TR EN

Dil Seçin

Ara

Oruç İbadetinin Hikmetleri / Röportaj

Oruç İbadetinin Hikmetleri / Röportaj

Yazarımız Prof. Dr. Alparslan Özyazıcı ile “Ramazan Ayı ve Orucun Hikmetleri” üzerine gerçekleştirdiğimiz son derece faydalı ve ufuk açıcı bir röportajı Zafer okuyucularıyla da paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. Bu mübarek ayın feyzinden hepimizin azami derecede istifadesini de niyaz ediyoruz Rabbimizden.

 

Şüphesiz her ibadet gibi orucun da farz olmasının birçok hikmetleri, insanın sağlığı açısından birçok faydaları vardır. Kısaca bunlardan bahseder misiniz?

Gerek oruç, gerekse namaz, zekât, hac gibi diğer farz ibadetler olsun, şüphesiz hem bu ibadeti yapan şahsa ait, hem de topluma ait birçok faydaları vardır. Ancak ibadetlerde esas olan, sadece ve sadece Allah emrettiği için yapılmasıdır. Cenab-ı Hak, hiçbir şeyi gayesiz ve hikmetsiz emretmeyeceğine göre, sadece Allah’ın emri olduğu için tuttuğumuz orucun da bazı hikmetlerini anlatabiliriz.

En başta, oruç ile sahip olduğumuz nimetlerin kıymetini daha iyi anlayabiliriz. İnsan alışkanlık ile sahip olduğu nimetlerin kıymetini tam takdir edemez. Ancak o nimetin eksikliğinde veya yokluğunda, onun kıymetini daha iyi anlar. Yaz günlerinde oruç tutan bir kimse için, soğuk bir bardak su ne kadar kıymetli bir nimettir. Akşama doğru bir kâse çorbanın, bir parça kuru ekmeğin ne kadar büyük bir nimet olduğunu ancak oruçlu olan bir kimse çok daha iyi anlar. Böylece o insan Allah’ın vermiş olduğu hadsiz nimetlere karşı şükreder ve şükür vazifesini yerine getirmeye çalışır.

 

Oruç-sabır ilişkisi hakkında ne söyleyebiliriz?

Oruç tutmak insanı sabra alıştırır. Ramazan ayında, bilhassa yaz aylarında 16-17 saat açlığa ve susuzluğa sabreden şahıs kuvvetli bir sabır idmanı yapıyor demektir. Çoğumuz hayatımızda çeşitli vesilelerle, açlıkla karşılaşmışızdır. Oruç ibadeti ile, müminler adeta herhangi bir fevkalade durumda karşılaşabileceği açlığa karşı bir çeşit hazırlık ve idman yapmaktadırlar. Demek ki, insanların başlarına gelen bela ve sıkıntıları artıran, herhangi bir işin tamamlanmasına engel olan, sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilacı da oruçtur. Hz. Peygamber Efendimiz (asm), bir hadis-i şeriflerinde, bu hususa işaret ederek şöyle buyurmuşlardır; “Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtı da oruçtur. Oruç sabrın yarısıdır.”1

 

Orucun sosyal yönden sağladığı faydalar nelerdir?

Oruç ibadetinin şüphesiz sosyal yönden de faydaları vardır. Dünyada insanların geçim yönünden farklı imkânlara sahip olduğunu görüyoruz. Rabbimiz zengin kimseleri, gerek zekât, gerekse sadaka ve diğer vesilelerle olsun fakirlerin yardımına davet etmektedir. Ancak zenginler fakirlerin acınacak acı hallerini tam olarak anlamayabilirler. Oruç tutan zengin bir kimse, açlığın ne demek olduğunu, fakir kimselerin zor hallerini daha iyi anlar. Onlara yardım elini daha geniş olarak açar. İşte bu bakımdan oruç sosyal hayatta da yardımlaşmayı teşvik eden bir ibadet olarak karşımıza çıkmaktadır.

