TR EN

Dil Seçin

Ara

Kalp Diyârının Fâtihi

Kalp Diyârının Fâtihi

Güzele, en güzele, bahâ biçilmez sönümsüz güzelliklere erişebilmek için, bir kimyâger titizliğiyle, bütün şartları eksiksiz hazırlamak, her çileye seve seve katlanmak ve candan, tenden geçmek gerek.

“Hüsn” akdine çok bahâ gerektir,

Evvel sana “Kimyâ” gerektir!..

 

Durma, sefer et Diyâr-ı Kalb’e

Can bâş ko reh-güzâr-ı Kalb’e!..

Evet… Güzele, en güzele, bahâ biçilmez sönümsüz güzelliklere erişebilmek için, bir kimyâger titizliğiyle, bütün şartları eksiksiz hazırlamak, her çileye seve seve katlanmak ve candan, tenden geçmek gerek!..

“Aşk”, “Hüsn”e vâsıl olabilmek için, bin başlı ejderlerin kaynaştığı o ateş denizini, “mumdan” yapılmış gemiciği ile aşmak zorundaydı!.. Ferhat, granit dağları delmeliydi ki, Şîrîn’ine ulaşabilsin!.. Kerem ile Aslı’lar, Leylâ ile Mecnûn’lar… daha kimler ve kimler…

Mevlâna, Yunus, Fuzûlî, Gâlip ve niceleri, sembolik kahramanlar vasıtasıyla, İlâhî Aşkın sırlarını aramışlar; gizli yolların, esrarlı dehlizlerin geometrisini çözmeye, çizmeye çalışmışlar… Gönül dünyamızı renklendirmişler; duygu iklimimizi, kalp ülkemizi süslemişler, zenginleştirmişler!..

Ama asıl büyük “aşk kahramanları” gerçek hayatın içinde:

Resûller başta olmak üzere, mücedditler, velîler, âlimler, kılıç ve söz sultanları… Hak dâvânın isimli isimsiz yiğitleri!.. Dâvâ ne kadar yüce ise, çile o derece çetin; rütbe de o kadar yüksek!.. Düşmüşler kalkmışlar; hizmetlerini yılmadan sürdürmüşler… Her biri, sabır, sebat, gayret âbidesi!..

Bir sözle kim oldu yâre vâsıl?..

Bir gonce ile bahâre vâsıl?..

“Aşk kahramanları” dedik… Aslında, hepsine birden “fâtih” de diyebiliriz; her biri kendi dâvâsının fâtihi!..

Fetih ise, bir yanıyla, gâyeye varış, olgunluğa eriş, “mutlu son”; diğer yüzüyle de, hayatın kesintisiz akışı içinde, sürdürülmesi gereken yepyeni hizmetleri başlatan bir işâret fişeği, bir “start” düğmesi!.. Maddî ve manevî yönleriyle iki kanatlı, dengeli bir oluş, olduruş, ihyâ, inşâ manzûmesi!..

Baş örnek, elbette Mekke’nin Fethi!..

Resûller Şâhı Efendimizin, devesinin üstünde şükürden iki büklüm, Mekke’ye girmesiyle, şehrin kapılarıyla birlikte insanların gönül kapıları da ardına kadar açılmış; şüphenin, tereddüdün, temerrüdün son kırıntıları kalplerden süpürülmüş ve bütün kabîleler “fevç fevç”, pervâneler gibi, İslâm’ın Nûruna koşup atılmışlardır!..

Beşeri, yokluk derelerinden ve azap uçurumlarından çekip çıkararak Ebedî Saâdet ufuklarına yükselten O Rahmet Peygamberi Efendimizin sayısız madalyasına, Mekke’nin Fethi ile, bir de “fâtihlik” nişânı ilâve oldu!..

Evet… En Büyük Fetih ve En Büyük Fâtih!..

Ardından, Vedâ Hutbesiyle, Risâlet aksiyonu tamamlanmış, “din kemâle erdirilmiş”, Kur’an ve Sünnet, şaşmaz bir hidâyet pusulası ve “uygulamalı kurtuluş ve saâdet kılavuzu” değeriyle, Sahâbe Efendilerimize tevdî ve teslim edilmiştir!..

