TR EN

Dil Seçin

Ara

Ağrı; Kötü mü, İyi mi?

Sinir sistemimiz, hemen hemen tüm organlarımızı ve dokularımızı kuşatacak şekilde yaratılmıştır. Herhangi bir organa gelen veya organdan geçen sinirler o organı uyarır. Bu uyarı bir kas dokusuna ulaşırsa onu harekete geçirir, ter bezlerine giderse ter üretilir, bu vücut sıcaklığımızı düşürmeye de yardımcı olur, eğer uyarı kıllara ait kaslara ulaşırsa—ki her kıl follikülü için bir kas bulunur—tüylerimizi diken diken yapan uyarı meydana gelir. Veya elimizdeki uyaranın ağrı mı, basınç mı, sıcaklık mı vs. olduğunu bize bildirir.

Bir kısım sinirler ise, bizim haberimiz olmadan birçok fonksiyonumuzu düzenlemede görevler alır; bu sinirler otonom sinir sistemi başlığı altında incelenir. Bunlar vücudumuzda, bizim haberimiz bile olmadan pek çok fonksiyonu yerine getirecek şekilde yaratılmışlardır.

Bir örnek verecek olursak, dilimize gelen sinirler de farklı farklıdır. Mesela yanlışlıkla dilimizi ısırdığımızda veya dilimizde bir yara çıktığında bizi uyaran ve ağrı hissini ileten sinir demeti ile lezzetli bir kebabı tadarken veya antep baklavasını yerken lezzet almamızda çalışan sinirler farklıdır.

Dilimizde bir yara çıktığında acı duyarız, bu bizi rahatsız eder. Bu ağrıyı ileten sinir ile tatlı, ekşi, acı veya dünya sofrasındaki herbir nimetin tadını algılamamıza vesile olan sinirler farklıdır. Böyle her uyarıya karşılık farklı sinirlerin yaratılması Cenab-ı Hakk’ın bizlere çok büyük bir ikramıdır.

Tam bu noktada “keşke acı ve ağrı duymamızı sağlayan sinirler yaratılmasaydı” diye bir serzeniş duyar gibiyim. Acısız ve ağrısız bir hayat ilk duyulduğunda güzel gibi gelse de inanın ağrısız bir hayat uzun vadede daha fazla problemlere yol açardı. Zor olurdu. Çünkü doku ve organlarımız yaralandığında acı ve ağrı duymasaydık, organlarımız ve dokularımız yaralanmaya ve hasar görmeye devam edecekti. Devamında ise geri dönülmez hasarlara sebep olacaktı. Belki organlarımızın kaybı bile söz konusu olabilecekti.

Mesela elimiz yandığında veya sıkıştığında ağrı hissetmesek, elimizi çekip korumayacak ve kaybedecektik. Ya da dişimizin ağrıması veya böbreklerimizin ağrımasını hissetmemiz de böyledir. Dişimiz ağrıdığında hemen diş hekimine gider çaresine bakarız; böbreklerimiz ağrıdığında da uzman doktorlara danışırız. Böylece ağrı sayesinde daha fazla hasarın önüne geçmiş oluruz.

Risale-i Nur Külliyatı’nda Hastalar Risalesi’nde hastalığın hakiki manasını çok güzel anlatan bölümler vardır. Mesela, “…ömür bir sermayedir, gidiyor. Meyvesi bulunmazsa zayi olur. Hem rahat ve gafletle olsa, pek çabuk gidiyor. Hastalık, senin o sermayeni büyük kârlarla meyvedar ediyor.”

“İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve ikaz edici bir mürşiddir. Ondan şekva değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek, eğer fazla ağır gelse sabır istemek gerektir.”

“Demek insan bu dünyaya yalnız güzel yaşamak için ve rahatla ve safâ ile ömür geçirmek için gelmemiştir. Belki azim bir sermaye elinde bulunan insan, burada ticaret ile, ebedî, daimî bir hayatın saadetine çalışmak için gelmiştir. Onun eline verilen sermaye de ömürdür…” diye hastalığın hakiki, uhrevi manalarının da olduğunu öğreniyoruz.

Özellikle, “Ey biçare hasta! Merak etme, sabret. Senin hastalığın sana dert değil, belki bir nevi dermandır.” derken bu hastalıkların, ağrıların bize dünyevi olarak da derman olacağı anlaşılabilir. Çünkü ağrısı olan doktora gider, çaresini Cenab-ı Hakk’ın Şafî isminden ister. Böylece şifa bulan insan sağlığın kıymetini bilir, Cenab-ı Hak’tan hayırlı ve uzun ömür talep eder. Cenab-ı Hak bizlere de hayırlı ve uzun bir ömür nasip etsin.

 

Kaynaklar:

1. Sobotta, J. (1993). Atlas der Anatomie des Menschen. Vol.1. Urban und Schwarzenberg, München.

2. Bourgery, J. M., and Jacob, N. H. (1839). Organes de la digestion, de la dépuration urinaire et de la génération. Embryotomie. In Traité complet de l’anatomie de l’homme, Delaunay, C. A. (Ed). Vol. 5, Jules Didot L’Ainé, Paris, pp.