 

Peki, oruçlu iken vücudumuzda ne gibi değişiklikler oluyor?

İnsan vücudu devamlı olarak enerji kaynağına ihtiyaç duyacak şekilde yaratılmıştır. Çünkü kalbimiz, solunum sistemimiz, sindirim ve sinir sistemimiz devamlı çalışıyor. Hatta vücudumuzun en az enerji sarf ettiği zaman olan uyku esnasında bile bu faaliyetler durmuyor.

Vücudumuzun enerji kaynağı olacak hammaddeye devamlı ihtiyacı olmasına rağmen, bizler ancak arada bir yemek yiyoruz. İşte bunun için yediğimiz gıdaların bir kısmı bedenimizde yağ şeklinde depolanmaktadır. Bu depolanmış olan maddeler, açlık esnasında enerji kaynağı olarak kullanılmaktadır. Hatta bu depolama özelliği vücudun bütün hücrelerinde görülmekte, ancak mikroskopla yüzlerce defa büyütüldüğü zaman görülebilecek kadar küçük olan bu hücrelerin her birisinin bir bölümüne birkaç damla da olsa yağ depolanmakta ve bunlar hücrenin ihtiyacı durumunda kullanılmaktadır. Ancak vücutta özel olarak yağların depolanması için yaratılmış olan hücreler vardır ki bunlar da yağ hücreleridir.

İnsan bedeninin yapısı şöylece özetlenebilir:

%50-65 su.

%16-18 protein.

%13-15 yağ.

%1 karbonhidrat.

%6 mineraller.

Bu durumda 60-70 kiloluk bir şahısta, ortalama 8-9 kg kadar yağ, 12 kg kadar protein ve 350 gram kadar da karbonhidratın insan vücudundaki depolanmış şekli olan glikojen vardır.

İnsanda depolanmış olan glikojenin 100-110 gram kadarı karaciğerde, 250 gram kadarı da adalelerde bulunmaktadır. Vücutta, bir açlık durumunda önce karbonhidratlar yani glikojen, sonra yağlar ve en sonunda da proteinler harcanır.

 

Peki günlük enerji ihtiyacımız ne kadardır?

Enerji, genellikle ısı enerjisi birimi olan kalori ile ifade edilir. Bu da, bir litre suyun sıcaklığını 15°C’den 16°C’ye yani bir santigrad derece daha yükseğe çıkarmak için zaruri olan sıcaklıktır. Bu değer, büyük kalori, kilo kalori veya kısaca kalori olarak ifade edilir. Gıdaların yandıkları zaman verdikleri kalori miktarları şöylece özetlenebilir:2

1 gr karbonhidrat     4,10 kkal (kilo kalori)

1 gr protein        5,65 kkal

1 gr yağ        9,45 kkal

Bu durumda 60-70 kg ağırlığındaki bir şahsın vücudunda bulunan 8-9 kg yağın tamamı yandığı, yani tamamen parçalandığı zaman 75.000-85.000 kkal (kilo kalori) meydana gelir. Aynı ağırlıktaki bir şahsın bedeninde 12 kgr kadar protein vardır. Bu miktar proteinin yanması yani kimyevî olarak parçalanması neticesi 67.000 kkal enerji açığa çıkar. Vücutta mevcut glikojenin yanması ile ortalama 500 kkal enerji meydana gelir.

Sonuç olarak, tamamen aç kalan, su hariç hiçbir gıda maddesi almayan bir insan vücudunda depolanmış olan gıda maddelerinin yani karbonhidratların, yağların, proteinlerin tamamının harcanması yani bir mânada yanmasının neticesi toplam 150.000 kilo kalorilik bir enerji meydana gelmektedir.

