Elimde Nur Külliyatından Mesnevî-i Nuriye var. Defalarca okuduğum bir cümle farklı bir çehreyle yeniden karşıma çıktı:
“Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz.”
Önceleri bu cümleyi Üstat Hazretlerinin çok uzaklardaki bir insana seslenişi gibi hayal etmiş ve kendimi unutarak hep başkaları namına okumuş veya dinlemiştim. Nitekim, ölümle ilgili konuları okurken de kendimi limanda demir atmış bir gemi gibi vehmedip, ölüm yolcusu başka insanları hayal etmişimdir.
Ama bu defa, içimden gelen bir sesin ikazıyla cümlenin sonundaki noktada duraklıyor, bir süre düşünüyor ve cümleyi tekrar okuyorum:
“Aklı başında olan insan, ne dünya umûrundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmaz.”
Ve soruyorum nefsime: Sen kendini bu terazide hiç tarttın mı? Öğrencilerine test usulü yaptığın imtihanların bir benzerini de kendine uygula, bakalım sorulardan kaçına doğru cevap vereceksin.
İnsanın başkalarına bakması kolay, kendine bakması ise ona göre biraz daha zordur. Çünkü, bu ikincide bir aynanın karşısına geçmesi gerekiyor. Birincisinde aynaya gerek yok.
Ben de “Aklı başında olan insan” ifadesini bir ayna yaparak kendime baktım. Bu tarife ne ölçüde giriyordum?
“Önce, hislerimi bir tarafa koyup, peşin hükümlerden de bütünüyle sıyrılarak ‘aklı başında olan insan’ nasıl olmalı?” sorusuna cevap vermeli, sonra da bu ölçülere ne derece uyduğumu test etmeliyim.” diye düşündüm.
Öncelikle hatırama gelen özelliklerden birkaç tanesi:
Aklı başında olan insan, dünyanın fani olduğunu, bu imtihan salonunun lezzet ve saadet yeri olamayacağını bilen ve ondaki nimetlere, servetlere ve lezzetlere o nispette değer veren insandır.
Aklı başında olan insan, “Ölmeden önce ölünüz.” hadis-i şerifine tam ittiba etmekle daha dünyada iken ruhu cesedine galip gelen, yani kalb ve ruhunu inkişaf ettirmeyi bedenini beslemenin önünde tutan insandır.
Aklı başında olan insan, “İnsanlar uykudadırlar ölünce uyanırlar.” hadisinin verdiği haberi hayatına tatbik ederek bütün servetleri ve makamları rüyada kazanılan nimetler gibi gören insandır.
İnsan güzel rüyalar görmek, birkaç dakikacık da olsa, uzak beldelere gitmek, güzel manzaralar seyretmek ister. Bu isteğe karşı çıkılmaz, ama rüyadakilere gönül bağlamamak şartıyla. Uyanırsam bunlar elimden gidecekler korkusuyla karanlığa aşık olup ışığa düşman olmamak şartıyla.
Aklı başında olan insan, “Bize gösterdiğin numunelerin ve gölgelerin asıllarını ve menbalarını göster.” niyazını gönülden yapan, gölgede kaybolmayıp asılların peşine düşen insandır. “Dünya öyle bir meta değil ki bir nizaa değsin” diyen Sâdi-i Şirazî gibi gölgeye bağlanmayan, onun için kavga edip kalp kırmayan insandır.
Aklı başında olan insan, en büyük himmetini ve en yoğun mesaisini kendi ruh dünyasına ayıran insandır. Bir insanın aklı, fikri sürekli olarak işinde gücünde, servetini artırmada yahut makamını korumada yoğunlaşmışsa bu adamın aklı başında değil işindedir; makamında, koltuğunda ve servetindedir.
Aklı başında olan insan, Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin “küçük dairede büyük ve daimî vazife, büyük dairede ise küçük ve ara sıra vazifeler” bulunduğu ihtarına kulak vererek, en büyük sermaye olan ömrünü en verimli sahalarda kullanan insandır. Kendisini fazla ilgilendirmeyen, ilgilendirse de onun tesir sahasının çok ötelerinde kalan sosyal meselelerle vakit kaybetmek yerine, kendisine her konuda bir görev ve sorumluluk sahası çizen ve hayatını bu sınırlar içinde en verimli şekilde geçirmeye çalışan insandır.
Aklı başında olan insan, “Kalpler ancak Allah’ı anmakla tatmin olur.” ayet-i kerimesine tam kulak veren, kalbine gıda olmayıp sadece nefsini besleyen geçici şeylere gönül bağlamayan insandır. “Dünyadan da nasibini unutmayan” ancak ona aşırı dalmakla “ahiretten nasibini unutma gafletine düşmeyen” insandır.
Aklı başında olan insan, parayı ve serveti aklıyla kazandığını bilen, aklını paraya ve mala satmayan insandır. Aklın hizmetçileri olan görme ve işitme gibi bir tek duygunun bile bütün dünya servetiyle değişilmediğini düşünüp aklını küçük sularda boğmayan insandır.
Aklı başında olan insan, saçındaki aklarda ölümün güzel yüzünü gören ve dünyadan çok daha güzel olan berzah âlemine güzel manzaralar, sevimli arkadaşlar gönderen insandır.
Aklı başında olan insan, ölümün son ve en güçlü habercisi olan sekerat halini sıkça hatırlayan ve ruhunu teslim ettiği sırada geride bıraktığı hiçbir şeyin ona fayda sağlamaya güç yetiremeyeceklerini düşünüp, Bâki olan Rabbinin rızasını hayatının en büyük gayesi yapan insandır.
Aklı başında olan insan, ruhlar âleminde başlayıp ebede giden hayat yolculuğunun cennetle son bulması için gayret gösteren, yol arkadaşları olan diğer insanlara da, bu vadide, faydalı olmaya çalışan insandır.
Aklı başında olan insan, dünya hayatını ayette haber verildiği gibi, bir oyun ve eğlence olarak görüp, Hazret-i Mevlâna’nın “İhtiyar oyunla oyalandıkça yüz yaşına da girse yine çocuktur.” dersini iyi dinleyip, oyunla oyalanmayan ve aslî görevini ihmal etmeyen insandır.
Ve “aklı başında olan insan”, Üstat Bediüzzaman Hazretlerinin “Ey insan! Aklını başına al, dikkat et! Nasıl bir Zât seni bilir ve bakar, bil ve ayıl!..” ikazına candan kulak veren, yaptığı her işini Allah’ın rahmet ve inayetiyle gördüğünü hiç unutmadan kalbini daima Rabbine teveccüh ettiren insandır.
Aklı başında olan insanın daha başka özelliklerini de bunlara ekledikten sonra kendimi test etmeye karar veriyorum. Ancak, kendimi yine bir türlü aldatacağımı ve eski yolumda devam edeceğimi de şimdiden görür gibi oluyorum.