TR EN

Dil Seçin

Ara

Sadece Allah'a!..

Seni anmak yerine andığım tüm isimlere tövbe adına Bismillah!

 

Bismillah! 

Seni anmak yerine andığım tüm isimlere tövbe adına Bismillah!

Aslında kimi çağırıyor, hakikatte kime sesleniyor olduğumu unutmalarımın bağışlanması adına Bismillah!

Bismillah ki; kendi adımı tüm isimlerden daha çok sevdiğim, telaffuzunu duymaktan haz duymalarımla; aslında Sana seslenilmesi ve zikredilmesinin nasıl bir lezzet-i mukaddese olduğunu, Seni anarak hoşnutluğunu kazanmayı unutuşlarım adına…

Bismillah! 

Bu dünya çölünde İsmini almadan ve adını taşıyarak yürümeyişlerimin affını isterim…

Eşim yıllardır samimi olduğu ve ‘iyi’ bildiğimiz dostuna (erkek tabii ki) telefonda bitiş cümlesi olarak ‘Seni seviyorum’ dedi. Döndüm bir baktım şöyle hayretle... Sanki sadece bana ait olması gereken sözü başkasına da paylaştırmış! Sonra gülerek nükteli bir cevap yapıştırdım: “Önemli olan bana seni seviyorum, demen değil! Başkasına dememen!” Çok beğendim bu cevabı.

Bu hikmetli cümle iç alemimde Vahid-i kıyasi, yani duyguları kıyaslayarak Allah’ı öğrenme adına beni başka anlamlara götürdü. “Önemli olan sadece Allah’ı seviyor olman değil, başkalarını Allah’ı sever gibi sevmemen! (Veya kullarını Onun namına sevmen veya sevmemen.)

“Önemli olan Allah’a ibadet ediyor olman değil! ‘Yalnızca Allah’a’ ibadet ediyor olman!” Başkalarına tapınırcasına abartılı meyil etmemen, yukarıda tutmaman, kulluk çizgisinden taşırmaman. Yani, putlaştırıp perestiş etmemen!

Sonra aklıma “Sadece Allah’a ibadet etmek” ile ilgili birbirini açan iki ayet geldi. Yıllar önce bir gün ilk kez bu kadar dikkat etmiştim. Ve o vakitler bir gün rahmetli Ali Ulvi Kurucu da katıldığı bir tv programında aynı anlamı söylediğinde anlam pekişmişti.

İlk gençlik yıllarımda bolca içimden sorduğum: “Allah’ım, bizi niçin yarattın?” sorusunda aklıma cevap olarak gelen tek ayet:

“Ben insanları ve cinleri yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım!” (Zariat-56) idi.

Fakat cevabı bir türlü mantığıma sığdıramazdım. Çünkü ayeti şöyle anlıyordum: “Sadece ibadet etmeniz için!” Çünkü bunu zaten meleklerin yaptığını, kimi rükûda, kimi secdede en güzel ibadetleri sunduklarını, e bizim beş vakit namazın, senede bir ay orucun vs. “Sadece ibadet etmek” anlamını karşılamadığını, çünkü gün içinde başka pek çok eylem yaparak bu kuralın dışına çıktığımızı varsayıyordum…

Oysa Allah başka bir ayette, üstelik her namazda okuduğumuz Fatiha’nın eşliğinde bize eş anlamı başka açıdan öğretiyordu:

“Ancak Sana ibadet eder ve ancak Senden yardım dileriz!”

İşte iki ayeti yan yana getirince gerçek daha çok anlaşılıyordu. “Sadece Allah’a ibadet etmek için yaratılmış olmak!” Zira insan kul olması cihetiyle, her şeyin çok üstünde ve ötesinde olan İlahi bir merciiye şükretmek, ibadet etmek, yüz sürmek arzusuyla kalben ve ruhen dopdolu idi… Ama sebepler âleminde yanlış yönelmeler, başka şeyleri el üstünde tutmalar, putlaştırmalar yakasına yapışabiliyordu. O yüzden “Başka şeylere değil; yalnızca ve sadece ve ancak Allah’a ibadet etmemiz” ihtar ediliyordu. Yani “Ancak Bana ibadet edin ve ancak Benden yardım dileyin!” anlamında dua olarak öğretiliyordu.

Elbette insan niyetiyle günlük işleri de ibadete dönüştürmüş olur. Kâinat dolusu şükürleriyle “Külliyet kesbederek” külli şükürleri olur. Helal dairesindeki yaptığı tüm işler ibadet rengini alınca zaten tüm günü, belki uykusunu bile ibadetle geçirmiş gibi kabul edilecektir. Ama bu ikinci aşama gibi duruyor. Çünkü ilk aşama “Allah’tan başkasını ilah anlamında reddetmek” demek olan “Ondan başkasına ibadet etmeme, eğilmeme, el açmama..” (Allah’ı sever gibi sevmeme, Allah’tan umar gibi ummama vs.) olmalı…

Rızkımızı nereden bilirsek onun önünde eğilir, onun mihnetini çekeriz. Gerçek rızık verici olan Allah’ın nimetlendirmesini tam tefekkür edebilirsek, sebeplerle yolladığı nimetleri Onun adıyla baş-göz üstüne alır, tablacının ayağını öpmeyiz. Bize kimin gerçekten değer verdiğini (yoktan var edip yarattığını) idrak edebilirsek, insanlar arası değer görme savaş ve rekabetleri son bulur. Haset biter, kıskançlık gider, herkes için iyi temennilerimiz olur. Bizi gerçekten seveni anlayabilsek, her şeyi Allah namına sevme ve muhabbetlerimizi Ona yöneltmek adına büyük bir kalp perişanlığından kurtuluruz. Zira, bizi kimse Allahımız kadar sevemez! Bizdeki menfaatlerini severler insanlar… O halde biz niye Onu her şeyden daha çok sevmeyelim? Niye sevmelerimiz dereler gibi akıp Onun muhabbet denizine ulaştırmasın sonunda bizi? Dünyadaki tüm annelerin şefkatinin toplamı, Onun bize olan şefkatinin zayıf bir gölgesi bile değilken, neden Onun rahmetini celp edecek hayırlı işlerimiz bol olmasın?

Demek ki önce gönül Kâbe’mizi putlardan temizlememiz gerekiyor…

Eşim, Efendimizin (asm) Sünneti gereği dostlarına onları sevdiğini söylesin. Allah muhabbetlerini artırsın. Ama bu vesileyle ben bolca tefekkür etmiş oldum.