Geminin kazan dairesinde mi gitmek istersin? Onca gürültüler, borular, makineler arasında ve en alt katta... Yoksa Kaptan Köşkünde mi? Manzaralar, sonsuz mavi; deniz ve gökyüzü arasında... Ey şikemperver (işkembesine, yani mideye ve konfora düşkün) nefsim!
Sen ne zaman “Hayatı sana veren Zât-ı Hayy-u Kayyum’a göre hayata bakacaksın?” Ne zaman ruh ve kalbine manevi pencereler açacaksın? Ve madem konfor arıyorsun; Kaptan Köşküne çık…
Hop sabah, hop akşam.. Kışkışlanıyordu sanki kışın gündüzler. Kışkışlandığı gibi kuşların, yaprak, çiçek ve böceklerin...
Koynunda saklayıp Nevruzu-Bahar Bayramını, cemreleri… Hızır-İlyas buluşması gibi; çiçek-böcek, bulut-kırlangıç buluşmalarını yeniden ‘Yaz’mak için sebebi olur bu ayrılmalar insanın.. Silgi gibi kış; yeniden yazmak için yaz...
Çocuklar en çok çikolata ister. Mutlu olsun diye her istediğinde verirsek mide fesada uğrar. Başka mutlu olunacak lezzetler olduğunu ancak yaşatarak gösteririz. Birlikte kedi sevmek, kuşlara yem vermek, çiçek sulamak, bulutları seyretmek, ağaca sarılmak ve gövdesine dokunmak gibi..
Oyunlar, gezmeler, daha da neler neler..
Ama dandik bir anne olup ‘Yeter ki sussun ve mutlu olsun işte’ der, çikolata dayarsak, aslında mutsuz, az gelişmiş ve şişko bir çocuğumuz olur.. İşte biz Allah’tan habire ‘çikolata’ ister dururuz..
Hani yazlık evlerinden ayrılacakken koltukların, eşyaların üzerine beyaz örtü örterler tozlanmasın diye... Toprak örtüsünün, bitki örtüsünün üzerine kar örtüsü örtüldü.. Alışmış gözlerle bir süre kör baktığımız, halleşmeden-okumadan yanından geçip gittiğimiz güzel mahluklar toptan alınıp özleme ve yolu gözlenmeye durdu.. Acıksın diye gözlerimiz yeşilliklere.. Kulaklarımız acıksın biraz kırlangıçların cıvıltısına.. Yeniden ve daha iyi duymak için... Yoksa mağazaya gidip top top kumaşlar indirip, açtırıp birşey beğenmeden çıkan ‘açlara’ dönecektik... Gözlerin özlesin diye... Özün Cennetten haber veren baharın yolunu gözlesin diye…
Şimdilerde de kış kışkışlandı. Bahar en geniş ayna oldu İlahi güzelliklere.. Gökkuşağının renkleri yeryüzüne, çiçeklere, meyvelere dağıtıldı sanki.. Güneşin ışığını kırıp yedi rengi yansıttığı prizma oldu her biri… Renk, koku, tat, şekil ve ses cümbüşü…
Rüzgar estikçe iğde ve hanımeli kokuları sarıyor Acıbadem sokaklarını.. Güller gülüyor. Çamlar süngü takmış. Meyveli ağaçlar ise uzatmış ikramkâr ellerini... Ağaçlara yakın durmalı insan. Senden yaşça çok büyük ağaç.. Gün görmüş geçirmiş.. Yakın dur ağaçlara ki, sana öğretileri çok, etekleri dolu, zikirleri bol... Denizin dalga sesini bulamıyorsan, her rüzgar esişte, hışırdayan yaprakların haşmetiyle, işit aynı sesi... İçinde bir yerlerde... Yakın dur ağaçlara... Yakîn dur...