Seni herkesle aynı yapmaya çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek en büyük bir başarıdır.
— E. Cumming
***
Hayat kısa gelen bir battaniye gibidir. Yukarı çekersin ayak parmakların isyan eder, aşağı çekersin omuzların titrer. Ama yine de neşeli insanlar dizlerini karınlarına çeker, rahat bir uyku uyumayı başarır.
***
Para ve insan arasındaki karşılıklı ilişki şöyledir;
İnsan paranın sahtesini yapar, para da insanın.
— Benjamin Franklin
***
KIRAATHANEDEN KAHVEYE
Kahvehanelerin 1550'li yıllarda açıldığı nakledilir. Bunlar, ilk defa Tahtakale'de açılmış. Çünkü burası hem alışveriş merkezi hem de limana yakınmış. Yorulanlar ve birisini beklemek durumunda olanlar için düşünülmüş. Çok geçmeden İstanbul'un bütün mahallelerine serpilen bu kahvehaneler çevredeki sakinlerin dertlerinin konuşulduğu mekânlara dönüşmüş. Hastalardan söz edilir; dul kadınların, fakirlerin ihtiyaçları dile getirilir; kimin, ne verdiği belli olmayacak tarzda yardımlar toplanırmış.
Zamanla esnaf, yeniçeri, tulumbacı, meddah kahvehaneleri gibi farklı gruplara ayrı kahvehaneler çıkmış.
Yıllar geçince kahvehanelerin bazıları kıraathaneleşmiş. Bir masanın kenarında Mevlânâ'nın Mesnevi'si, Yunus Emre'nin Divan'ı, Taberi Tarihi gibi kitaplar, dergi ve gazeteler bulunurmuş. Bunları okuma bilenler okur, bilmeyenler dinlermiş. Edep erkân öğrenilen, kültür taşıyan, hatta kültür oluşturan mekânlar haline gelmişler. Edebiyatçıların, gazetecilerin buluşma yerleri olan bu kahvehanelerde olaylar değerlendirilir, fikrî sohbetler yapılırmış. Söz konusu mahaller için Sait Faik şöyle diyor:
''Kıraathaneye gitmemiş bir üniversitelinin tahsilini yarım sayarım. Bu dekansız, doçentsiz, bütçesiz, fakültesiz, tamamen muhtar üniversitelerin tavka şıkırtıları arasında; gören göz, işiten bir kulak bir memleketin nabzını tutabilir.''
Peyami Safa ise kahvehaneyi tüm boyutlarıyla ele alıyor; ''Gerçekten o devirde kahve, akademinin, meslek cemiyetinin, kulübün, salonun, fikir ve sanat meclisinin bütün vazifelerini küçük tahta masaların etrafında elinden geldiği kadar yapıyordu. O zaman anladım ki, biz kahve milletiyiz. Kahve, bütün millî ve dinî şuuru pişiren, ibriğinde kolektif vicdanı demlendiren, tezgâhın dibinde halkı ve münevveri birbirine kenetleyen, iptidai olduğu için basit, fakat ananesi olduğu için derin ve canlı, tek ve tam cemiyet mihrakıdır.''
— Araştırmacı Cem Sökmen, eski İstanbul kahvehanlerini anlattığı kitabında kahvehanelerin tarihî seyrini dikkatlerimize sunuyor. Bir zaman kahveler dedikodu ve zaman öldürme yerleri değil, insan yetişen mekânlar da olmuş. Demek mesele güzel insanlar yetiştirmekte. Çünkü güzel insanlar girdikleri mekânları da güzelleştiriyorlar.
***
BİZİM RÖNESANSIMIZ
Muteber kabul edilen İnciller, Hz. İsa'dan yaklaşık olarak yetmiş ila yüz on yıl sonra kaleme alındılar. İnsan ne kadar iyi niyetli olursa olsun, duyduğuna bir şeyler ilave eder veya ondan bir şeyler eksiltir. Kaleme alanların üslubunun, kişiliğinin, dinî kaygılarının, yaşadığı toplumun geleneklerinin de gün ışığına çıkan İncillere yansıması tabiidir. Copernicus'a kadar Batı'da dünyanın sabit olduğuna, güneşin onun etrafında döndüğüne inanılıyordu. Böyle yanlış bilgiler de İncillere girince, o sisli diyarlarda ilim irfan sahipleri mukaddes kitaplara şüphe ile bakmaya başladılar. Zamanla kutsal kitaplardaki yanlışların çok olduğu anlaşılınca, onlara tavır alan aydınlar hür düşüncelileri oluşturdular. İbn-i Sina, Farabi ve diğer İslam alimlerinin geliştirdikleri müspet idrak ve eski Yunan kültürüyle tanışınca da bambaşka bir dünya önlerine serilerek rönesansları zemin buldu.
Biz de rönesansımızı oluşturmak için dinimize soğuk bakmaya başladık. Dinin gelişmeye engel olduğunu ilim dünyamızın ana ilkesi haline getirdik. Materyalizmi, felsefenin esası olarak öğretim kurumlarımızda okuttuk. İlim akademileri, darülfünunlar, üniversiteler kurduk. Ne yazık ki rönesansımıza doğru bir arpa boyu yol alamadık. Almamız da mümkün değildi; çünkü Batı'nın şartları başka, bizimki başka idi.
Batı, eski Yunan'la tanışınca, bağnazlığından dolayı bunun Ege kayalıklarından fışkırdığını kabul etti. Halbuki bu medeniyet Girit, Mısır yoluyla Hindistan'a uzanmaktadır. Biz eski Yunan'ı, kökleriyle beraber kültür dünyamıza katabilirsek, işte o zaman rönesansımızın bir ayağını daha oluştururuz. İslam dünyasının ilme hizmeti, sadece insanlığa eski Yunan'ı tanıtması değildir. Akşemseddin çiçek aşısını buldu; nice alimlerimizin buluşlarını Batılılar kendilerina mal ettiler. Mimar Sinan, abidevi eserlerinde meçhulümüz olan nice kanunlar kullanmıştır. Bunun için kendi dünyamızı da didik didik etmemiz rönesansımızın bir başka asli şartıdır.
Son yüzyıllarda Batı ilimde büyük hamleler yaptı. Eğer biz gerçekten rönesansımızı oluşturmak istiyorsak, Batıyı en mükemmel şekilde büyütecimizin altına almalıyız.
Ancak bu şartlar gerçekleştirilirse bizim de rönesansımız doğabilir.
— Mehmed Niyazi
***
Öyle bir dünya ki bu, yoksullar parasız ne yapacaklarını, zenginler de parayla ne yapacaklarını bilemiyorlar artık.
— Haşmet Babaoğlu
***
Yürümesini bilmeyenler koşanlara kızarlar.
— Cemil Meriç
***
Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapayalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür maviliğin bittiği son hadde kadar!
İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.
— Yahya Kemal Beyatlı, Deniz Türküsü
***
Bir kitap bir aynadır. Ona bir eşek bakacak olursa karşısında elbette bir evliya görmez.
— George C. Lichtenberg