TR EN

Dil Seçin

Ara

Kış Misafirleri

Bir şehir düşünün her insanın işi, evi ve eğitim görme imkânı var. Her mahallenin büyük ve bakımlı parkları, küçük çapta hastaneleri, hatta hayvanlar için hastaneleri bile var.

 

Eskiden bizde her evin her vakit bir misafiri varmış. Kuş misafirler diyorlarmış onlara. Evimizin bereketi deyip sahip çıkarlarmış.

***

Bir şehir düşünün her insanın işi, evi ve eğitim görme imkânı var. Her mahallenin büyük ve bakımlı parkları, küçük çapta hastaneleri, hatta hayvanlar için hastaneleri bile var. Şehir uydu kentler kurularak büyüyor, elbette ki tüm altyapı hizmetleri ile birlikte. Orman ürünleri, balıkçılık ve çelik üretimi en önemli gelir kaynakları. Orman ve suyun buluştuğu bir yerde gök kuşağı hiç eksik olur mu? Gençlerin kıyafetlerine de yansımış bu renkler. Caddeler rengârenk giyimli küçük kız çocuklarıyla şenlenmiş. “Çocuk her yerde güzel” demekten kendimi alamıyorum. Zengin ve sevecen bir şehirden bahsettiğim herhalde belli oluyor. Sizi duyar gibiyim. Buradaki sosyal hayatı merak ediyorsunuz, değil mi? En ilgi çekici olanı “Kendi işini kendin yap” felsefesi. Ev badana mı yapılacak, kendin yapıyorsun. Lokantaya mı gittin, yemeğini kendin alıyorsun. Zengin olmak bile bu kuralı değiştirmemiş. Herkesin harıl harıl çalıştığı bir yerden, İsveç’in başşehri Stockholm’den bahsediyorum.  

Şehirden ayrılırken dönüp geriye baktığımda, başka yerlerde gördüğüm zenginliğin sokağa yansımaları burada da var. Ancak, hayvanlar için hastaneyi her yerde göremedim. “Mahallelerinde hayvan hastanesi yapan insanlar acaba tüm sorunlarını çözmüşler de sıra buna mı gelmişti” gibi sorular beynimi tırmalıyor. Yol arkadaşım çoktan uyudu. Benim ise gözümde uyku yok. Koltukta bir sağa bir sola kıvranıp duruyorum: “Hayvan hastanelerini ne zaman yaptıklarını öğrenmeden oradan ayrılmamalıydım..” Derken arkadaşım da uyandı. “Ne konuşuyorsun kendi kendine” diye sordu. “Uyandığına göre, şimdi paylaş bakalım benim derdimi” dedim ona. Arkadaşım can kulağı ile dinledi ve “niçin anlamak istemiyorsun” diyerek söze başladı. “Bizim ecdadımız bunlardan farklı bir şey mi yapmışlar. Hatta fazlasını yapmışlar. Bırak kendi şehirlerinde yaşayan hayvanları, göç eden leylekleri bile düşünmüşler. Onlar için vakıflar kurmuşlar. Her evin bir güvercinliği varmış. Bu ne demek bilir misin? Her evin her vakit bir misafiri varmış. Kuş misafirler diyorlarmış onlara. Evimizin bereketi deyip sahip çıkmışlar. Biliyor musun yaban hayvanlarını da düşünmüşler. Kış aylarında aç kalırlar diye ormana et bırakırlarmış. Karıncayı bile incitmemek deyimini duymadın mı? İşte bu bizim ecdadımız…”

Bir arkadaşımın anlattığı tarih sayfalarında dolaşıyorum bir de bizim mahallenin sokaklarında. Tarih sayfaları tatlı bir musiki gibi inliyor; kuş cıvıltıları ve gagaların yem toplarken çıkardığı tık tık sesleri. Öfkeli ve sert sesler ise bizim mahalle sokaklarında kol geziyor: “Balkonu kapatmak lâzım, kuşlar mezbeleye çeviriyor” diyorlar. Karşı çıkan birkaç pir-i fani amcanın sesi o gürültüler içersinde kaybolup gidiyor. Aç susuz hayvanlar, ne yapacaklardı balkonlara saldırmayıp. Hele karlar yağsın siz o zaman görün balkonlardaki kuşları. Evet, hep beraber göreceğiz, balkona kadar gelmiş ve orada ölmüş kuşları! Gözümüz görecek de açlıktan susuzluktan öldüklerini yüreğimiz duymayacak! O kuşların canlandığı ve yüzümüze bakarak “Sizin dedeleriniz böyle değildi, ne oldu size?” diye haykırışları çınlamaya başladı kulaklarımda. Arkadaşımın sesi ile kendime geldim “Soru soruyorsun, sonra da dinlemiyorsun hayırdır” dedi. “Hayır olacak inşaallah. Biliyor musun? Ben bu derdimi ülkeme döndüğümde bir de küçük çocuklara anlatacağım” dedim. 

Çocuk kalbi hiç dayanabilir mi o dünya tatlısı kuşların aç kalmasına? Küçük bir kız çocuğu resim uzatıyor bana. Bir aileyi masanın etrafında yemek yerken çizmiş. Kuşlar o masanın etrafında uçuşuyor ve yemeklerine bakıyorlar, umutsuz bir şekilde. Kuşların her biri zayıf yapılı, herhalde aç olduklarını anlatmaya çalışıyor dedim. Dalgalanan bir de flama çizmiş ve oraya şu cümleyi yazmış “Onlar bizim yemeğimize değil, kırıntılarımıza talip.” Duvara takvim de asmış. Takvimin kartonunda güvercinliği olan bir ev ve iki besili güvercin göze çarpıyor. Kuşları öylesine çizmiş ki gözleri iri iri bakıyor, ta gözümün içine. “Barışın birinci şartı bizi de görmektir” diyorlar sanki. Resmin altına bir de yazı yazmış: “Bizim ecdadımız kuşları kendilerinin misafirleri olarak bilirlerdi. Haydi, arkadaşlar bu kışa biz de ecdadımız gibi hazırlanalım.”  

Ertesi gün bu resmi bir takvim manzarası haline getirdim. Yeni yıl takvimi olarak dağıttım tüm komşularımıza. Birkaç gün sonra bir bir belirmeye başladı camlarda kuşların yiyecek kapları. Artık mahallemizden misafir eksik olmuyor, kuş konaklarımız geri döndüler. Bundan sonra yükselecek dualarımız göklere: “Biz soframıza misafir bereketi istiyoruz” diye. Evet, ancak bundan sonra sıra gelecek hayvan hastanelerine ve çözeceğimiz daha nice sorunlarımıza.