Bir insanın hayatî fonksiyonları dediğimiz, kalbin çalışması, nefes alması, konuşma, sinir sisteminin çalışması, böbreklerin çalışması ve azda olsa hareket edebilme gibi durumlar için, günde asgariden 1500-2000 kilo kaloriye ihtiyacı vardır. İnsan bedeninde depolanmış olan gıdaların yanması ile 150.000 kilo kalorilik bir enerji meydana gelmekte idi. Bu durumda, teorik olarak, bir insan hiç bir şey yemeden, haftada bir su içmek şartı ile, yaklaşık 70-75 gün kadar yaşayabilir.

 

Normalde insan kaç gün açlığa dayanabilir?

Vücudun toplam glikojen ve glukoz miktarı, bazal enerji ihtiyaçlarına ancak 24 saat kadar bir müddet için kâfi gelmektedir. Fakat teorik hesaplara göre normal bir vücutta depo edilmiş nötral yağlar (triasil gliseroller) ve proteinler, 70-75 günlük bir açlıkta vücudun temel enerji ihtiyacını karşılayabilecektir. Şayet çok şişman şahıslara göre hesaplanırsa, bu müddet bir yıla kadar uzayabilmektedir.3 Bir araştırmacı, normal bir insanın, su içmek şartı ile 50-51 gün yaşabileceğini kaydetmiştir. Dewey adlı araştırmacı, kendi şahsında 65 günlük açlık tatbikatı yaptı. Dewey’in talebesi Hazzart, aynı açlık tatbikatını 75 güne çıkardı. Carington adlı bir diğer araştırmacı, bir hastasına 79 gün oruç tutturuyor.

Bu örneklerde de görüldüğü gibi, vücuttaki mevcut gıda deposu bir insanı ortalama 30-40 gün kadar, hatta bazen 80 gün kadar idare edebilmektedir. Şişman olan şahıslarda bu miktarın daha da uzayabildiği klasik tıp kitaplarında ifade edilmektedir. Hindistan’ın hürriyete kavuşmasında önemli rolü olan Gandhi’nin bir inat yüzünden Londra mahpushanesinde 70 gün hiçbir şey yemediği halde ölmediğini, sağ kaldığını o zamanın gazeteleri yazmışlar. Ancak çoğu kere insanlar aç kaldıklarında bu müddete ulaşamadan, yani 30-40 günden önce ölüyorlar, bu konuda şunu diyebiliriz. Açlıktan ölenler şayet 40 günden önce ölseler kesinlikle gıdasızlıktan değildir. Belki bozuk beslenme alışkanlığının bir sonucu olarak, bu alışkanlığın terkinden dolayı ölüyorlar denilebilir.

İbn-i Haldun (1332-1406) adlı meşhur İslâm sosyologu bu neticeyi şöyle izah etmektedir: “Çok yemek yemeye alışan kimselerin kıtlığa maruz kaldıkları zaman, az yemeye alışanlara nazaran kayıplarının daha çok olduğu görülmüştür. Onları öldüren karşılaştıkları açlık değil, daha önce alışmış oldukları tokluktur.”

 

Oruç gerçekten dayanılması zor bir ibadet midir?

Orucu vücut için son derece yorucu bir ibadet olarak düşünmeyelim. Oruçlu iken kış aylarında ortalama 12-15 saat, yaz aylarına ise 16-17 saat birşey yemeyiz ve içmeyiz.

Bir insan, bünyeden bünyeye değişse bile, eğer vücudu alışmış ise, ortalama 60-70 gün kadar açlığa, bir hafta kadar da susuzluğa tahammül edebiliyor. Onun için günün belli bir zamanındaki açlık ve susuzluk gözümüze çok görünmesin. Aslında her birimiz her gece bir manada oruç tutuyoruz. Meselâ, akşam saat altı gibi yemek yiyen bir şahıs, gece bir şey yemezse, ertesi gün sabah kahvaltısını sabah saat sekizde yapmış olsa, bir manada 14 saat aç kalmış, 14 saat müddetince oruç tutmuş gibidir. Normal zamanlarda gece tutmuş olduğu bu orucu, Ramazan ayında gündüze alacak demektir. Hepsi bu yani.