Bundan sonrası, Saâdet Asrında, keyfiyet bakımından bir tohum, bir fide, bir “prototip” değerinde hazırlanıp “genetik şifreleri” tamamlanmış olan “İslâmiyet” ağacının, yepyeni fetihlerin “topuk darbesiyle” zemzem gibi fışkıran “şevk” can suyu ile sulanıp beslenerek, kemiyette, bütün beşeriyeti serin gölgesi altına alıp koruyacak bir Merhamet Ormanı hâline getirilmesi cehdidir!..

On beş asırlık uzun mâcerâmızın özü, özeti, budur!..

Ecdât, “Hüsn”e, yâni “İlâhî Rızâ”ya erebilmek için, kan, ter ve gözyaşı ile buketlenmiş “ubûdiyet” mehrini “muaccelen”  takdim etmiş, Rabbimizin inânetiyle, kat kat surları aşmış, “ateş denizlerini” pupa yelken geçmiş!.. Geçmiş ve sonra, o “deniz”de yanmayan gemilerini bir “kutlama maytabı”, bir “şükür mumu” olarak, kendi eliyle tutuşturuvermiş!..

Gam meş’alidir bu sönmek olmaz,

Can vermek olur da dönmek olmaz!..

“Hüsn-ü Aşk”ın gönülleri yumuşatan te’siriyle açılıveren şu “kalbî” pencereden, İstanbul’un Fethine göz atmadan ve Fâtih Sultan’ımıza bir selâm vermeden geçmeyelim!..

Evet… İstanbul’un Fethi!..

Kalp Diyârı’nın da Fâtihi O Şanlı Peygamber, mukaddes elleriyle, yirmi bir yaşındaki Sultanımızın delikanlı göğsüne şu emsâlsiz pırlanta madalyayı taktı:

“… O ne güzel Emîr’dir!.. Ve askeri de ne güzel!..”

Fâtih Sultanımıza kadar, bugünkü İslâm coğrafyasının hemen tamamı fethedilmişti; hattâ, fazladan İspanya, yani Endülüs!.. Fâtih’in, bir tek şehrin, Kostantiniyye’nin Fethi ile, Efendimizin bu büyük iltifatına nâil oluşunun sırrı nedir?..

Bir hikmeti şu olabilir ki, İstanbul’un Fethi de Mekke’nin Fethi gibi Kalp Diyârı’nın fethidir!..

Batı, kendi Orta Çağ’ının cahiliyye karanlığı içinde nice mâsumu ateşte yakarken, bizim fâtihlerimiz, husûsen Sultan Mehmed Hân, insanları şu veya bu sebeple farklı görmeyen ve onları Yûnus’un dillendirdiği “Yaradan’dan ötürü sevmeyi” öğütleyen hâlis İslâmi ölçüyü, peygamberî bakış tarzını yeniden ihyâ ve ta’mim etti!..

Önceki hükümdarlarımız da “müsâmahalı” idi elbette… Ama, uzun asırlardan sonra, muhteşem Roma İmparatorluğu’nun tarihten tamâmen silindiği hengâmda, herkesin, taş üstünde taş kalmayacağını zannettiği bir kanaat zemîninin “kontrastında”, Fâtih’in misilsiz adâleti ve hoşgörüsü, “Yeni bir Çağ” açacak derecede bir parlaklığa ve sarsıcı te’sire erişecekti!..

Evet… Şehirlerin, ülkelerin fethinden milyon kere daha kıymetli olan, husûmetleri, kinleri mağlup etmek, ve Sevgi Sancağını Kalp Ülkesinin burçlarında dalgalandırmak… “Güzel Emîr” olabilmenin sırrı bu!..

Allah muîn olup geçersin.

Kalp Şehri’nin âbını içersin!..

Kıl andaki Kimyâ’yı hâsıl,

Gel bunda ol işte Hüsn’e vâsıl!..

Bu Hüsn’e, bu kimyâ’ya ve bu vuslat’a bugün, yeniden ve her zamankinden daha çok muhtâcız!..