İyi bir insan olmanın ölçüsü, Efendimizin (asm) gösterdiği güzel ahlâkın şubelerini kendine örnek alıp, bunları yaşama gayretinde olmaktır; başka bir ifadeyle de ‘takva’dır. Ancak iyilik ölçüsü olarak ırk üstünlüğünü kabul ettiğimiz takdirde, bir Arap attan doğan yavrulara daima Arap atı dediğimiz gibi, bir ırk mensuplarının da ya hep iyi veya hep kötü olduklarını kabul etmemiz gerekir. Bu durumda ise pekçok haksızlığa ve zulme kapı açar. Yani kötü kabul edilen bir kavimdeki iyilere kötü demek ve iyi kabul edilen kavimdeki kötülere de iyi demek zorunda kalınır. Oysa hakikat bu fikri reddetmektedir. İyi insan, hangi ırka mensup olursa olsun iyi; kötü insan ise yine hangi ırka mensup olursa olsun kötüdür.
Bir kimse hakkında, “Nasıl insandır?” şeklinde sorulan bir sorunun cevabı, eğer o kimse müspet bir insan ise, “imanlıdır, ahlâklıdır, namusludur...” şeklinde olurken; şayet menfî bir kimse ise “ahlâksızdır, sahtekârdır, imansızdır” şeklinde olacaktır. Yoksa bu sorunun cevabı, Türktür, Araptır, Kürttür, Almandır… bundan dolayı ‘kötüdür-iyidir’ şeklinde olmaz. Bunlar o kimsenin ırkı hakkında bir soru sorulduğunda verilecek cevaplardır. O halde, iyilik ve kötülüğün ırkla alâkası yoktur.
Diğer taraftan, bir işi yapan faile ünvan kazandıran, işlediği fiiller, yaptığı işlerdir. Yalancılık fiilini işleyen kimse, yalancı ismini aldığı gibi, doğru söyleme fiilinin faili de sadık, doğru sözlü ismini alır.
Yalancının kötü bir kimse, doğru sözlünün ise iyi bir şahıs olması işlenen fiillerle ilgilidir. Yoksa onun ırkıyla bir ilgisi yoktur. Zaten insanlar da Türk, Kürt, Arap... gibi ırk isimlerini, işledikleri iyi veya kötü bir fiilin sonunda almazlar.
Bizler dünyada gelirken bir kısmımız neseben a ırkından, diğer kısmımız ise b ırkından yaratılıyoruz. Bu dünyaya gelişte bizim tercihimizin herhangi bir etkisi olmadığından, ne ırkımızla övünmeye ve ne de başka ırk mensuplarını kötülemeye hakkımız yoktur. Demek iyiliğin ölçüsü ırk olamaz.
Bu açık hakikati görmediğimiz takdirde, aramıza fitneler sokup bizi parçalayıp yutmak isteyen haricî düşmanlara yardım etmiş oluruz.
Biz çalışmadığımız halde, atalarımızın yaptıkları güzel işlerle övünüp durmamız, aynen okuma yazma bilmeyen bir çocuğun, dedesinin âlim olmasıyla övünmesine benzer. Eğer biz de dedelerimizi örnek alarak, onları yücelten değerlere gönül bağlar ve gereğince yaşarsak, onlar gibi olabilir ve onlara lâyık bir halef olmuş oluruz. Aksi halde bu kuru dâvânın kimseye hiçbir faydası olmaz.