Ramazanda oruç tutmaya başlayan şahısta, ilk birkaç gün hafif baş ağrısı, baş dönmesi şikâyetleri olabilir. Tansiyonu ilk günlerde hafifçe düşebilir. Bunlar bünyenin oruca yani kısmî açlığa olan alışma yani adapte olma halleridir. Oruç tutan herkesin bildiği gibi, birkaç gün içerisinde bütün bu haller geçer. (Sohbetimizin diğer kısmını da inşallah gelecek ay sizlerle paylaşacağız.)

 

Kaynaklar:

1. İbni Mace, Sıyam, Hadis No: 1345

2. Pasternak C. A.: İnsan Biyokimyasına Giriş (Tercüme Kitap). Hacettepe Ün. Yay. (A-40), Ankara, s. 217.

3. Yeğin, M.: İsIâm ve Oruç Üzerinde Biyokimyasal Bir Araştırma, Atatürk Ün. Diş Hek. Fak. Yıllığı, sayı: 4, s. 135-136, 1980.

 

**********

Sindirim Hadisesi İçin Enerjiye İhtiyaç Vardır Misâl verecek olursak, sindirim sistemi ile alakalı olarak vücudumuzda her gün dokuz litre kadar sıvı salgılanmaktadır. Bu salgıları şöylece özetleyebiliriz :(K)

Salya………………………….1500 cm3/günde

Mide ifrazatı....….……………2500 cm3/günde

Safra………………………….500 cm3/günde

Pankreas salgısı…………….1500 cm3/günde

Bağırsak salgısı……………..3000 cm3/günde

                        9000 cm3/günde

Bütün bu kıymetli salgılar yemek yerken ve yemekten hemen sonra artmakta; açlık esnasında ise azalmaktadır. Bu kıymetli salgıların hücrelerde sentez edilmesi ve ifraz edilmesi yani salgılanması, hep enerji icap ettiren hadiselerdir. Meselâ 1000 cm3 (bir litre) mide suyunun imalatı ve salgılanması için, 1500 kalori kadar enerji sarf edilmesi icap eder. Hatta sindirim yani gıdaların hazım faaliyeti bedenin ihtiyacı olan enerjinin üçte birini kullanmak suretiyle gerçekleşmektedir. Çünkü enzim dediğimiz, gıdaların sindirilmesine yardımcı olan sıvıların salgılanması; sindirim sistemindeki adalelerin hareketleri, hazmedilmiş olan gıdaların hülasalarının emilmesi; emilmiş olan gıda özlerinin münasip ve arzu edilen şekilde vücutta dağılması, hücrelerin içerisine alınmaları hep enerji sarfını icap ettirmektedir.

Bu sebeptendir ki, hasta şahısların gıdalara karşı genellikle iştahı kesilmekte, adeta oruç tutmakta ve belki de daha çabuk şifa bulmaktadırlar. Müslüman olmuş bir Alman doktor bunu şöyle izah etmektedir; “Birçok hastalıklarda insanın fazla yemek yemeye ihtiyacı yoktur. Zorlama ile yemek yiyen hastaların vücudu lüzumsuz bir yüke maruz bırakılır. Bundan dolayı hastaların tedavisi güçleşir. Şu halde oruç bir manâda vücudun kendi kendini tedavi etme vasıtasıdır. Çünkü yaratıklar içerisinde hastalığa yakalananlar en doğru bir işi yaparlar. İştahları kesilmiş olduğundan bir manâda oruç tutarlar. Hasta olan organizmanın iyileşmesi için zamana ihtiyaç vardır. Sıhhatin tekrar kazanılması için lüzumlu olan enerji, vücuttaki mevcut enerji depolarından elde edilir.

