bir ev kalır yanında ancak. O kadar yükseklere taşıdı ruhumuzu. Semadaki yıldızlara eş bir yere çıkardı. Nakış nakış ruhumuzu işledi her gün, her saat, her dakika... Yemeyip içmeyip ne yapacaktı bu insanlar şimdi? Farkına vardılar hayatlarının içinde dolaşan köstebeğin. Bir kenara yığılan onca şeyin. Belki de hiç ama hiç lazım olmayan onca boş şeyin...

Ah şimdi “eskiciiii” diye bağıran biri geçse de satıversek hepsini. Nerdeee… Yanlış yaşanmış yılların, alıcısı bile yok.

Şöyleydi, böyleydi derken, sıcaktan hep şikâyet ederken, Ramazan yine sürprizini yaptı. “Sıcak olacakmış.” dediler, olsun… “Günler uzun olacakmış.” dediler, olsun… “Ama bu yaz hiçbir yaza benzemeyecekmiş.” dediler, olsun… Bizim de ayıracak bir yer var kalbimizde o sevgili misafirimize. Rabbimizden armağan bildik. Açtık kapılarımızı. En başta gönül kapılarımızı, hem de ardına kadar…

Her Ramazan gitmek üzere değil, gitmemek üzere gelir…

Sokaklar bile güler oldu şimdi akşam vakitlerinde… Kırlangıçlar bu neşeye tiz sesleriyle katıldılar… Hilal, dolunaya doğru gidiyor. O da her gece başımızın üstünde bir nöbetçi. Teravihe giden yollarımızı büyükçe bir fener olup aydınlatıyor. Güle oynaya yürüyor insanlar camilere doğru. Aileler el ele, kol kola… Küçük çocuklarımız, kendilerine çok yakışan, uhrevî bir âlemden geldiklerini bize hissettiren o güzelim örtüleriyle sanki ayakları yere değmeden yürüyorlar... Kelebekler gibi uçuyorlar.

Duaların, orucun, Ramazan’ın hayatımıza kattıkları saymakla bitmeyecek...

Baharda çiçekleriyle göz kırpan, nisan rahmetleriyle beslenen meyveler soframızda şimdi…

Bir dilim kavunun, karpuzun, şeftalinin, bir bardak suyun, hele de Medine havasını üzerinde taşıyan bir hurmanın unutulmaz tadını buluyoruz sofralarımızda. Birbirimize ikram ediyoruz en sevdiğimizi, nefsimiz için ayırdığımızı. Vermeyi öğreniyoruz, seve seve vermeyi…

Şehir kadar kocaman bir salâvat sesi, akşamüstü, iftar vakti top patladığında… Her yeri tutuyor bu ses… Besmeleyle uzanıyor eller bir hurmaya, bir lokmaya.

Nefsim bir köşede seyrediyor olan biteni… “Hayrola?” diyorum.. Mide fabrikası revizyona girince, diğer üniteler de istirahata çekiliyor.. Nefsim de bu halden memnun.

Nasıl ki çiçek açarken, meyve verirken ağaç gürültü çıkarmıyorsa, Ramazan da, oruç da ne varsa bastırıyor her sesi, sessiz bir nağmeyle besliyor bizi. Susarak konuşuyor, arkadaş oluyor akşamın o hüzün-neşe karışık vaktinde. Ruhumuza apaydınlık iklimlerin kapılarını açıyor, yoldaş oluyor. Bizi unutulmaz bir yolculuğa çıkarıyor. 

Her Ramazan böyledir işte…

Beklemeyi bilene, gelene değer verene...

Her Ramazan gitmek üzere değil, gitmemek üzere gelir…

Daha geldiği ilk günden ağlamaya başlardı eskiden mübarek ihtiyarlar... Biz sevinirdik bir gün daha bitti diye, onlar üzülürdü bir gün daha geçti diye... Aman Allah’ım, arada ne kadar büyük bir mesafe varmış, asla kapatılmayacak engin bir anlayış farkı varmış. Yaşadıkça anlayacakmışız biz de meğer, onların neler yaşadığını...

