TR EN

Dil Seçin

Ara

Nefes Almadan Çalışan Hizmetçiler / Alyuvarlarımız

Alyuvar veya eski adıyla küreyvat-ı hamra kanımızda en fazla bulunan hücrelerdir.

 

Niçin yüzümüz itici renklerde değil de, güzelliğe güzellik katan pembe tonlarında. Peki, nefes alıp verdiğimizde oksijen bütün vücudumuza nasıl taşınıyor? Ve daha pek çok sorunun cevabını bu yazıda bulacak, Allah’ın nimetine minnettar, sanatına hayran kalacaksınız.

 

Alyuvarların yapıları

Alyuvar veya eski adıyla küreyvat-ı hamra kanımızda en fazla bulunan hücrelerdir. İlk defa 1658 de görüldü, o zaman ki mikroskoplar henüz çok ilkel olduğundan küre şeklinde zannedildi. Aslında tam yuvarlak (küre) değillerdir. Çekirdekleri olmadığından iki taraftan ortası çukur bir diske benzerler. Elbette böyle yaratılmalarında hikmet vardır; bu yapı onların daha fazla O2 taşımalarını sağlar. Aynı zamanda ortasının bu boşluğu ona bir esneklik ve yumuşaklık kazandırır. Bu da onların kılcal damarlardan daha kolay geçmelerini temin eder. Çapları yaklaşık 5-7 mikron kadar olup, sağlıklı bir insanda ortalama mm3 de 4-5 milyon kadar bulunurlar. Bu kadar dar bir mekâna bu kadar canlıyı, birbirine zarar ve zahmet vermeden sığdıran ancak her türlü yaratmayı bilen ve her şeye gücü yeten Allah olabilir. Çünkü bazen bir futbol maçında bile çıkan izdihamdan bir sürü insan yaralanmakta, hatta ölmektedir. Bu çalışkan hizmetçiler ise bu kadar kalabalığa ve narin yapılarına rağmen birbirlerini incitmeden vazifelerini yaparlar.

 

İyi ki mavi yaratılmamış

Bunların renkleri kırmızı yaratıldığından kanımız da kırmızı görünür. Cildimizden dışarıya yansıyan pembelik veya kırmızılık da kılcal damarlarda dolaşan bu hücrelerden kaynaklanır. Ciltleri yetişkinlere göre daha ince olan bebeklerin o tatlı pembelikleri de bu kanımızın renginin yansımasıdır.

Hücreye renk veren kırmızı renkli moleküle hemoglobin denir. Hemoglobinin (Hb), hem ile globulin denen iki parçası vardır. Globulinler özel bir protein çeşididir. Hem parçası ise ortasında demir (Fe) bulunan halkalı bir yapıdır. Bir Hb molekülünde 4 hem halkası, dolayısıyla 4 Fe atomu bulunur. Oksijenin demire olan ilgisi büyüktür işte O2 taşıyan bu demir atomlarıdır. Bir alyuvar hücresinde yaklaşık 270-300 milyon Hb molekülü bulunduğuna göre, bunun 4 katı kadar da Fe atomu bulunuyor demektir. Buna göre bu kırmızı hücrelerin ne yaman bir O2 avcıları oldukları anlaşılır. Bir litre kan, 200 ml O2 taşıyabilir. Yükseklere çıkıldıkça O2 azalır, avlanacak moleküllerin seyrekleşmesine vücut, avcıları artırarak cevap verir. Yüksek dağlarda alyuvarların hem sayısı artar, hem de ömürleri uzar. Yayla çocuklarının, sahil çocuklarına göre yanaklarının daha kırmızı olmasının sebebi budur.

 

Alyuvar doğumevi

Alyuvarların doğum yerleri, vücudumuzun en korunaklı yerleri olan kemik iliğidir. Burada doğan hücrelerin gelişip, olgunlaşması için B12, B6, Folik asit, Pantotenik asit gibi bazı B grubu vitaminlerine ve demire ihtiyaç vardır. Bunların eksiklikleri alyuvarlarda fonksiyon bozukluğu yapar, bu dışarıya kansızlık olarak yansır. Bunlar arasında en çok görüleni Fe eksikliğine bağlı olan anemidir (kansızlıktır). Yetişkin bir erkekte Hb miktarı %14-16, kadında ise %12-14 gr kadardır. Bunlardan daha düşük olan değerler anemik olarak kabul edilir. Alyuvarların ömürleri 120 gün kadardır, yaşlanan alyuvarlar başlıca dalakta, karaciğerde ve kemik iliğinde parçalanırlar. Yaklaşık her dakika 150 milyon alyuvar ölür ve onların yerlerine çalışacak yenileri yaratılır.