İştahı olmayan hastalara zorla yemek yedirmenin faydalılığı tartışılabilir. Bu konuda Hz. Peygamber'in (sas) iki hadisini kaydedeceğiz; “Hastalarınızı yemeye ve içmeye zorlamayın. Zira Allah onlara yedirip içirmektedir.” “Birinizin hastası bir şey arzu ederse ondan yedirsin.”(1)

Şüphesiz bu hadis-i şerifte kast edilen, hastaya zarar vermeyen şeylerdir. Hastanın sıhhatine kesin zararlı olduğu bilinen şeyler, herhalde hasta istiyor diye verilmemelidir. Meselâ ağır şeker hastalarının şeker veya reçel istemeleri halinde, hasta istese bile, hastaya bilhassa kriz halinde şekerli gıda verilmemelidir.

 

S. Orucu Sindirim Sisteminin Bir Nev’i İstirahatı Olarak Düşünebilir miyiz?

C. Şüphesiz ki evet. Bizler çok yemek yemenin vücudumuz için faydalı bir hareket olduğunu zannederiz. Aslında arzu edilen çok yemek değil, dengeli beslenmek, ölçülü gıda almaktır.

Her yemek vücut için bir yorgunluğun başlangıcıdır. Yemekten sonra sindirim kanalında hareketler başlayacak, litrelerce sindirim enzimleri bazen boşu boşuna harcanacaktır. Kana geçen gıdaların karaciğer ve diğer organlara gidişi, artık, posa maddelerin bağırsaklardan atılması bir başka hadiseler silsilesidir.

îşte nasıl ki her fabrika veya makine belli zamanlarda kontrolden geçirilir, temizliği, bakımı yapılır, revizyona alınırsa; aynen bunun gibi, mideyi adeta bir asit fabrikası ve bağırsakları da bir rafineri tarzında yaratan Cenab-ı Hak, 11 ay aralıksız çalışan bu fabrikalara, yılm bir ayında, yani Ramazan ayında muvakkat bir istirahat vermiştir. Mide ve bağırsaklarımız, hatta karaciğer gibi Önemli bir diğer organımız, Ramazan ayında tutulan oruç esnasında fizyolojik bir istirahata alınmaktadır. Bizler oruç tutarken belki biraz sıkıntı çekiyoruz. Ancak oruçlu iken iç organlarımız, bilhassa akşamüstü adeta bayram ediyorlar.

 

S. Orucun Karaciğer Fonksiyonlarına Faydası Var mıdır?

C. Karaciğer son derece önemli ve vücudumuz için hayatî önemi olan bir organımızdır. Vücudumuzun merkez kimya laboratuarı gibidir. Karaciğer 24 saat çalışmazsa şahıs ölür. Bu kıymetli organımız, birçok hayatî faaliyetleri yanında bir diğer vazifesi de, vücut için zararlı olan bazı maddeleri tasfiye etmesi yani zehirsizleştirmesidir. Meselâ amonyak denilen ve vücudun normal faaliyetleri neticesi meydana gelen zehirli madde, karaciğerde zararsız hale getirilir. Oruç halinde karaciğerin yükü azalacağı için, adeta karaciğer hücreleri zehirsizleştirme hadiselerine fırsat bulmakta, vücudu toksik yani zehirli maddelerden temizleme imkânı artmış olmaktadır.

Protein dediğimiz daha çok et türü gıdaların temel parçalan amino asitlerdir. Amino asitler esas olarak karaciğerde parçalanır. Parçalanan amino asitlerden açığa çıkan amonyak denilen madde vücut için toksik yani zehirlidir. Belli miktarın üstünde kanda bulunması halinde, hücrelere, bilhassa beyin hücrelerine zarar verir. İşte zehirli madde diyebileceğimiz amonyak karaciğer hücrelerinde üreye değiştirilir. Üre amonyağa göre daha az toksiktir ve böbreklerden atılır. Siroz gibi müzmin karaciğer hastalıklarında, karaciğer hücreleri layikiyle vazifelerini yapamadıklarından dolayı, ürenin teşekkülü azalır. Kanda amonyak artar ve amonyak zehirlenmesi olur.

