TR EN

Dil Seçin

Ara

Çocuk Ve Hz. Peygamber (asm)

Peygamber Efendimizin (asm) dünyasında, çocuğun, çocukların apayrı bir yeri vardır.

 

Hadis ve siyer kitapları arasında dolaşırken, özellikle çocuklara dair, bütün ezberlerimizi bozan tablolar çıkar karşımıza… ‘Âlemlere rahmet’ olarak gönderilmiş Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselam, en çok da ‘çocuklara rahmet’ olarak gönderilmiş gibidir. Onun dünyasında, çocuğun, çocukların apayrı bir yeri vardır. Onlar, rahmeten li’l-âlemîn aleyhissalâtu vesselamın gözünde, ‘Allah’ın yeryüzündeki çiçekleri’dir. Çiçekler gibidir onlar; hayata lezzet ve değer katarlar. Yine, çiçekler gibidirler; incinmeleri, kırılmaları, ezilip solmaları çok ama çok kolaydır. Küçük bir fiskenin narin bir çiçeğin boynunu büküp kırması gibi, hoyrat bir muamele onları çok çabuk kırıp incitebilir.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın çocuklarla muamelesinde, bu gerçeğin getirdiği hassasiyet, hep görülür. Çocukları, torunları, ashabının çocukları; hepsi için, sabır ve şefkat timsali bir sığınak, bir melce, bir kucaktır onunkisi. Mescidinde ashabına namaz kıldırırken sırtına binip ‘deh, deh!’ diyen torunu ‘hevesini alsın diye’ secdesini uzatan bir Resûlullah tablosu vardır karşımızda.

Yahut, ashabına hutbe verirken yanına gelen bir diğer torununu kucağına oturtup başını okşayan bir Resûlullah…

Yahut, bir çocuk ağlaması duyduğunda, annesi çocuğuna çabucak kavuşabilsin diye, okumaya niyet ettiği uzun sûre yerine kısa bir sûre ile namazını tamamlayan bir Resûlullah…

Yahut, evinde namazda iken ağlamaya başlayan bir torununa cevap vermekte gecikilmesi üzerine, namazını bitirdikten sonra ev ahalisine “Onların ağlamasının beni üzdüğünü bilmiyor musunuz?” diye sitem eden bir Resûlullah…

Yahut, namazdayken önünden geçmemeleri konusunda tenbihlediği halde o namaza durduktan sonra seccadesinin o tarafından bu tarafına zıplayıp duran Ümmü Seleme validemizin küçük kızı Zeyneb’i azarlamak yerine, ‘kız çocuklarının kafalarına koyduklarını yapma konusunda daha mahir oldukları’ yönünde bir tesbitle yetinen bir Resûlullah…

Yahut, kucağında iken üzerine çiş yapıp elbisesini kirleten bir torununu kucağından aldığında sütannesi Ümmü Fadl’ın “Sen nasıl Resûlullah’ın üstüne çiş yaparsın?” diye hafiften vurmasına dahi razı olamayıp müdahale eden bir Resûlullah…

Yahut, on yıl yanında hizmet eden, bu on yıl içinde nice zamanlar kendisinden istediği şeyi unutan, istemediği şeyi yapan, kıran, döken Enes b. Malik’i bir kere bile olsun, “Niye böyle yaptın? Niye böyle yapmadın?” diye azarlamayan bir Resûlullah…

Yahut, kendisine alıştırdığı küçük kuşu ölünce hayata küsen ve evine kapanan bir çocuğun haberini aldığında çocuğun evine taziye ziyaretine giden bir Resûlullah…

Yahut, Medineli çocuklara bir öğüt, bir nasihat verecekse, bunu ekseriya devesinin terkisine onları alarak, bir ikramda bulunarak yapan bir Resûlullah…

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam ve çocuklar deyince akıllarda kalan, hadis ve siyer kitaplarından bir Asr-ı Saadet hatırası olarak aktarılan tablolar, işte hep böylesi tablolardır. Çocuklar, Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın gözbebeğidir ve Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, bir büyük iman, ahlâk ve insanlık dersi verirken ‘terbiye kasdıyla olsun,’ ne diliyle, ne eliyle onları asla incitmemiştir.

Bugünün çocuklarının yahut bugünün büyükleri olan dünün çocuklarının hafıza arşivinde ‘camide amcalardan işittiği azar’ dosyalarının olanca kabarıklığına karşı, Asr-ı Saadet çocuklarının hiçbirinin hâfıza arşivinde ‘Resûlullah’tan işittiği azar’ başlıklı bir dosya yoktur.

Bugünün çocuklarının hafıza arşivinde kabarık ‘tekme, tokat ve dayak’ dosyalarına karşılık, Asr-ı Saadet çocuklarının hiçbirinin hâfıza arşivinde, ‘Resûlullah’tan yediği dayak’ başlıklı bir dosya da yoktur.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, ne evde, ne mescidde, ne çarşıda, ne sokakta hiçbir çocuğa vurmamış, hiçbir çocuğu dövmemiştir.

Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, ne çocuklarına, ne torunlarına, ne de mü’minlerin çocuklarına bir kere bile tokat atmış da değildir.

O, çocuklara aşama aşama tevhidi de, namazı da, Kur’ân’ı da öğretmiş; ama bunları ‘şiddet dili’ne ve ‘şiddet eli’ne asla başvurmadan gerçekleştirmiştir.