Şimdi onlardan miras kaldı gözlerimizdeki yaşlar…

Gittiğine mi, geldiğine mi yanacağız bilemiyorum. Her anı, her yanı sevinçle dolu Ramazan’ın…

Çocuklar, o masum yüzlerindeki gözlerini ödünç verseler bize bir anlığına…

Kapatacağız korkuların kapısını…

Ruhumuzun ümitle yeniden kuracağız yapısını…

Bu saadeti ruhumuza veren Rabbimize sonsuz hamdler edeceğiz…

Yeni bir göze, taze bir bakışa ihtiyacımız olacak her zaman…

Ramazanın her günü bir ömürdür. Her bir gün de uzun bir ömürdür. Dünya yaşımızı çoktan bir kenara bıraktık, oruçla hayata yeniden başladık. 30 günün sonunda cennet yaşına doğru yol alacağız. 3 gün bayramı da ilave edersek, oldu işte 33...

Diyar diyar gezip de sesine ses arama. Sana bu kadar yakından seslenen şu güzelliğe bir bak, gel de Rabbini anma…

“Subhanallah… Elhamdülillah… Allahuekber” de, durma...

Minarelerden seslenen ilk sese eş, ruhumuzdan yükseliyor bizim de dualarımız…

Rabbim, Sana lâyıkıyla şükretmeyi bile bilmiyoruz... Affeyle bizi. Ne gibi nimetlerle donanmışız, göremiyoruz. Affeyle… Sonsuz lütfuna, keremine ermişiz de haberimiz yok. Affeyle… Senin şu yıldızlarla yaldızlı gecelerin, Ramazan’da her biri bir tebessümü andıran bu güzel günlerin, şu yazın, şu ağacın ve şu kuşların, velhasıl ne yarattıysan, her şeyin, bizi içine çeken, kendine çağıran şu denizlerin, aklımızı başımızdan alan şu masmavi göklerin, ne yarattıysan her şeyin ama her şeyin çok güzel Rabbim...

Her Ramazan gitmek üzere değil, gitmemek üzere gelir…

Ramazan’da nasibimiz çok daha fazla. Nazlı nazlı gelişinden belliydi zaten. Hayatımızı yeniden hayat yapacağı, onaracağı, hayatımıza hayat katacağı... Birbirine benzemeye başlayan günlerimizi bıçak gibi kesti orta yerden, tuttu ayırdı… Her günün içinden ayrı bir gün çıkardı; hem de o güne kadar hiç yaşamadığımız…

Değirmen misali döner bu âlem, hiç durmadan döner, biteviye; zamanı tam orta yerinden akşamla böler ikiye, sabahla böler ikiye… Bir parçasında kalır bizden eski ben, bir parçasında kalır yeni bir ben bizden. Bakıyoruz şimdi birbirimize hayretle, muhabbetle… Nasıl da değişiyormuş bir günün içinde insan. Bakıyoruz hayretle, muhabbetle… Ve diyoruz: Sen ne mübareksin Ramazan..

Ömür bir uzun Ramazan olsa, ahiretimiz bayram olsa… Katında makbul olan dualarımızın arasında bir dua da bu olsa…

Allah’ım, dertli bir kulunun bir son duası da bu olsa, geri çevirmezsin değil mi? Ramazan sofralarında, belki de son Ramazanının, son gününün, son lokmasını eline alanın duası gibi olsun bu dua; kabul eyle yâ Rabbi... Bize yeni fırsatlar, yeni nimetler sunduğun için, Ramazan’ının, orucunun hakkını, hakkıyla veremesek de, bu aydan hilal gibi girip hilal gibi incelip çıkmayı, ruhumuza da bu inceliklerden nasibini almayı lütfeyle yâ Rab… Âmin…

Ey mübarek Ramazan… Hepimizin kulağına bir şeyler söyledin. “Durduğunuz yer size göre değil.” dedin. “Öyleyse al götür.” dedik biz de… Öyle yücelere eriştirdin ki bizi, ruhumuz şimdi oralardan inmek istemiyor.