Normal, sıhhatli olan şahıslar oruç tutarken, karaciğere, sindirim neticesi düşen iş azalacağından, karaciğerde zehirsizleştirme hadisesine daha fazla imkân hâsıl olmuş olur. Vücut, şahıs oruçlu iken maddî olarak ta temizlenmiş olmaktadır.

Bütün ilaçların ve zararlı maddelerin tasfiyesi, zehirsiz hale getirilmesi (detoksifikasyon), karaciğer hücrelerinde mümkün olur. Kan hücrelerinden olan alyuvarların yıkım mahsulü olan ve fazlalığı bilhassa merkezî sinir sistemi hücrelerine zararlı olan bilirübin de karaciğerde tasfiye edilir.

Vücutta az miktarları dahi son derece müessir olan ve hormon diye adlandırılan kimyevî maddelerin çoğunun yıkım yeri, gene karaciğer hücreleridir. Oruç esnasında adeta rahatlayan karaciğerimiz, bütün bu temizleme hadiseleri için fırsat bulmaktadır.

Bütün bunlardan başka, karaciğerde bulunan Kupffer hücreleri denilen bir grup hücre , vücutta, bilhassa kandaki yaşlı alyuvarları, yani kanın kırmızı kürelerinin yaşlanmış olanlarını; ölmüş ve parçalanmış alyuvarların parçalarını fagosite eder, yani adeta bu ölü hücre artıklarını yutar, yer, kanı ve bir manâda vücudu tasfiye eder, temizler.

Oruç esnasında karaciğerin yükü azaldığı için, ölü ve ölmekte olan hücrelerin tasfiye işi kolaylaşır ve hızlanır. Allah’ın emri olan orucun tutulması ile, insan vücudu, eskiyen hücrelerin temizlenmesi, onların yerine yeni hücrelerin gelmesi ile adeta gençleşmektedir. Hz. Resûlullah (sas) Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır; “Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtı da oruçtur. Oruç sabrın yarısıdır.”(2) Zekâtın lügat manâsı, temizlenme, taharet, artma, ziyadeleşmedir.

Gerçekten de oruç tutarken, vücut manen olduğu kadar maddî manâda da temizlenmektedir. Hz. Resûlullah’ın beliğ olan ifadesinin bir manâsını tasdik etmektedir.

 

Oruç Bıçaksız Ameliyattır

Günümüzde batı memleketlerinde oruç ile tedavi uygulayan klinikler mevcuttur. Bazı hastalıklara karşı oruç tutmayı tedavi edici bir ilaç gibi tatbik eden birçok batılı hekim vardır. Kendilerine göre hasta şahısları aç bırakma metotları geliştirmişler, bunu bazı hastalara tedavi edici bir ilaç gibi tatbik etmişlerdir. Bir batılı ilim adamı oruç için, “oruç bıçaksız ameliyattır” tabirini kullanmıştır. Bir diğer araştırıcı grubu da, ameliyatların tehlikelerini azaltmak ve yaranın kapanmasını kolaylaştırmak için ameliyattan önce ve sonra oruç tutmayı tavsiye etmektedirler.(3)

Ancak bu ecnebi hekimlerin oruç anlayışı, bizim anladığımız İslâmî manâda, ibadet için yapılan bir oruç değildir. Bu ecnebi hocalar orucu, vücudun kısa veya uzun müddet aç kalması olarak ta’rif etmektedirler. Bu perhiz manâsmdaki orucu tutmak bile, şahsın sıhhatine faideli olabilmektedir. Zihnimizi zorlarsak, genel anestezi yapılacak olan ameliyatlarda, hasta ameliyattan altı saat Önce ve ameliyattan altı saat sonraya kadar aç bırakılmaktadır. Yani vücut bir nev’i oruçla, açlıkla ameliyata hazırlanmaktadır. Ameliyat sonrası açlık devresinde de, anestezi için verilen zararlı maddeler, bu müddet esnasında vücuttan atılmaktadır.

