TR EN

Dil Seçin

Ara

Süt / Bir Hatıra

Süt / Bir Hatıra

O bir Anadolu kadını, Karadeniz kökenli. Yıllar önce Sapanca Maşukiye’ye göç etmişler.

Karadeniz kadınının her coğrafyada dillere destan fedakârlığı, çalışkanlığı hiç değişmemiş. Anayurdun alışkanlıklarıyla tabiattan, topraktan, süt hayvancılığından kopamamışlar. Sarıkız, Kınalı gibi isimlerle çağırdıkları, zaman zaman konuştukları, merhametle besledikleri buzağılarını, ineklerini sevgiyle bakıp büyütmüşler. Çocuklarının eğitiminden muhtelif ihtiyaçlarına kadar her türlü sorumluluğa omuz vermişler, her yükü pazarlıksız paylaşmışlar.

Öyle ki aile bütçesine katkı amacıyla ihtiyaç fazlası sütü mahalle sakinlerine makul fiyatlarda satıyorlarmış. Süt; bir değerdi! “Emilen sütün burundan gelmemesi” bir hak meselesiydi... “Çiğ süt emen insan” her türlü taşkınlığı yapabilecek potansiyelin öznesiydi... “Sütün helal edilmesi” gönlü fethetmenin ötesinde ‘rıza’yı da kazanma itiyadıydı... Hele hele “süte su karıştırmak” insan ihtirasının en zelil noktasıydı...

Bu öyküyü kendisinden dinlediğim ilahiyat profesörü, annesinden bahsederken İslam’ın inşa ettiği ahlâkın en yalın, en sade hâlini tablolaştırıyordu aynı zamanda. Dikkatinden kaçmayan detayların; büyük bir medeniyetin çağı şahit kıldığı son kırıntılarına işaret ediyordu.

Anne, süt koymak için aldığı komşunun alüminyum kabını suyla durulamıştı. Fakat, tencereyi yanmakta olan ocağın üstünde sürekli evirip çevirmesi oğlunun dikkatinden kaçmamış, anlam veremediği bu eyleminin neyle sonuçlanacağını büyük bir merakla bekliyordu. Nihayet sabırsızlanarak sormadan yapamadı:

“Anneciğim, boş tencereyi neden ocağın üstünde tutuyorsun?”

Cevap, içi boşaltılan insanlığın özgül ağırlığını artıracak cinsten, içten ve bir o kadar da doğal:

“Oğlum; süt vereceğim tencere bu, yeni duruladım, içinde nem kalsın istemiyorum!”