 

Allah, diriden ölüyü, ölüden diriyi çıkarır

Alyuvarın ölümü, Hb’nin de parçalanması demektir. Globulin bir çeşit protein olup vücudun yabancısı değildir. Hem halkasının parçalanmasıyla ise demir açığa çıkar. Bu Fe geri dönüşüm yoluyla yeniden kullanılmak üzere özel bir proteinle (transferrin) kemik iliğine taşınır. Fe’ini kaybeden halkalı yapının kırmızı rengi de değişir ve o şimdi atık bir maddedir. Bunun bir kısmı safranın yeşil rengini veren biliverdine dönüşerek safra ile atılır. Bir kısmı da sarı renkli birer molekül olan bilirübin ve ürobilinojene dönüşürler. İşte bunlar da dışkının ve idrarın rengini veren maddelerdir.

Fe geri dönüşümlü kullanıldığından erkeklerde Fe eksikliği çok görülmez. Fakat hanımlar muayyen günlerinde her ay yaklaşık 30 mg Fe kaybeder. Bir doğumda ise 500 mg kadar Fe kaybedilir. Dolayısıyla bu kayıpların dışarıdan telafi edilmesi gerekir. Normal şartlarda Fe ihtiyacımız 1-3 mg kadardır. Birinci sınıf demir kaynaklarımız başta kırmızı et olarak hayvansal gıdalardır. Ispanak gibi bazı yeşil sebzelerdeki demirin ise çözünüp emilmesi zordur ve istifadesi de azdır.

 

Küçücük alyuvarda büyük hikmetler

Bu mübarek hücrelerin bir özelliği de taşıdıkları yüke hiç dokunmamalarıdır. Yani muhtaç yerlere O2 taşırken ve O2’le de dolu oldukları halde onu hiç kullanmazlar. Çünkü O2 kullanarak glikoz yakan ve enerji üreten hücrelerde bulunan ve mitokondri denilen mini santraller de bu hücrelerde bulunmaz. İyi ki böyle, çünkü Yaratıcı onların hem çekirdeklerini hem de organcıklarını boşaltarak daha fazla O2 taşımalarını murat etmiştir. Fakat yine de glikozu parçalayıp enerji üreten başka bir yola sahiptirler. Bu alternatif yola anaerobik glikoliz, yani oksijensiz glikoz yıkımı denir. Bu yolda glikoz, CO2 ve H2O’ya kadar değil de laktik asite kadar parçalanır ve daha az kalori üretilir.

Bu eksikliklerine karşılık da Cenâb-ı Hak onlara başka bir imtiyaz tanımıştır. Onlara da tıpkı beyin, göz, karaciğer, böbrek ve üreme sistemi hücreleri gibi şeker tüketiminde açık çek verilmiştir. Yani açlık ve oruç gibi hallerde bu hücrelerin glikoz tüketiminde öncelikleri vardır ve insüline bağımlı değillerdir. Diğer bütün organların şeker tüketimleri ise insülinle kontrol edilir. Bunlar ise istedikleri zaman, istedikleri kadar kandan şeker alabilirler.

 

Alyuvarlar oksijen taşıyamazsa

Alyuvarlar bakterilerle, mikroplarla uğraşmaz, onların en önemli düşmanları yılan zehirleri ve benzeri bazı toksinlerdir. Fakat bu zehirlerin en amansızı karbon monoksit (CO) denilen gazdır. Bu gaza “sessiz katil” de denir. CO, sigara dâhil bütün yanan maddelerden ortaya çıkar. Renksiz ve kokusuz olduğundan kolay fark edilmez. Hb ve demire olan ilgisi O2’nin 200 katı kadardır. Yani bağlandığı alyuvarları bir daha asla boşaltmaz, böylece O2’siz kalan organlar ve beyin yavaş yavaş ölmeye başlar. Her kış maalesef onlarca insanımız dikkatsizlik yüzünden, sobadan sızan bu gazla bu yüzden hayatını kaybetmektedir.