 

Oruç Tutarken Kalbimiz de Dinlenmiş Olur

Kalbimiz her kasılmada sol ventrikülden (karıncık), ana atar damar olan aortaya 80 cm3 kadar kanı vücuda pompalamakla vazifelidir. Bu miktar dakikada 5,5 litre kadar kan eder ki, buna dakika atım hacmi denir. Yani bir dakikada, kalbin, sol karıncıktan ana atar damara fırlattığı kan miktarı, beş litreden fazladır.

Kalbin dakika atım hacmi, yemek yedikten sonra %30-40 nisbetinde artmaktadır. Bu sindirim sistemine giden kan miktarının artmasından ileri gelir. Ağır bir yemekten sonra, normalde 5,5 litre olan kalbin dakika atım hacmi, yani kalbin bir dakikada ana atar damara fırlattığı kan miktarı, 7-7,5 litreye kadar çıkabilir. Bu netice şüphesiz yemeklerden sonra kalbi zorlamaktadır.

Bağırsaklardan geçen kan akımı istirahatta, dakikada 500 cm3'tür. Yemekten sonra bağırsaklardan geçen kan akımı, %50-300 nisbetinde artar. Normalde bağırsaklardan bir dakikada geçen kan akımı 500 cm3 iken, yemeklerden sonra 1-1,5 litreye kadar çıkar. Yemek yedikten sonra, şahsı bir rehavet, yani hafif bir uyku hali sarar. Bunun bir sebebi, mide ve bağırsaklara çokça kan gitmesinden, neticede beyine giden kanm kısmen azalmasındandır.

Oruçlu iken, bilhassa öğleden sonra kalb çok daha rahat atacak, zorlanmayacaktır. Kalb oruçlu şahıslarda bir günde ortalama 15000 kadar daha az atacaktır. Daha çok dinlenen kalb, daha kuvvetli bir hale gelecektir.

Bu netice kardiyolojide, beta (ft) blokerler adı verilen ilaçlarla sağlanabilmektedir. Bu ilaçların te’siri ile, vücudun ihtiyacı olsa bile, kalb daha az çalışmaktadır. Oruç, bir manâda bu neticeyi sağlayabilmektedir. Şahıs Ramazan ayında kazanacağı az yemek yeme alışkanlığını yıl boyu devam ettirebilirse, kalb rahatsızlıkları da azalmış olacaktır.

 

Oruç Tutaniar İkindiden Sonra Niçin Hafifçe Üşürler?

    •    Vücuda alman gıdaların %90’ı enerji için sarf edilir. Alınan gıdaların %10’u ise, hücrelerdeki moleküllerin sentezinde ham madde olarak kullanılır. %90’lık enerjinin %75’i vücut sıcaklığının 36,5°C (santigrad derece) de muhafazası için kullanılır. % 25’i ise ATP (Adenozin Tri Fosfat) sentezi için kullanılır. ATP, vücutta adalelerin faaliyetleri, kalbin çalışması, sindirimin devamı vs. gibi akla gelebilecek bütün faaliyetlerde kullanılan ana enerji kaynağıdır.

Görüleceği gibi, alınan gıdaların büyük bir ekseriyeti vücut sıcaklığının 36,5°C de devamı yani idamesi için sarf edilmektedir. Çünkü, vücut belli sıcaklıkta olmazsa, hayatı faaliyetler devam etmez, durur.

    •    Vücuttaki sıcaklık, gıdaların parçalanması esnasında yan mahsul olarak meydana getirilmektedir. Ayrıca kalbin çalışması, adalelerin çalışması gibi bütün faaliyetlerde kullanılan ATP’nin kullanılması esnasında yan ürün olarak, hararet yani sıcaklık ortaya çıkmaktadır.

