Büyük bir miras almıştı! Bu sorumluluktu… Bazen abartacak kadar bu yükü önemsiyor, kardeşleri başta olmak üzere bütün aile bireyleri nazarında güven veren duruşuna en ufak bir gölge düşürmek istemiyordu. Her ne yapıyorsa, hangi fedakârlıkta bulunuyorsa gönül hoşnutluğu içinde zevkle yapıyordu.
Dededen devralınan birikimin hakkını vermek adına gecesini gündüzüne katması başlı başına bir yorgunluktu onun için. Zor günlerini, çaresizliklerini hep bir sır gibi saklıyor, mahrem bir bohça gibi muhafaza ediyordu. Merhamet kanatları altındaki kardeşlerine sorunları yansıtarak onları üzmek bile istemiyordu.
Bütün bunlara rağmen huzurlu olduğu söylenemezdi. Her türlü fedakârlıklarına karşılık baba tezgâhını beraber yürüttükleri kardeşinden ummadığı yansımalar görmek onda büyük hayal kırıklığına sebep oluyordu.
Yine yoğun bir iş günü sonrasıydı. Zihnini kemiren düşüncelerle boğuşmaktan yorgunluğu daha da artmıştı. Yaşanan sorunlar karşısında haklı olduğu, doğan sonuçları hak etmediği kanaatindeydi. Bu iç çatışmaların buhranıyla biran önce eve ulaşıp rahat bir nefes almak arzusundaydı.
Bu düşüncelerle arabasına bindi. Birkaç yüz metre gitmişti ki o an, irfan abidesi bir baba dostunu kısa da olsa ziyaret etmenin yüreğine su serpebileceğini düşündü. İlerleyen yaşına rağmen zihni duruluğunu muhafaza eden bu arif insan, misafirini kapıda karşılayıp buyur ettikten sonra hemen yanı başına oturttu.
Misafirinin dertli olduğu her halinden belliydi. İşlerini, kardeşini, ailesinin sıhhat ve afiyetlerini sorup, duasıyla cümlelerini taçlandırdığında kahveleri de gelmişti. Bu habersiz, ani ziyaretiyle gereksiz bir endişeye sebep olmak istemiyordu. Kısa süren bir sessizliği söz hakkı bildi. Aile dostları olarak kısmen vakıf olduklarını bilse de ticarethânesindeki olumsuz gelişmelerden, bunun sorumlusu olarak kardeşine olan sitemlerinden, çeşitli örneklemelerle anlattı, anlattı… Sözü yeterince uzatmıştı. Hoş bir sabırla, sükûnetini bir müddet daha bozmayan bu irfan ehli, anlatılanları bir kahveyi yudumlarcasına yüreğinden süzüyor ve adeta damıtarak tek cümlede hülâsa edip misafirinin zihninde ufuk açıyordu.
Fincanı tabağına usulca bıraktığında “Evlat, sebeplerle oyalanma!” dedi. Bu nidanın peşi sıra dökülecek cümlede tek kelimeyi bile zayi etmek istemiyordu. Misafir, mahcup ve merak dolu bir edayla, bir yavru kuşun annesinin ağzında getirdiği yiyeceği beklemesi gibi bir minnet duygusuyla, gözlerini o nur yüzlü simaya çevirmiş, acziyet içinde bekliyordu. Olaylara irfan boyutuyla bakabilen ve öyle de yaşayan iman dolu bir kalbin dilinden şunu duydu:
“Evlat, ne zannediyorsun, Yusuf’u kuyuya kardeşleri mi attı?!”