Sünnet Davetiyesi
Bu bir “Sünnet Davetiyesi”, sizi sünnete uygun yaşamaya davet ediyorum.
Ara
Bu bir “Sünnet Davetiyesi”, sizi sünnete uygun yaşamaya davet ediyorum.
Çocukluğumda futbol oynarken, hiç kendi adımızı kullanmazdık. O günlerin en popüler futbolcuları kimlerse onların isimlerini aramızda paylaşır, maçlarda o isimlerle oynardık.
Aynı hal oyunun türüne göre değişen isimlerle her oyunda devam ederdi. O zamanlar bazen Bruce Lee olurduk bazen Kara Murat.
Artık sokak arasında bizim gibi taştan kale direkleri yapıp oynayabilen çocuk pek göremesem de aynı geleneğin devam ettiğini biliyorum.
Biraz daha büyüyüp meslek seçme aşamasına gelindiğinde de o mesleğin zirvesinde kim varsa hedefinize konur, “İşte bunun gibi olmalısın.” denirdi.
Bu, kişilerde böyle olduğu gibi toplumlarda da böyledir.
O imparatorlukları hak etmek için sahip olunması gereken manevi dinamiklerin pek çoğuna sahip olmadığımız halde, biz de geçmişte dedelerimizin kurduğu imparatorluklara özenmiyor muyuz?
Kısacası, bir iş yapılırken o işi en iyi yapan kim ise onu örnek alıp yaptığı işi ona benzetmeye çalışmak, hem insan psikolojisinde var, hem de o işin daha çabuk ve kolay yapılması bakımından elzem. Amerika’yı tekrar keşfetmenin âlemi yok.
Bizler insanız.
Her insanın ortak özelliği, yaratılmış ve kul olması.
Bu özelliğimiz için de bir hedef modelimiz olmalı, değil mi?
Bu öyle bir model olmalı ki taklit edildiğinde bizi de kulluğun zirvesine götürebilsin.
Öyle bir model olmalı ki;
İnsanlıkla yakınlığı biyolojik benzerlikte kalmış, akıl, fikir, vicdan, izan, ruh, irade, dürüstlük, adalet gibi özelliklerini kaybetmiş varlıkları, hangisinin peşine takılsanız sizi olgun insan yapacak yolu gösteren kutup yıldızlarına dönüştürmüş, tabiri caizse evirmiş biri olsun.
Evet insanlık tarihinde bir evrim varsa asr-ı saadette olmuştur. İnsanî özelliklerini kaybetmiş insanlar, Resulullah’ın (sav) tezgâhında en kıymetli insanlara evrilmişlerdir.
Gerçekten bu insani özellikler asr-ı saadet öncesi yaşayan toplumdan silinmiş miydi?
Bunu bana sormayın.
Babası ile birlikte dayısına gitmek üzere çıktığı yolun sonunda, iki metre derinliğindeki çukurun dibinde yatarken, üzerine kürekle toprak atan babasına ve ağabeyine bakan kızın gözlerine sorun. Gördüğü insanlarda insanlık özelliklerinden neler bulduğunu…
Ve o ağabeyden, kendini, Fırat kenarında bir kurdun kaptığı kuzudan sorumlu hisseden bir halife çıkarmanın ne demek olduğunu tefekkür edin.
Bu öyle bir model olmalı ki;
Yaradan (cc) hesap günü dünyada ne yaptın dediği vakit, göğsümüzü gere gere:
“Yapma dediklerinden en güzel kaçan gibi kaçmaya, yap dediklerini en güzel yapan gibi yapmaya gayret ettim. Bize gönderdiğin en güzel örneği kendime model aldım, sana onun gibi görünmek için kendimi ona benzettim. O dedi ki, “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” Yâ Rab, biz Seni de Resûlünü de çok seviyoruz. Dünya hayatımız onu özlemekle geçti, ahirette bari bizi ona kavuştur. Ona da senin Cemâl’ine de.” diyebilelim.
Burada aklınıza şöyle bir soru gelebilir:
Acaba gerçekten Resulûllah (sav), Allah (cc) katında bu kadar değerli mi?
Bu soruyu 1400 yıl önce Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’inde kendisi cevaplıyor: “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” diyor.
Bu soruya bir de şu pencereden bakarsak manzarayı tüm netliğiyle görebileceğiz.
Hepimizin geçmişte ölmüş akrabaları veya sevdikleri var. Okuduğumuz her Kur’an-ı Kerim âyetlerinden sonra onların ruhlarına da bağışlayıp onları da bu sevaptan hissedar ediyoruz. Ayrıca ölümden sonra amel defterlerimizin kapanmayan kapılarından biri olarak, yetiştirdiğimiz insanların (evlat/talebe) işlediği sevap ve günahlardan da bir pay bu defterlere işleniyor.
Bin dört yüz yıldır, her okunan salavattan, her okunan Kur’an harfinden, her kılınan namazdan, her yapılan güzel amelden bir payın hanesine yazıldığı zat, Allah (cc) nezdinde öyle bir mertebeye sahiptir ki; dünyadaki bütün akıllar toplanıp bir akıl olsalar, o mertebeyi tamamen kavrayıp anlayamazlar.
İşte bu zat, “Her peygamberin bir duası var, ben duamı ahirette ümmetime şefaat için sakladım.” diyor. Hesap günü, peygamberleri bile nefsinin derdine düşürecek kadar büyük bir dehşet başımıza gelmişken, “benden bir şey istemesin” diye anaların evlatlarından kaçtığı hengâmda, Huzur-u İlahî’ye çıkmış:
— YÂ RAB, ÜMMETİM.
— YÂ RAB, ÜMMETİM.
— YÂ RAB, ÜMMETİM.
— …
diye diye ümmetine şefaat edeceğini taahhüt ediyor.
Böyle bir şefaatçiniz olsun istiyorsanız, sizi Ona benzemeye davet ediyorum. Onun gibi yaşamaya davet ediyorum.
Bu bir “Sünnet Davetiyesi,” sizi sünnete uygun yaşamaya davet ediyorum.