    •    Vücut istirahat halinde iken en çok ısı santrali diyebileceğimiz organlar; devamlı faaliyet halinde olan kalb, böbrekler ve beyni m izdir. Ancak yürürken, iş yaparken, koşarken iş değişir. Bu sefer ana ısı yani hararetin kaynağı, menbaı, ısı santrali, o an kullandığımız ellerdeki ve ayaklardaki adalelerimizdir. Onun için yürürken, koşarken, bedenimiz ısınır, hatta terleriz.

    •    Oruçlu şahsın ikindiden sonra hafifçe üşümesi, ısı santrali durumundaki organlardaki faaliyetin azalmış olmasındandır. Meselâ kalbin atışı azalmıştır. Böbrekler daha az süzüyor. Karaciğer az çalışır. Sindirim faaliyetleri azalmıştır. Şahsın istirahata meyilli olması adale faaliyetlerini de düşürmüştür.

Bütün bunlar şahsın vücut sıcaklığında hafif bir azalmaya yol açar, hafif bir üşüme şeklinde kendisini hissettirir .(4)

 

Şişmanlık Nasıl Problem Haline Gelir?

Bilineceği gibi vücudumuz belli bir yaşa kadar gelişip büyümekte, belli bir yaştan sonrada, İlahî takdir diyebileceğimiz şekilde gelişme durmaktadır. Meselâ boy, dolayısı ile kemik gelişmesi 21-22 yaşlarında durmaktadır. Neticede 25 yaşından sonra vücudun besinlere olan ihtiyacı artmamâkta, bil’akis azalmaktadır. Birde yaş aldıkça vücudun hareketliliği de azalmaktadır. Bu sebeplerden dolayı, 25 yaşından sonra vücudun gıdalara olan ihtiyacı her yıl %1 nisbetİnde düşer. Buna rağmen, şahıs gençlik yıllarındaki gibi, aynı miktar gıda almaya devam edecek olursa, vücudun bu fazla gelen gıdayı yağ şeklinde depolayacağı açıktır. Bilhassa erkeklerde görülen göbeklilik bunun belirtisidir.(5)

Şişmanlığın vücut için hiç de faideli bir şey olmadığını hepimiz biliyoruz. Şişmanlık, birçok hastalıkları peşi sıra getirir. Kalbe ağır bir yük biner. Kalb ve damar hastalıkları, tansiyon yüksekliği, şeker hastalığı, belde ve dizlerde ağrılar, safra kesesi taşları gibi birçok problemler şişmanlarda görülmektedir.

Dünya Sağlık Teşkilatı’nm raporuna göre, dünyadaki nüfusun %7’si şişman yani obezdir. Bu durumda bütün dünyada yaklaşık 250 milyon insan şişmandır. Gene aynı kaynaktan öğrendiğimize göre, en az 500 milyon insanda fazla kiloludur (över weight).(6)

 

 

(1) Canan İ : Hz.Peygamber’iıı Sünnetinde Tıp (Tıbb-ı Nebevî). Akçağ Yay, Ankara, 1995, s. 250.

(2) İbn-i Mace, Siyam, Hadis No: 1345.

(3) Geffroy M R ; Le Jeûne (Tedavi Vasıtası Olarak Oruç). (Tercüme Eden : İbrahim Canan). Basılmamış Kitap, Erzurum, 1978.

(4) Roky R, et al : Day time alertness, moorî, psyconıotor performances and oral temperature duriııg Ramadaıı fasting. Annals of Nutrition and Metabolism. 44(3) : 101-107,2000.

(5) Vural L : Kalbimizi Tanıyalım, Gürsoy Matbaacılık, Ankara, Î974, s. 352.

(6) New England J of Medicine, 343 : 1888, 2000.