Gelin görün ki, bugün güya iman adına, güya namaz adına, güya Kur’ân adına dövülen, sövülen, tekme yiyen, tokat yiyen, kovulan veya azarlanan nice çocuk vardır ve Resûlullah’tan asla görmediğimiz bütün bu hareketlere karşı büyükler hazindir ki kendilerini Resûlullah’tan aktarılan bir hadise dayandırmaktadır. “Onlar yedi yaşına geldi mi, çocuklarınıza namazı emredin, on yaşına gelince de kılmadığı takdirde onları dövün” diye aktarılan bir hadistir, Resûlullah asla yapmadığı halde Resûlullah’a atıfla yapılan bütün bu bed muamelelerin dayanağı…

Hazin ki, eğitim için bula bula ‘eğmek’ kökünden türetilmiş bir fiil bulan, dayağı ise ‘cennetten çıkma’ gören bir kültürel-sosyal ortam, rahmeten li’l-âlemîn aleyhissalâtu vesselamın hadislerine bakış ve hatta hadislerini tercüme ediş noktasına da sirayet etmiş; algıdaki yanlış seçicilik, bir hadisi nazarlardan gizlerden, bir diğer hadise yanlış mânâ verdirmiştir. Resûlullah aleyhissalâtu vesselama atıfla aktarılan “On yaşına gelince onları dövün” sözüne karşılık, sahih kaynaklarda “Çocukları dövmeyin” diye emir buyuran bir hadis de vardır; ama bu ikinci hadis nedense nazarlardan gizli kalmış, dolayısıyla diğer hadise verilen mânânın sıhhatini bu hadisle test etme imkânı da olmamıştır.

Evet, “Çocukları dövmeyin” buyuran bir Resûldür o; nitekim kendisi hiç çocuk dövmemiştir.

O halde, ‘sünnet’ Peygamber aleyhissalâtu vesselamın yaptığı şeylerin ifadesi ise eğer, çocuk dövmemek de bir Peygamber sünnetidir.

Onun “Çocukları dövmeyin” hadisinin ümmete mal olamamasına karşılık, çokça dillerde ve ellerde gezen “On yaşına gelince onları dövün” rivayeti ise, bu Peygamber sünnetini gözardı ederek verilen bir mânâ niteliğindedir. Ve burada, dili iyi bilenlerin tesbit ettiği üzere, özensiz ve dikkatsiz bir çeviri ve aktarım vardır.

Her dilde, bir kelime çok anlamlar içerir; ve İngilizce gibi, Arapça gibi bazı dillerde, bir kelimenin anlamı, aldığı eklerle değişmektedir. Meselâ İngilizce’de ‘to give’ fiili ‘vermek’ anlamına gelmekle birlikte, sonuna eklenen ‘in’ veya ‘up’ veya ‘on’ anlamı tamamen değiştirmektedir: “to give in: boyun eğmek; to give up: vazgeçmek; to give up on: ümidi kesmek.”

Benzer bir durum, ‘çocukları dövün’ diye mânâ verilen, Arapça’daki darabe fiili için de geçerlidir. Nitekim, din eğitimi üzerine ihtisas kesbetmiş bir isim olarak Prof. Dr. Mehmet Emin Ay, şöyle demektedir:

“Günümüz din eğitimcilerini en rahatlatan şu durumdur ki; hadis-i şerifte geçen ‘on yaşına geldikleri zaman kılmaz iseler’ ‘fadribu aleyha.’ Şimdi bunu düşündüğümüz zaman, darb kelimesi, dilimize de geçen şekliyle mesela, darb-ı mesel ne demek, bir örnek vermek demek. Kur’ân-ı Kerîm’de Yasin sûresinde ikinci sayfada var: ‘Ey habibim! O insanlara, hani o köy halkından misal ver,’ ‘vadrib lehum’ diye geçer. Darabe fiili, bazı harf-i cerlerle farklı manalar kazanır. Arapça’nın özelliğidir bu. Mesela ‘dua’ kelimesi lam harf-i cerriyle bir kişi için dua etmek olur. Aynı dua kelimesi alâ harf-i cerriyle bir kişi için beddua etmek olur. Bu kadar değiştirir yani.

Şimdi hadis-i şerife bu şekilde baktığımız zaman darb fiili alâ harf-i cerriyle incelendiğinde ortaya ne çıkıyor biliyor musunuz? ‘Çeşitli metodlar, çeşitli usuller kullanarak o namazı kılmasını sağlayınız.’ Bu bakımdan, on yaşına basınca da kılmaları noktasında yardımcı olun, farklı usuller uygulayın, misaller verin şeklinde anlayabiliriz. Hadis-i şerif böyledir, çünkü hadisin sonu dövmeyle alâkası olmayan bir şekilde bitiyor. Diyor ki: “Kız ve erkek çocuklarınızın arasını artık bu yaştan sonra ayırın.” Ne kadar anlamlı bir hadis-i şerif olarak neticelenmiş oluyor! Fakat dövme işinden bahsedince, biz hadisin metninde bile bir çelişkiye düşebiliyoruz. Çünkü Peygamber Efendimizin ifadeleri belagat açısından son derece yüksektir; dilcilerin de uyarısıyla hadisi böyle anlamamız gerekiyor.”